12.sınıf edebiyat kitabı cevapları ,Fırat Yayıncılık
sayfa 71 ölçme-değerlendirme cevapları
SAYFA 71
3. Toplumcu şiirler ile ilgili olarak aşağıda
verilen yargılar doğru ise cümlelerin başına “D”, yanlış ise “Y” yazınız.
( D ) Geniş kitlelere hitap etmek düşüncesi vardır.
( D ) Geniş kitleleri harekete geçirmek düşüncesi
vardır.
( D ) Söylev üslubundan yararlanılmıştır.
( Y ) Ölçü ve kafiye kullanılmıştır.
( D ) Toplum için sanat anlayışı hâkimdir.
( D ) Sade bir dil kullanılmıştır.
( Y ) Sembolizmin etkisi görülür.
( D ) Şiirlerde sosyal problemler dile getirilir.
( D ) Şiirlerde sosyal problemler
dile getirilir.
4. Şiirlerinde serbest nazmın özelliklerini
kullanan Tevfik Fikret’le Nâzım Hikmet’in şiir anlayışları arasındaki en önemli fark nedir?
En
önemli fark Nazım Hikmet'in amacının sadece toplumu anlatmak değil aynı zamanda
onu değiştirmeye çalışmasıdır.
5. Aşağıdaki
cümleleri uygun kelimeleri kullanarak
tamamlayınız.
Serbest şiirde ritim DİZE BÖLÜNÜŞLERİYLE sağlanır.
Toplumcu şiirde dilin ALICIYI HAREKETE GEÇİRME işlevi ağırlık kazanır.
6. Toplumcu şiirlerin oluşturulmasını sağlayan
zihniyet hakkında bilgi veriniz.
Toplumcu
şiir cumhuriyete geçiş aşamasında ve toplumsal çalkantıların yarattığı fikir
cereyanları arasında doğmuştur.
ARAŞTIRMA
1. Sınıfınıza
Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları”, Kemalettin Kamu’nun “Bingöl Çobanları”,
Arif Nihat Asya’nın “Bayrak”, Zeki Ömer Defne’nin “Senin Yanında” adlı
şiirlerini getiriniz.
HAN DUVARLARI
-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk
düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı
ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
"Hana sağ indi, ölü çıktı
geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
BİNGÖL ÇOBANLARI
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların en eski âşinasıdır
soyum,
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların.
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde
bizi,
Her gün aynı pınardan doldurur
destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla...
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski,
yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi
yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir
köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı;
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni
burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini
babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu
kurda,
"Suna"mın başka köye gelin
gittiği akşam.
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir
ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına
yayla.
-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline
al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın olmasan bile
koyun,
Daima eğeceksin, başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de
çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe
karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları
an!
Mademki kara bahtın adını koydu:
Çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış
ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir
heyecanla...
Karıştım o gün bugün bu zavallı
çobanla
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına!
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl
süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin
son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını
yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne
keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü
gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin altında öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
Senin Yanında
Senin yanındayken, avuçlarımda,
Suda sabun gibi eriyor zaman..
Ve sanki yağ gibi kayıp gidiyor
Bir balık ellerimin arasından.
Al, yeşil sedefler akıyor ağdan,
Bana râm oluyor suların sırrı
Sade bir şeyler var parmaklarımda;
Pul pul, pırıl pırıl ve senden ayrı.
2. Millî ve memleketçi edebiyatın
özelliklerini araştırınız.
Milli
ve memleketçi edebiyatta toplumun değerlerine bir dönüş görülür. Anadolu teması
her tür eserde sıklıkla işlenir. Toplumun yaşayışı, söylemleri edebiyata yansır,
dilde halk dili görülür. Şiirde halk edebiyatı geleneğinden, hece ölçüsünden
yararlanılır. Toplum için sanat özelliği hakimdir. Sanatlı bir anlatım yerine
daha sade bir anlatım tercih edilmiştir.
3. Millî ve memleketçi edebiyat
zevk ve anlayışının kaynakları nelerdir? Araştırınız.
Milli
ve memleketçi edebiyatın zevk ve anlayışının kaynağı halk edebiyatı ve Batı
edebiyatıdır.
4. 1930
sonrasında millî ve memleketçi edebiyat zevk ve anlayışına göre yazılmış şiirleri araştırınız. Beğendiğiniz bir şiiri konu sonunda düzenlenecek
şiir okuma yarışmasına hazırlık için ezberleyiniz.
Akdeniz'den Geçerken
Sular pırıl pırıl, rüzgârı mis
kokulu,
Kuş uçmaz eski Türk kalyonlarının
yolu.
Sağda, sıra dağlarla kabaran
Anadolu,
Yeşil eteklerinde tükeniyor Toros'un.
Akşam pembeleşiyor bembeyaz
tepelerde,
Eğiliyor bulutlar engine perde
perde.
Dönüyorken kıyılar koyu bir
laciverde,
Sesini dinliyorum sularda
Barbaros'un.
Havada bir dost eli okşuyor
derimizi,
Boynu bükük adamlar tanıyor sanki
bizi;
İçimize çevirip nemli gözlerimizi.
Geçtik yabancı gibi yakınından
Rodos'un.
Kemalettin
Kamu
5. Millî edebiyat zevk ve anlayışını
sürdüren şairler Batılılaşan Türk şiir geleneğinden nasıl ve hangi ölçülerde
yararlanmışlardır? Araştırınız (Bu çalışma, İnceleme bölümünde ki 11. etkinlik
yapılacaktır.).
Bu
şairler Tanzimattan beri gelişen temalardan, Türkçülük akımı ve devamında Beş
Hececilerden oldukça etkilenmişlerdir. Böylece halk duyarlılığını Batılı bir
üslupla ele almışlardır.
6. Beş Hececiler
kimlerdir? Şiirde yapmak
istedikleri nedir? Araştırınız
(Bu çalışma,
İnceleme bölümündeki 13. etkinlik için yapılacaktır.).
7.
Kemalettin Kamu’nun edebî kişiliği hakkında
araştırma yapınız (Bu
çalışma, İnceleme bö lümündeki 15. etkinlik için yapılacaktır.)
Yorum Gönderme
YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...
1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.