YAZARLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAZARLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Oca 2017

Gidiyorum , hoşça çal !

GİDİYORUM , HOŞÇA KAL !

TUĞÇE BAŞ

Yine karanlıktayım...Pus düşmüş düşlerime. Nemlenmiş soğuk sokaklarda anlamlı , anlamsız hatıralar... 

Kimsesiz kalmış hatıralar , sönmüş bir bir umutlar...

Yine yavaş yavaş çıkıyorum seninle çıktığımız o paslı , kırık dökük merdivenlerden. 

Önceki gibi ellerim gitmiyor gökyüzünden düşen yıldız tozlarına. Bu sefer aydınlatmıyor gözlerin sol tarafımdaki minik harabe kenti. Yokluğunda ne fırtınalar kopmuş bir bilsen !... 

Bilsen anlar mısın sahi ? 

Her köşesine ayrı ayrı anlamlarla kapladığın, sokaklarına adını kazıdığın yere tekrar dönmek ister misin ? Bilmiyorum. Düşünemiyorum bunları.

 Peki ya sahi bir başkasına da bakabiliyor musun uçsuz bucaksız ? Yoksa kapayıp gözlerini arkana bakmadan yürümeye devam mı edersin ? 

Korkuyorum... Bomboş bakıyorum etrafa... Boşa çıkıyorum o merdivenlerden. Boşa düşünüyorum,çırpınıyorum. Herşey çok boş geliyor artık. 

Buz tutmuş ayak izi olmamış, sevgi nedir bilmemiş kimsesiz sokaklar.... Yankılanmıyor artık bir ses bir nefes... 

Bilmiyorum ben senin olduğun soruların cevabını bilmiyorum. Senin olmadığın hayata anlam veremiyorum."Yapma!"  diyorum bazen yapma !  Bu harabe kenti karanlıkta , darmadağın bırakma ! Aydınlat tüm ıssız sokakları , o bulutlardan bir daha akmasın gözyaşları. Yapma o harabe kent gibi çehrende buz tutmasın...

Gidiyorum şimdi. Bırakıyorum kalemimi. Yazmayacak bir daha seni , dökülmeyecek kalemimden sana dair anlam yüklü hatıralar... 

Gidiyorum hoşçakal !!!

28 Ara 2016

Hiçbir şiir şairini sevmez

Hiçbir şiir, şairini sevmez
BÜŞRA TOPAL

Darmadağınım...
Bir yangın yerinin ortasındayım, tüm ateş etrafımı sarmış ve ben o ateşin içinde terk edilmişim. Git gide sarıyor alev etrafımı da nefes alamıyorum. Anlatsam anlaşılmaz, sussam susunca daha da yanıyor içim.

 Hangi kelime tarif eder ? Yıllardır onca şey yazdım da şu durumumu anlatabilecek kelime bilmiyorum. Saymayın ağladığım geceleri yaşamdan. Tam mutluyum derken arkasından gelen gözyaşlarını saymayın nefesten. Halim yok! Bir adım daha atmak güç, geri adım sayıyorum günleri. 

Şu kocaman dünya da gözyaşımı tutmaya çalışmak ne zor, nefes almak ne zor. Buğulu gözlerimi saklamak, aldığım nefesi yutmak, uyumadığım geceleri bir de yaşamdan sayarak, yaşamaya çalışmak. Sağır olacağım derken tüm sesleri ezberlemek! Konuşacağım diye tüm dillerde lal olmak! Her şeyden yitip onun yanında bütün olmak, her şeyde eksilip onunla tamamlandığım, artık hiçbir anlamı yok tüm bu olanların. 

Yaptığım şairane delilik! Şu dünyada mutlu olmak delilik! İçimdeki bir ses neden felâketi fısıldıyor derken o felaketin içindeyim şu anda. Bir gün düşersem olduğum yere çakılı kalır ayaklanamam biliyordum. Şimdi  o çakılı yerden daha da derine batıyorum. Yağmurlar yağıyor yüreğimin en büyük şehrine. Soluk soluğa kalmışım koşmaktan. Bundanmış nefesime vuran o keskin sızı, bundanmış üşümelerim. Penceremin camına vuruyor tek kelime konuşmadığımız şu günün sisli buğusu. Boğulacağımı bilseydim dalar mıydım? 

Dün ittim uçurumdan mutluluğu, uçurumdan ittiğim mutluluktu ama parçaların hepsi bendim. Yüreğe yara bandı yapıştırılmadığını bilmiyordum. Yıldızlarım kaybolmuş şehrin en tenha yerinde. Yeniden mutlu olsak geçer, aydınlanır mı karanlıklar? Umut güneşli bir sabaha aralıyor perdemi ve ben o rüzgardan vazgeçmeye niyetli değilim. 

O bankta seni beklerken kendime söz verdim, bundan sonra şiir yazmak yok! Ne ben şairim ne sen şiirsin bundan sonra, zaten hiçbir şiir şairini sevmez. İnsan alışır her şeye zamanla ben de atlatırım. Rüyaydı her şey, her rüya gibi bu da kısa sürüp yarım kaldı. Deniz tam karşımdayken, bulut perdelemişken güneşi, iki kelimeye sığınca tüm anılar, gözyaşlarımı ellerimle silerken vazgeçtim. Ben üzgünken, başkasını mutlu ettiğinde vazgeçtim her şeyden. 

Öldürmeliydim, ona yazmak istediğim şiirlerin hissini. Yazmamalıydım, tekrardan kanatmamalıydım dizelerdeki sen yarasını. Bir daha kusmamalı mürekkep. Senin şiirlerin tanımsız bir tiksinti uyandırmamalıydı. Hep güzel kalmalıydı hatıralar. Şimdi şiir yazmayı hak etmiyorum. Bıraktım çünkü şiir yazmayı ben sana. Gözlerin oradan buraya çarpıp  yüreğimde amansız bir ağrı veriyor.

 Ve ben unuttum onu diyerek tekrar intihar ettiriyorum anıları. Son kez söylüyorum seni unutan bir daha hatırlanmamalı...


Büşra Topal 

24 Ara 2016

Yerli dizilerde yersiz tesadüfler

Tuhaf tesadüflere esir Tanzimat romanı gibi diziler , dizilerimiz...

Fatih Kutay


Ülkemizde o kadar çok yerli dizi var ki hepsini izlemeye kalksan  ömür yetmez... Kimsenin de böyle bir derdi olduğunu sanmıyorum. Bir dizi iki üç bölümde istenilen "reyting"e ulaşmasa yerine hemen yenisi geliyor. Ne ara bu kadar senaryo yazılıyor ne ara bu diziler çekiliyor (hem de özetsiz iki saat) anlamak mümkün  değil...


Bir senarist çıkmazı mı yoksa reyting kaygısı mı maşallah yerli dizilerde tesadüflerden geçilmiyor. Öyle tesadüfler art arda geliyor ki dizinin tüm gerçekliği bir anda yerle bir oluyor , tadı kaçıyor , doğal gerçekliğinden sıyrılıp bambaşka bir hal alıyor dizi  ... Olay örgüsünde heyecan yaratacağım diye de bu kadar zorlama tesadüfün bir anlamı var mı onu senaristlere sormak lazım !

Hemen burada Ahmet Mithat Efendi gibi araya girip siz değerli okuyucularımı bilgilendirmek isterim...Ey kâri bilmem bilir misiniz Tanzimat romanlarında tesadüfler olayın kırılma noktasını oluşturur ve olay akışı hep bu gerçek hayatta milyonda bir olabilecek tesadüflerle sağlanır. Örneğin İntibah romanında

NE TESADÜFTÜR Kİ ,   babasının ölümünden sonra bunalıma giren  kahramanımız  Ali Bey Çamlıca'ya kafa dağıtmaya  gittiğinde kötü kadın Mahpeyker'le karşılaşır , görür görmez ona vurulur , artık bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir (Hadi bu belki olabilir diyelim)

NE TESADÜFTÜR Kİ ,  İlk yerli roman olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat'ta Talat'ı seven Fitnat'a (bu arada esas oğlanla esas kızımız  da tesadüfen karşılaşmışlardır )evdekiler bir hile yapar ve onu Ali Bey denilen bir adamla  nikahlarlar ve yazlığa gidiyoruz diyerek düğün evine götürürler. Gerçeğin farkına varan Fıtnat, kendini Ali Bey'e teslim etmez. Aralarındaki tartışma esnasında Ali Bey, Fıtnat'ın boğazından kopan ve elinde kalan muskayı açıp okuduğunda onun öz kızı olduğunu öğrenir. (Ooof ki ne oooof !)

NE TESADÜFTÜR Kİ , Vatan Yahut Silistre adlı tiyatro eserinde erkek kılığına girerek cepheye sevgilisinin peşinden giden Zekiye finalde kale kumandanı olan Sıtkı Beyin gerçek babası olduğunu oracıkta  öğrenir.

Örnekleri pekala çoğaltmak mümkün...Hadi bu değerli eserler ilk olma özelliği taşıdığı için bu kusurları görmeyelim ; ama aradan neredeyse iki yüz yıl geçmiş Tanzimat roman geleneği yerli dizilerimizde daha da abartılı şekilde her dizide farklı bir gariplikle  hortlayarak karşımıza çıkıveriyor.

Ben sadece bir diziyi izlemeye çalışıyorum , Fox'ta yayınlanan Bana Sevmeyi Anlat ...Bana Sevmeyi Anlat dizisi daha ilk bölümden itibaren tuhaf tesadüflerle başladı. Başrollerini Kadir Doğulu ve Seda Bakan'ın oynadığı dizide ileride sevgili olacakları besbelli olan Alper (Kadir Doğulu) ve Leyla (Seda Bakan)


NE TESADÜFTÜR Kİ  yine bir tesadüf sonucu karşılaşıyor , tabii ki ilk görüşte bir elektriklenme olmuyor ama olsun , ileride deliler gibi aşık olacakları ayan beyan ortada...

NE TESADÜFTÜR Kİ , Leyla evleneceği gün damadın (Haşmet-Mustafa Üstündağ) kötü bir adam olduğunu yine bir tesadüf sonucu öğreniyor ve düğünden topuklamak zorunda kalıyor. (ne oluyorsa hep bu kapı dinlemelerinden oluyor )

NE TESADÜFTÜR Kİ  Leyla , düğünden kaçarken tesadüfen oradan geçmekte olan Alper'in (Kadir Doğulu)  arabasında buluveriyor kendini...

NE TESADÜFTÜR Kİ , çalışmak zorunda olan Leyla , İstanbul'da binlerce iş yerinden  bula bula kendisini bebekten bırakıp giden aslında öz annesi olan muhteris iş kadını Canan'ın yanında buluyor...

NE TESADÜFTÜR Kİ Canan , kızının babasını yıllar sonra yine bir tesadüf sonucu görüyor...

NE TESADÜFTÜR Kİ Canan ; Leyla'nın yakın arkadaşı olan  saygın görünümlü mafya babası Haşmet'in düğünden kaçan müstakbel karısı olduğunu yine bir tesadüfle öğreniyor...


Tesadüflerin son yayınlanan bölümüne kadar hepsini yazsam "Sergüzeşt" kalınlığında bir roman olur...

Senaristleri de anlıyorum tabii , şahsen bana versen bir dizinin ilk yarım saatini zor yazarım , her hafta her hafta neredeyse bir sinema filmi senaryosu yazmak zorundalar... Hatta olayı öyle bir kurgulamalılar ki diziyi en can alıcı yerinde bitirip izleyenlerin haftaya da diziyi izlemelerini sağlamaları gerekiyor . Hal böyleyken tesadüfler de işin doğal parçası oluveriyor işte...

Sevgili senaristler , işiniz çok zor biliyorum ve emeğinize sonuna kadar saygılıyım ; ama lütfen biraz da olsun biz izleyicileri düşünün ve artık aşk tesadüfleri sevmesin n'olur !







14 Ara 2016

Hepsini bugün öğrendim #5

İRFAN YİĞİT/www.edebiyatfatihi.net
PRİME-TİME
PRİME-TİME İLK ZAMANLAR RADYO İÇİN KULLANILIYORMUŞ
Türkçesi altın saatler olan prime-time televizyonların en çok izlendigi 20.00 - 22.59 (22.59 dahil) arası saat dilimini kapsayan bir terim...Günümüzde  dizilere teslim olan  prime time teriminin temelleri radyo çağında ortaya çıkmış. Radyonun icadından ve popüler olmaya başlamasından sonra henüz icat edilmemiş olan televizyon ile tanışmamış olan aileler o zamanlar radyo başında bir araya gelerek özel zamanlar yaratmış ve dönemin radyoları da yayınlarını bu saatlere uygun olarak planlamıştır. dinleyenlerin gündelik yaşamına uygun olarak geliştirilen bu yayın planlaması da yayın akışı denen kavrammış  aslında.

DÜNYADA 50 MİLYON EŞEK VARMIŞ

Hürriyet gazetesinde bugün okuduğum habere göre dünyada 50 milyon eşek ve katırın olduğu tahmin ediliyormuş.Etiyopya'da otomobilden çok eşek varmış.Doğma büyüme İstanbul'dayım bir tane bile eşek  görmedim desem yalan olmaz ...

GERZEK VE MANYAMIŞ  KELİMELERİNİN MUCİDİ AYŞEN GRUDAYMIŞ
Bir yaşıma daha girdim.Günlük hayatta sıkça kullanılan "gerzek" ve "manyamış" kelimelerini Yeşilçam'ın unutulmaz oyuncusu Ayşen Gruda bulmuş meğer.Saba Tümer'in programında bu ilginç açıklamayı yapan Ayşen Gruda "Gerzek" ve "manyamış" kelimelerini ben buldum ama bir tek o gün kullandım bir daha kullanmadım' demiş.Bizde yalan yok , ilgili link için buradan lütfen... 

SOKAK TABELALARINDAKİ "TN" DE NE OLA ?
Bir süredir aklıma takılıyordu , sokak tabelalarındaki "TN" neyin açılımı diye merak ediyordum , tahminlerim tutmamış , "TN" tanıtım numarası demekmiş. Bu aydınlanmanın etkisiyle artık sokaklarda daha rahat dolaşabilirim.



13 Ara 2016

Çamaşır suyunun hastasıyım , hijyenin ustasıyım


ÇAMAŞIR SUYUNUN HASTASI , HİJYENİN USTASIYIM !





FATİH KUTAY /www.edebiyatfatihi.net için yazdı



Birçok programını ilgiyle izlediğim TLC 'de bayıldığım bir yapım var : Orijinal adıyla "Obsessive Compulsive Cleaners", Türkçesiyle "Temizlik Bağımlıları"... 

Uç noktalardaki insanları bir araya getirmek harika bir fikir ...Programda istifçilik yapıp hiçbir eşyayı atmayan çöp ev kıvamında bir evde yaşayan "temizlik düşmanı" insanlarla onların evlerini temizlemeye gelen "aşırı titiz ve hijyen takıntılı" insanlar konu ediliyor.

    Bu sıradışı  program sayesinde evini yıllardır temizlemeyip büyük bir pislik içinde yaşayan insanları da gördüm , buna zıt olarak klozetindeki bakterileri veya bir restauranttaki bardaklardaki mikropları ölçmek için bakteri ölçüm aleti kullanan insanları da...Aslına bakarsınız iki uç noktadaki insanların da ciddi bir terapiye ihtiyaçları var...İki şekilde de hayat gerçekten çok zor ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor.


    Programın menşei İngiltere'de yaklaşık 3 milyon istifçi varmış. Her birinin evi çöp ev kıvamında...Artık 7 yıldır çarşafı bir kez olsun değiştirilmemiş leş gibi bir yatak mı  ararsınız , 16 yıldır hiç  süpürülmemiş , dolabının içinde ölü fare bulunan, aldığı hiçbir eşyayı atamayıp eşya dağlarının tüm odayı kapadığı , pencerelerinden güneş sızmayan evleri mi ararsınız neler neler ?... Tabii bunun tam tersi günde 10 saat temizlik yapan (yok artık ya !)  mutfak ocağını diş fırçasıyla en ince detayına kadar pırıl pırıl yapan , simetri hastalığı olup yamuk duran her şeyden rahatsız olan insanlar da var...

    Evinde istifçilik yapan insanların ortak özellikleri bu eşyaların bir gün işine yarar düşüncesine kapılmaları. Eski dergiler, kaplar, giysiler, kitaplar, önemsiz e-postalar, faturalar, not tutulmuş ya da liste yapılmış kağıtlar gibi, başka insanlara gereksiz görünen birçok şeyi biriktirmek ya da atmakta zorlanmak,kişinin evinin artık uygun bir yaşam alanı olamayacak kadar çok dağınık olması,
İş ya da sosyal yaşamdaki endişe ve davranış bozuklukları bunlardan sadece birkaçı...

   Bu programı izledikten sonra kalkıp temizlik yapasım veya evdeki işe yaramaz eşya varsa onlardan kurtulasım geliyor...

Kısacası bu program öyle sıradan  bir temizlik belgeseli değil , insanlık için büyük ibretler barındıran kaliteli bir yapım...Denk gelirseniz izlemenizi öneririm... "Temizlik bağımlıları" Salı günleri 21.30'da TLC'de ekrana geliyor.

12 Ara 2016

BOOOOOZAAAA !!!

BOOOOOZAAAA !!!
Fatih Kutay
Bu aralar hava çok soğuk , haber bültenleri asıl soğuğun ve karın  kapıda olduğunu bildiriyor İstanbul için...Böylesi havalarda en çok gri kırçıllı kırmızı ponponlu  battaniyemin  altında film izlemeyi severim.Çayımı da demler , atıştırmalıklarımı yanıma alır , battaniyemin altına kıvrılırım.

Bu akşam da böyle yaptım... Film izlemek seçmesinden daha az zamanımı alıyor. Her defasında bu kararsızlık beni yoruyor , film yorumları da çoğunlukla beni ters köşe yapıyor.Neyse ...Bakalım film saracak mı? Filmin ilk yarım saati sarmıyor , filmi tamamlamakla tamamlamamak arasında müteredditim.

 Derken hançeresini yırtar gibi bağıran bir bozacı geçiyor sokaktan , ilk zamanlar bu sesin bozacıya ait olduğunu anlamamıştım.2016'da sokaktan böyle nostaljik bir sesi duyacağımı da hiç düşünmezdim. Ama oydu , ta kendisi... Anılar , ah anılar bir bozacı nidasıyla  bu kadar mı depreşir , sonra  hatıraların iç sesi bozacıyı bu kadar mı  bastırır ve o ses artık duyulmaz olur  ? İzlediğim  filmin  sahnesine  benim hatıra sekanslarım karışıyor sonra , geçmişe kırılıyor zaman , çocukluğuma dönüyorum.

Sıcacık yuvam...Evimizin  huysuz ve tembel kedisi sobanın yanında tüm miskinliğiyle yatıyor. Adı geçerse sohbet arasında  arada kafasını kaldırıp bakıyor , sonra hayat yine ona güzel...Dert yok , tasa yok , mis gibi !... Çay kaşığı sesi sobada çıtırdayan odun seslerine karışıyor. Güğümdeki su fokur fokur kaynıyor , loş ışıkta sobadan tavana yansıyan dalgalı ışıklar belli belirsiz görüntüler oluşturuyor. En çok da kestane hoşuma gidiyor o anlarda ,  bir de sabah sobayı günümüz ekmek kızartma makineleri gibi kullanıp nar gibi kızarttığımız ekmeğe halis mulis tereyağı sürüp yemesi... Çok az kanallı tv.de ailecek seyredebileceğimiz programlar...Komşular bizde , sohbetlere kahkahalar karışıyor , komşu annemiz elmasını sobada biraz ısıttırmadan yiyemiyor. 

Seviyorum böyle sıcak aile ortamlarını , bu samimi his hoşuma gidiyor ...Aile sıcaklığı...Hatırası bile içimi ısıtıyor şimdi...



3 Ara 2016

HEPSİNİ BUGÜN ÖĞRENDİM #4

Merhabalar ,
Hafta sonu rahatlığının da etkisiyle bol bol belgesel izleyip internette o siteden bu siteye araştırma yaptım , karşıma yine ilginç bilgiler çıktı.


İRFAN YİĞİT/edebiyatfatihi.net
KONSERVE AÇACAĞI KONSERVEDEN YARIM ASIR SONRA BULUNMUŞ

Da Vinci Learning kanalından şaşırtıcı bir bilgi öğrendim.Konserve gıda için ilk patent hakkı 1810'da Peter Durand'a verilmiş , ama konserve kutularının küçük ve yararlı yoldaşı konserve açacağının icadı tam yarım asır sonra olmuş. O zamana dek insanlar bu kutuları açmak için çekiç, keski hatta silah bile kullanmış .

28 Kas 2016

Pazartesi sendromunu aş da gel !

PAZARTESİ SENDROMUNU AŞ DA GEL 
Fatih Kutay
Günler birbirinin aynısı aslında , onlara özel anlamlar yükleyen insanların kendisi...Haftanın ilk günü veya son günü , doğum günleri ,evlilik yıldönümleri , kredi kartının son ödeme günü , maaş günü vb.

Pazartesi gününden çoğu insan nefret ediyor. Halbuki o da Allah'ın sıradan bir günü işte ! Hafta sonu rahatlığı yerini yoğun bir iş temposuna bırakacak , yeni haftada  geçen haftadan biriken bir sürü iş , yapılacak onca şey  veya yeniden okula gitmek...Bu düşünceler haftanın ilk gününün nefret objesi olmasına neden oluyor ve bu nefret bazılarında sendroma dönüşüyor.

 Haftanın ilk günü evden işe giderken insanları gözlemliyorum. Çoğunlukla mutsuz bir kalabalığın içinden geçiyorum sanki.  Çalışanlar , öğrenciler haftasonuna sığmamış yaşamlarının hayal kırıklığıyla bu kalabalığın içinde zorunda oldukları yere doğru giderler. Özellikle sabah erken kalkmanın hele ki bu soğuk günlerde sıcacık yataktan çıkıp işe veya okula gitme zorunluluğu yok mu ?  Herkes bu mecburi istikametin mızmız bir yolcusu ve herkes  bu kısır döngünün kurbanı sanki...

20 Kas 2016

Avrupa’yı Şık Gösteren En Önemli 5 Müze


Avrupa’yı Şık Gösteren En Önemli 5 MüzeEmre CAN /edebiyatfatihi.net
Avrupa’nın yaşadığı savaşlar karşısında yine de ayakta kalan en şık bu yapıtlar, dünyanın her yerinden toplanan koleksiyonlarıyla bulundukları ülkelerin simgeleri haline gelen Louvre Müzesi, British Museum gibi merkezlerde 1950’lerden sonra modernizmin müzeleri eklendi. Dünyanın en ünlü mimarları en şık bir şekilde mekanların kimliğini yansıtmak için güncel sanat müzelerini tasarladılar.

5. British Museum
Dünyanın en zengin tarihi eser koleksiyonuna sahip müzelerden British Museum, fizikçi Sir Hans Sloane tarafından toplanan eserleri devletin satın almasıyla kuruldu. Londra’da bulunan müzedeki eser sayısı altı milyondan fazla. Bir çoğu da alan yetersizliğinden dolayı müzenin deposunda saklanıyor. İnsanlık tarihin çeşitli yıllarını gözler önüne seren British Museum a her yıl dünyanın çeşitli yerlerinden binlerce turist geliyor. Türkiye, Mısır gibi ülkelerden yıllar önce İngiltere’ye getirilen eserlerde müzenin eşsiz koleksiyonunu tamamlıyor. Müze binası 1823-1847 yılları arasında Great Russel Caddesi üzerinde, Robert Smirke tarafından inşa edildi.Mimar Norman Foster ise 2000 yılında müze binasına eklemeler yaptı. Dörtgen bir avluya sahip müzenin ortasında dairesel biçimli birde kütüphane var. Bu kütüphane Karl Marx, Leon Trotsky, Oscar Wilde, George Bernard Shaw gibi isimler tarafından ziyaret edilmiştir.


25 Eki 2016

HEPSİNİ BUGÜN ÖĞRENDİM #3

HEPSİNİ BUGÜN ÖĞRENDİM 
İrfan YİĞİT /edebiyatfatihi.net blog yazarı

KERİMCAN DURMAZ ASLINDA MUHAFAZARMIŞ
 Televizyondaki talk-show programlarından ve gazete röportajlarından çok ilginç (?) şeyler öğreniyorum... Sosyal medya  fenomeni Kerimcan Durmaz görüntüsünün tam aksine muhafazakarmış. Kerimcan , Posta gazetesine verdiği röportajda "Muhafazakârım, Kur’an okuyup namaz kılıyorum; gerçek hayatımı yansıtsam yer yerinden oynar!" demiş...  Beynimi gereksiz bir bilgiyle daha doldurmanın kıvancıyla (!) diğer öğrendiğim ilginç bilgilere  geçiyorum...


24 Eki 2016

Hayata Yeni Bakış Açısı Kazandıracak (3 Kitap)

EMRE CAN
edebiyatfatihi.net blog yazarı
Hayata Yeni Bakış Açısı Kazandıracak (3 Kitap)
Okumak mutlu olmanın bir diğer yolu. Öyle fazla arkadaşa gerek yok hayatta mutlu olmak için. Sadece doğru seçimlerle mutlu olabilir insan. Sonu sıfırlarla dolu kişilerin oluşturduğu kalabalık hiçbir şey ifade etmez. Başında bir sayı olmadan tüm sıfırlar değersizdir. Bazen öyle bir film izlersiniz ya da bir olay gelir başınıza “işte bu!” dediğiniz anlar olur ve hayatınızda büyük değişiklikler meydana gelir. Şimdi sizlere okuduğunuzda pişman olmayacağınız ve hayata dair birikimlerinizi çoğaltabileceğiniz; hepsi tarafımdan okunmuş ve öneri olarak sizlere sunulan kişisel yorumlarımla değişik bakış açıları oluşturan kitap listemiz :

3. İçimizdeki Şeytan “Sabahattin Ali”
“İçimizdeki Şeytan” kitabı okunduğunda benim içimi yazmışlar sanki dedirtecek bizlere. Yeni bir başlangıcın imkansızlıklarını anlatırken bazen de her şeye rağmen içimizdeki umutları canlı tutmamamız gerektiğini öğütleyecek. Ve ölümcül darbelere hazırlayacak bir kitap. Bazen ne yaparsan yap, ne kadar umut olursa olsun ve ne kadar hazırlanırsak hazırlanalım elimizden gelen hiçbir şey olmadığını benimsetecek hayata dair.

22 Eki 2016

HEPSİNİ BUGÜN ÖĞRENDİM #2


İrfan YİĞİT
edebiyatfatihi.net blog yazarı
HEPSİNİ BUGÜN ÖĞRENDİM #2
Merhaba , bugün yine bir sürü belgesel izleyip düzenli olarak takip ettiğim dergileri okudum...

DÜNYANIN EN YAŞLI KÖPEĞİ SANILAN MAGGİE BU YIL ÖLMÜŞ...
Köpekler insan yılı olarak ortalama 12 yıl yaşıyormuş.  Dünyanın en yaşlı köpeği olduğu sanılan 30 yaşındaki Maggie bu yılın nisan ayında Avustralya'da ölmüş , Maggie'nin yaşı insan yaşıyla 133'e tekabül ediyormuş. En çok takip ettiğim kanallar arasında Discovery Show Case'de "Köpekleri Tanıyalım" adlı harika belgeselin ilk bölümünden bu bilgiler...

21 Eki 2016

HEPSİNİ BUGÜN ÖĞRENDİM #1


HEPSİNİ BUGÜN ÖĞRENDİM #1
İRFAN YİĞİT 
edebiyatfatihi.net 

İnternet öyle derya ki sen yaklaştıkça o çekilir ve kendi peşinde sürükler . İnternette araştırma yaptığımda kendimi o siteden bu siteye o videodan bu videoya sürüklenmiş buluyorum.
Merak ve internet çok güzel ... Ben yeni şeyler öğrenmeyi ve bunları paylaşmayı seviyorum...
Bana ayrılan bu köşede "hepsini bugün öğrendim" başlığı altında yeni öğrendiğim ve  ilginç bulduğum bilgileri sizlerle  paylaşacağım...

İSTANBUL'DAKİ TAKSİ HATLARI 1-1,5 MİLYON LİRAYMIŞ


İstanbul'daki taksi hatları 1-1,5  milyon liraymış...Ayrıca bilmem hangi ünlü sanatçının  100 taksi hattı var dedikodusu da  tamamen şehir efsaneymiş...Teve2'de "Hepsi Bugün Oldu?" programına katılan İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı Yahya Uğur'dan bu bilgiler... Bunları öğrendim de n'oldu bilemiyorum şimdilik  , genel kültür olarak şurada dursun , belki bir gün bi' işe yarar.

Metin AROLAT

METİN AROLAT'IN DÖRT HAFTA EVDEN HİÇ ÇIKMADIĞI OLUYORMUŞ 

Yine aynı programa katılan ünlü şarkıcı ve reklam yönetmeni Metin Arolat bazı zamanlar dört hafta evden dışarı  hiç çıkmadığını söyledi.Adam sahiden markete bile çıkmıyormuş. Yabancı reklam sitelerini inceleyip , reklam senaryosu okuyup  yabancı dizi seyrediyormuş. Vallahi taş olsa yosun bağlar insan...Bence çok ilginç ve çelik gibi sabır gerektiriyor ...Metin Arolat'ı severim bu arada  , yönetmenliğini yaptığı reklamlar ve klipler de hiç fena değil (bknz. Bangır Bangır ,  Youtube'da en çok izlenen yerli klip)


16 Eki 2016

İstanbul, Sabahlar, İnsanlar ve Martılar Üzerine

İstanbul, Sabahlar, İnsanlar ve Martılar Üzerine
İstanbul Baltalimanı'nda sakin bir sabah... Hava hafiften puslu ancak dışarıda oturulabilecek kadar da ılık. Kış mevsiminin o son ayında boğaz sakin, köprüden geçen arabalar, otobüsler ve içlerinde seyahat edenler meraklı gözlerle izliyorlar büyülü boğazın iki kıtanın arasından akıp geçişini. Kimi umutlarını geride bırakıyor, çekip gidiyor buralardan, kimi yeni umutlar ekiyor.

 Bir tepeye bakıyor oturduğum yer, tepenin önü ''hayat'' denilen şeyi tam anlamıyla yaşarken, tepenin arkasına sefalet hakim. Klasik bir İstanbul sabahı, İstanbul hali yani. Öylece boğazı izliyorum. İstanbul'da bir şeyler karaladığımda hep söylerim martılar çok güzel kuşlar diye. Küçük görünüyorlar ama kocaman kuşlar onlar. Görünüşe aldanmamanın yegane temsilcilerinden yani, büyüklüğünü sonradan fark ettirenlerden. Ayrıca özgürler, dünyanın tüm pisliğine rağmen bembeyazlar. İstanbul'un tadını da en çok onlar çıkarıyorlar. Kah boğazın ortasında, kah tarihi bir surun, bir caminin, bir kulenin tepesinde öylece izliyorlar manzarayı. Bağırdıkça bağırıyorlar, hani hepimizin yapmak istediği ama yapamadığı gibi. 

13 Eki 2016

BİN CANLA SEVİYORUM TÜRKİYEMİ-ORHAN AFACAN


Sitemize gönderilen Orhan AFACAN'a ait güzel bir şiiri sizinle paylaşıyoruz...Siz de orijinal yazılarınızı sitemize gönderebilir , konuk yazarımız olabilirsiniz...Konuk yazar olma kriterlerimiz ve iletişim adresimiz için tıklayınız


BÜYÜTMEK İÇİN RESMİN ÜZERİNE TIKLAYINIZ

12 Eki 2016

GÜNÜN YORGUNLUĞUNA , KIRGINLIĞINA ŞİFA VE HUZUR NİYETİNE...

GÜNÜN YORGUNLUĞUNA , KIRGINLIĞINA ŞİFA VE HUZUR  NİYETİNE...

FATİH KUTAY yazdı
Günün haralası gürelesi içinde akşama doğru çöken o yorgunluk hissi...O anda evinize gidip sıcak bir duş alıp birazcık uyuma isteği...İster öğrenci olalım ister çalışan (gerçi öğrencilik de ağır işçilik ) yoruluyoruz...

Hayat hepimizi yoruyor , yediden yetmişe, kadın, erkek, zengin fakir, çalışan, evde oturan ayrımı yapmaksızın hepimiz aynı çemberin içindeyiz. Mücadele edip, hayat denilen bu hırçın denizde boğulmadan dimdik ayakta kalmaya çalışıyoruz... Gün içinde deniz bazen durgun oluyor bazen de oldukça fırtınalı...

Bir arkadaşımız kırıyor bazen bizi , bazen de biz onları kırıyoruz lafımızın nereye gideceğini bilmeden... İstediğimiz kadar dikkat edelim bazen terslikler , şanssızlıklar gelip onca insan içinden bizi buluyor. Şanssızlık paratoneri gibi çekiyoruz tüm negatif enerjileri üstümüze...Sorguluyoruz , "neden ben?" diye soruyoruz. Özeleştiri becerisine sahip insanlarsak suçu kimseye ve hiçbir şeye atmadan cevabı bulabiliyoruz.

Ben hayat bizi yoruyor diye olayı günahsız soyut bir kavrama yükledim ; ama işin doğrusu hiç öyle değil... Hayat falan değil bizi yoran bizzat muhatap olduğumuz insanların kendisi.

Kırıyorlar , incitiyorlar , silindir gibi ezip geçiyorlar...Verdiğiniz değere göre kırılma katsayınız artıyor.

Kendimi kırgın , yorgun ve yalnız hissettiğim zamanlarda kafamı dağıtmak için çeşitli meşgaleler buluyorum. Herkesin kendine göre bir deşarj şekli vardır muhakkak.Ben müzik limanına sığınıyorum böyle anlarda...


Sizi bilmem ; ama ben ne tv.deki senaryoları hep aynı olaylar üzerine gidip gelen saçma sapan bir diziyi takip ediyorum ne de başka bir programı. Tv.yi genellikle radyo olarak kullananlardanım. Eğer kafamı dağıtmak istiyorsam ve ortamda gerçekten kaliteli bir ses duymak istiyorsam uzun zamandır dinleyicisi olduğum Radyo Voyage kanalını açıyorum.Şu anda olduğu gibi...Bana eşlik ediyor ve beni gerçekten çok mutlu ediyor.

11 Eki 2016

ŞEHİR YAŞAMI YALNIZLIĞI


Şehir Hayatı Yalnızlığı


Şehir hayatını yaşayan ve (genellikle) bu hayattan sıkılan insanlarda çoğu kez aynı düşünceyle karşı karşıya kalıyorum. “Emekli” olup Anadolu’ya, Ege’ye, Akdeniz'e gitme hayalleri. Bunun altında yatan nedenleri derinlemesine incelemeye gerek yok. Anadolu insanı saftır, temizdir, sıcakkanlıdır. Oraların toprağı, suyu başkadır, doğaldır, organiktir falan filan. Bu böyledir.



Hal böyle olunca düşünmeden edemiyor insan, peki şehirlerde yaşayan insanların farkı ne bu Anadolu insanlarından? Hepimiz insanız en nihayetinde. Ben buna biraz da “izole olmak” diyorum naçizane. Kendimizi toplum içinde soyutlaştırmamızdan ötürü diyorum. Halbuki sabah işe giderken bindiğiniz bir otobüste neşe dolu bir “Günaydın” la karşılaştığınızı düşünsenize? Belki de tüm günü neşeli geçirmenizi sağlayacak bir günaydın.

                                        

5 Eki 2016

NEFSİNE UYMA , BAŞARILI OL !

Blogumuzun misafir yazarı EMRE CAN yazdı...
Siz de kendinize ait yazılarınızı bizimle paylaşabilirsiniz...Ayrıntılar için burayı tıklayınız
NEFSİNE UYMA BAŞARILI OL!!!

EMRE CAN BEZ
Nefsine kanmak ya da nefsine uymak uçuruma  sürüklenmek gibidir. Allah bizleri bu dünya da sınıyor , hayat imtihanlarla dopdolu... Bizler nefsimizin dediğini yaparsak yani içimizdeki bizi kötülüğe çağıran sesi dinlersek bu bizi başarılardan alıkoyar. 


 Anneler, babalar çocuklarına daha dikkatli bakmalılar. Onlara sahip çıkmak bu zamanda tam doğru bir düşüncedir. Nedeni ise çocuklar içindeki sesi dinliyorlar, özellikler daha yetişkinlik çağına  gelmemiş , hiçbir şeyden  haberi olmayan çocuklar bunlar ...

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Şu üç şey insanı felakete sürükler: Hasislik, nefse uymak, kendini beğenmek.) [Ebu Nasr, Hakim-i Tirmizi]
Bu nedenle öğrencilerimiz, okullarda veya arkadaş çevrelerinde uyumsuz davranışlar sergileyebiliyorlar. Aileler şimdiden çocuklarının nefslerine kanmamalarına alıştırmaları lazım. Onlar uymazlarsa ben akllıyım, düşünceliyim derlerse kendi kendilerine işte o zaman başarıya varırlar. İçindeki kötü davranışları akıllarından silmiş ve bir daha hatırlatmamak, bağımlı olmamak amacıyla fikirlerini kullanmış olurlar.

2 Eki 2016

EY ÖZGÜRLÜK !!!

BLOGUMUZUN MİSAFİR YAZARI İRFAN YİĞİT edebiyatfatihi.net için yazdı...Bu yazının her hakkı edebiyatfatihi.net bloguna aittir...

EY ÖZGÜRLÜK !

İRFAN YİĞİT


Denemelerine bayıldığım ünlü Fransız yazar Montaigne :
"Özgürlüğe öyle düşkünüm ki, koca Hindistan'ın bir köşesini bana yasak etseler dünyanın tadı kaçar neredeyse. Hiçbir yerde saklı, eli kolu bağlı yaşamak da istemem, orada pineklemektense alır başımı
havası, toprağı bana açık bir yere giderim."demiş...


Bu durum sanırım sadece fikir üstadı Montaigne'ye has değil , hangimiz yasaklardan ve kısıtlamalardan hoşlanırız  ki ? Hele ki söz konusu temel hak ve hürriyetlerse...

Her insan aslında eşit ve hür olarak doğuyor , bu eşitlik ve özgürlük yaşanılan coğrafyaya dar çerçevede ise aileye göre farklılaşabiliyor... Dünyanın bazı bölgelerinde insanlar temel hak ve hürriyetler konusunda diğer coğrafyalarda yaşayan insanlara daha şanslı olabiliyor...

Yazılı ve görsel medyada duyuyor , görüyor ve okuyoruz... Yıl olmuş 2016,  hala daha kız çocukların okutulmadığı , kadının pek çok temel hakka sahip olmadığı  ,insan haklarının çiğnendiği ülkeler var...Çok da uzağa gitmeye gerek yok , ülkemizin bazı yerlerinde  eskisi kadar çok olmasa da kadına hak ettikleri değerin verilmediğini , eğitim-öğrenim haklarından mahrum bırakıldığını  görüyoruz maalesef ...

Özgürlük toplumların olduğu kadar bireylerinde zihninde değişik değerlendirmeler ve yorumlar yaratan bir kavramdır... Kişinin özgürlüğü sınırsız mıdır ? Bir insan isediği her şeyi yapabilme hakkına sahip  midir ? Bu soruların cevapları o meşhur sözde var . Ne diyordu o söz : Bir kişinin özgürlüğü başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter...

Her insan teorikte özgür olsa da  bu özgürlükler sınırsız değildir elbet  , Sınırlar başka bir varlığı rahatsız etmeyecek şekilde çizilmiştir... Örneğin gecenin bir vaktinde evinde müziği son ses açıp çılgınlar gibi dans etmek istiyorsun , evet müzik dinlemek senin hakkın ve bu konuda özgürsün ; ama alt ya da üst kat komşunu rahatsız edecek derecede ses açmak özgürlük değil , o komşun da uyumak istiyor ve bu da onun hakkı ve uyuma özgürlüğü diye bir şey de var... İşte komşunun özgürlüğü başladığı yerde seninki bitiyor... Kulaklığı takarsan hem sen rahat edersin hem de başkasını rahatsız etmezsin...

24 Eyl 2016

SUNUM ÇILGINLIĞI YÜKSELİYOR

FATİH KUTAY yazdı
Gün geçmiyor ki yeni bir trend daha  sosyal medyada hortlamasın...Son çılgınlığın adı özellikle yeni gelinlerin sunum çılgınlığı...Öyle bir çılgınlık ki şaşaa , mübalağa , "desinler" için   yapılan inanılmaz sakillikler almış başını gidiyor...

Bilmeyenler için olay şu: Özellikle yeni evli bayanların  çok sevgili "kocişko"ları :)) ya da  misafirliğe gelen konu komşu ,eş dost  akrabalar için hazırladığı ikramları abartılı şekilde sunuş şekli...Artık kurabiyelere pembe pembe kurdeleler  , fuşya fuşya  fiyonk takmak mı ararsınız  , kahve tepsilerine saksıdan , hiç alakasız biblolara kadar koymalar ,  kendi için hazırladığı kahvaltı tabağındaki zeytinleri bile süslemeler mi ararsınız... Yani alt tarafı bir Türk kahvesine bu kadar özel anlamlar yüklemek neden ? Bir kahve fincanının yanına küçük bir bitter veya lokum konsa arkalarından "sunumu" çok kötüydü dedikoduları yapılmasından mı korkuyorlar acaba ? 
SUNUM ÇILGINLIĞINI BAŞLATAN FOTO :))
Evet bunu yapanlar   neden yapıyorlar ? Bir arkadaşım buna cevap olarak "Çocukluklarında evcilik oyunu oynamamışlar , net !" diye cevap verdi...Bence yer yer psikolojik rahatsızlığa boyutuna ulaşan bu "sorun"un kaynağında sosyal medyada daha fazla beğenilme  kaygısı , alt mesaj olarak "evliyim , mutluyum , çok arkadaşım var ve onlar için harika şeyler yapıyorum ve ben çok becerikliyim!" var...

Sunumsuz yakalanmak  bazı yeni evli bayanların büyük kabusu , bu çok belli ... Misiafirperverlik , nezaket , özenli olmak ve tabii ki sunum önemli ; ama her şeyi kararında bırakmak en doğrusu...

Bakalım önümüzdeki günlerde daha ne tuhaflıklara şahit olacağız...Biz takipte olacağız efenim...