12.sınıf edebiyat kitabı cevapları ,Fırat Yayıncılık
SAYFA 61,
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
www.edebiyatfatihi.net tarafından titizlikle hazırlandı...
1. Aşağıdakilerden hangisi şiirde ahengi sağlayan
unsurlardan değildir?
A)
Ritim D) Aliterasyon
B) Kafiye
E) Ölçü
C) İmge
2. Öz şiir anlayışını sürdüren şairler aşağıdaki
hangi edebî dönemin dilinden etkilenmiştir?
A)
Destan Dönemi D) Serveti Fünûn Edebiyatı Dönemi
B) Millî Edebiyat Dönemi E) Cumhuriyet Edebiyatı Dönemi
C) Tanzimat Dönemi
3. Aşağıdaki yargılar doğru ise cümlelerin başına
“D”, yanlış ise “Y” yazınız.
( Y ) Öz şiir anlayışı ile yazılan şiirler
ölçüsüzdür.
( D ) Öz şiir anlayışı ile yazılan şiirlerin dili
sade bir Türkçedir.
( D ) Öz şiir anlayışı ile yazılan şiirlerde
bireysel duyarlılıklar işlenmiştir.
( Y ) Öz şiir anlayışı ile yazılan şiirlerin teması
“aşk” ile sınırlandırılmıştır.
4. Aşağıdaki şiirleri okuyunuz. Şiirlerde
hangi edebî akımın izleri olduğunu ve bu edebî akımın özelliğini söyleyiniz.
Şiirlerde
sembolizm akımının özellikleri görülmektedir. Bu edebi akımda kapalı veya
simgelerle dolu bir anlatım, bireysel temalar, ahenge büyük önem vermek,
sözcüklerin çağrışım güçlerinden yararlanmak esastır.
5. Yedi
Meşale grubu şairleri, şiirlerinde neden yerli ve mahallî unsurlara yer
vermişlerdir? Açıklayınız.
6. Öz şiir anlayışını
sürdüren şairler şiirlerini hangi zihniyet çerçevesinde oluşturmuşlardır?
ARAŞTIRMA
1. Gruplara
ayrılınız. Gruplarınızla Nâzım Hikmet Ran, Yahya Kemal Beyatlı’dan bir şiir ve Mehmet Âkif
Ersoy’dan manzum bir hikâye seçiniz. Sınıfınıza getiriniz.
Büyük İnsanlık
Büyük insanlık gemide güverte
yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka
herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge
yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
Nazım
Hikmet
Bir
Başka Tepeden
Sana
dün bir
tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür
dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahka
Kemal
Mahalle
Kahvesi
İthaf:
Kardeşim Hüseyin Avni'ye
"Mahalle kahvesi!" Osmanlılar
bilir ne demek?
Tasavvur etme sakın "Görmedim nedir?" diyecek.
Dilenci şekline girmiş bu "sinsi cânîler
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
Fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini
Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen
Vurur şikânnı tâ kalbinin samîminden.
Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?
Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
Hayır, bu perde, bu Şark'ın bakılmıyan yarası;
Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası
Hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
Açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
Sakın firengiye benzetmeyin fecâ'atini:
Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
Mahalle kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir
Tamam o eski batakhâneler mukâbilidir:
Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür:..
Muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:
Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
Yatarzemîn-i sefilinde en kesîf eşbâh,
Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
Dehân-ı lâ'nete benzer yarıklarıyle tavan,
Kusar içinde neler varsa hâtırâtından!
0 hâtırâtı sakın sanmayın: Meâlîdir;
Bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.
Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalnız,
Mülevvesâtına mâzîmizin sarılmadayız?
Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
Hayır, o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın
Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;
Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
Fakat biz onlara âid ne varsa elde, yazık,
Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
Bütün heyâkil-i san'at yetiştiren Şark'ın,
Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın!
Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfin,
Ne bir imâreti, bitmiş elinde ahlâfin.
Kanallann izi yok köprüler harâb olmuş;
Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
O kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebîn
Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn.
Azâb içinde kalır sa'yi görse rü'yâda.
Niçin yorulmalı zâten "ölümlü dünyâ "da?
Vücud emânet-i Hak doğru, hem de cennetlik.
Bu kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!
Tasavvur etme sakın "Görmedim nedir?" diyecek.
Dilenci şekline girmiş bu "sinsi cânîler
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
Fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini
Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen
Vurur şikânnı tâ kalbinin samîminden.
Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?
Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
Hayır, bu perde, bu Şark'ın bakılmıyan yarası;
Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası
Hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
Açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
Sakın firengiye benzetmeyin fecâ'atini:
Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
Mahalle kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir
Tamam o eski batakhâneler mukâbilidir:
Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür:..
Muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:
Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
Yatarzemîn-i sefilinde en kesîf eşbâh,
Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
Dehân-ı lâ'nete benzer yarıklarıyle tavan,
Kusar içinde neler varsa hâtırâtından!
0 hâtırâtı sakın sanmayın: Meâlîdir;
Bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.
Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalnız,
Mülevvesâtına mâzîmizin sarılmadayız?
Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
Hayır, o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın
Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;
Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
Fakat biz onlara âid ne varsa elde, yazık,
Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
Bütün heyâkil-i san'at yetiştiren Şark'ın,
Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın!
Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfin,
Ne bir imâreti, bitmiş elinde ahlâfin.
Kanallann izi yok köprüler harâb olmuş;
Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
O kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebîn
Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn.
Azâb içinde kalır sa'yi görse rü'yâda.
Niçin yorulmalı zâten "ölümlü dünyâ "da?
Vücud emânet-i Hak doğru, hem de cennetlik.
Bu kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!
"Hayât-ı âile" isminde bir
ma'îşet var;
Sa'âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar ?
Hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayat,
Fakat o âlemi bizler tanır mıyız? Heyhat!
Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
Evinde akşam otursan kemâl-i izzetle;
Karın, çocuklann, annen, baban, kimin varsa,
Dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa,
Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?
İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
Karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun
Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
Sıkıldın öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer
Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu dar çember.
Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
Gelin de bir bakalım... Buyrun işte bir kahve:
Sa'âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar ?
Hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayat,
Fakat o âlemi bizler tanır mıyız? Heyhat!
Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
Evinde akşam otursan kemâl-i izzetle;
Karın, çocuklann, annen, baban, kimin varsa,
Dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa,
Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?
İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
Karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun
Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
Sıkıldın öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer
Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu dar çember.
Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
Gelin de bir bakalım... Buyrun işte bir kahve:
***
Mehmet Akif Ersoy
2. 1920-1960 yılları arasında
ülkemizde yaşanan siyasi ve toplumsal olayların edebiyatımıza nasıl yansıdığını
araştırınız.
3. Tevfik
Fikret ve Ahmet Hâşim’in şiirlerinin genel özelliklerini araştırınız (Bu çalışma inceleme
bölümündeki 5. etkinliğin a maddesi için yapılacaktır.).
- TEVFİK FİKRET'İN ŞİİR ÖZELLİKLERİ İÇİN TIKLAYINIZ
- AHMET HAŞİM'İN ŞİİRİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ İÇİNSE BURAYI TIKLAYINIZ
4. Serbest
müstezat ne demektir?
Araştırınız (Bu çalışma İnceleme bölümündeki 6. etkinliğin d maddesi için yapılacaktır.).
5. Serbest
nazımda ritmin nasıl sağlandığı ve anlama göre vurgunun ve söyleyişin şiir birimlerin
oluşturup oluşturmadığını araştırınız. (Bu çalışma inceleme bölümündeki 8.
etkinliğin e maddesi için yapılacaktır.).
Serbest
nazımda dizlerin vurgu ve durak yerlerinden bölünüşü, anlatıma göre mısraların
bitirilişine göre şiirler oluşturulur. Şiir birimleri dizenin ritmik olarak
kesilmesi gereken yerde son bulmasıyla oluşturulur. Böylece tekdüze bir
ritimsellikten ziyade daha özgür ve daha işlevsel bir ritim sağlanmış olur.
6. Nâzım Hikmet
Ran’ın fikrî ve
edebî yönü hakkında
araştırma yapınız (Bu
çalışma, İnceleme bölümündeki 13.
etkinlik için yapılacaktır.)
OKUMA
Nâzım Hikmet Ran’ın
“Güneşi İçenlerin Türküsü” adlı eserini okuyunuz.
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ
Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak
kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda
güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı
yakın!
Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda
yaşayanlar!
İşte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla
kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı
yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan,
demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara
asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!
Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe
gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini
tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin
zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar
tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı
perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar
koşuyor!
Akın var
güneşe
akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin
zaptı yakın!
Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!
Hiç yorum yok:
YORUMLARINIZI ,SORULARINIZI AŞAĞIDAKİ YORUM KUTUSUNDAN YAZABİLİRSİNİZ...