TAHLİLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TAHLİLİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ara 2016

NECATİ BEY GAZEL AÇIKLAMASI,İNCELEMESİ,TAHLİLİ

NECATİ BEY GAZEL ŞERHİ,İNCELEMESİ,AÇIKLAMASI,NAZIM BİRİMİ,BİRİMLERİN KONUSU,TEMASI,KAFİYE VE REDİFLERİ,ÖLÇÜSÜ,TAHLİLİ
GAZEL

Tutalum zenbîl ile gökden iner meh-pâreler
A begüm yirden mi çıkdı âşık-ı bî-çâreler

İhtiyat itmez misün andan ki ashâb-ı niyâz
Baş açup zârî kılup yirden göğe yalvaralar

Câm-ı lâ'lünle şarâb-ı nâb hem-reng olmasa
Güvleyüp düşmezdi sâgar üstine âvâreler

Âfitâbum yüzün ağ alnun açıkdur gerçi kim
Sâye-vâr arduncadur bir nice yüzi karalar


Ey Necâtî çıkma yoldan aldanup güzellere
Şem' gibi sanma kim dâim önünce varalar


Necâtî Bey

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
AÇIKLAMASI VE EDEBİ SANATLARI
  • Diyelim ki ay parçaları (A.İstiare) (sevgililer) gökten zenbil ile inerler. A beyim! Çaresiz âşıklar yerden mi çıktı?
  •  (Ey sevgili!) (Nidâ) Dua edenlerin (âşıkların) baş açıp ağlayarak yerden göğe yalvarmalarından çekinmez misin?
  • Lâ'l (gibi kırmızı) (A.İstiare) dudağının kadehi ile saf şarap aynı renkte olmasa (aşkınla) avare olanlar hücum edip kadehin üstüne düşmezdi. (Hüsn-i Ta‘lil)
  • Güneşim (A.İstiare, Nidâ) (sevgilim)! Gerçi yüzün ak, alnın açıktır ama birçok yüzü karalar (rakipler) gölge gibi ardından gezmektedir. (Teşbih)
  • Ey (Nidâ) Necâtî! Daima mum gibi önünde gideceklerini (yol göstereceklerini) sanıp da güzellere aldanıp yoldan çıkma! (Teşbih)
İNCELEMESİ

Nazım Şekli: Gazel   
Nazım Birimi: Beyit
Ritim ve ahenk: Aruz Ölçüsü "fâilâtün / fâilâtün /fâilâtün / fâilün" kullanılmıştır.
Dil: Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımı ağır dil.
Tema: Aşk.
Gelenek: Divan Edebiyatı geleneği.

Birimlerde İşlenen Konular:

1. Birim: Şair, seven bir insanın sitemini anlatmaktadır. Âşığın çaresiz olması, sevdiğine ulaşma konusundaki çabalarının başarısızlığını gösterir.
2. Birim: Şair, aşk acısı çeken âşığın tıpkı dua eden insanlar gibi Allah'a yalvardıklarını belirtmektedir.
3. Birim: Şair, Divan edebiyatındaki güzel anlayışına değinmektedir. Sevgili, kırmızı dudaklıdır, bu sebepten şarabın yanında dudağın kırmızılığı bulunur. Ayrıca, şarap, içenin aklını başından nasıl alıyorsa, sevgilinin bu şekildeki dudakları da seveni sarhoş eder.
4. Birim: Şair sevgilisini güneşe benzetmektedir. Güneş, dünyaya ışık verir, ardından ise karanlık basar. Şair, sevgilisiyle arasına engeller koyan rakibi, "yüzü kara", kötü insanlar diyerek iğnelemektedir.
5. Birim: Şairin adını söylediği gazelin bu bölümüne mahlas beyiti, ya da son, bitiş anlamına gelen makta denir. Şair, sevgiliyle ilgili düşüncelerini bu beyitte değiştirir. Her güzele inanma, onlar seni yoldan çıkarır, der.




29 Eyl 2016

KARARTMA GECELERİ ROMAN ÖZETİ,OLAY ÖRGÜSÜ,KİŞİLER,YER VE ZAMAN,TAHLİLİ

KARARTMA GECELERİ
YAZARI: RIFAT ILGAZ
TÜRÜ: ROMAN

KONUSU:  II. Dünya Savaşı sürecinde kitabı toplatılan öğretmen-şair Mustafa Ural'ın hikâyesini anlatır.

ESER HAKKINDA GENEL BİLGİ: Eser, İstanbul’un İkinci Dünya Savaşı zamanını ele almaktadır. Kentte baskın tehlikesine karşı geceler karartılmaktadır. Şehirde sağcı solcu davaları ve sıkıyönetim de baş göstermektedir . Karartma Geceleri romanının ana kahramanı olan Mustafa Ural, böyle bir dönemde yazdığı kitaplardan dolayı tutuklanan bir aydın olarak ele alınır. Biyografik özel­likler taşıyan yazarın bu romanında bir aydın kişinin fikirlerinden dolayı düştüğü sıkıntılı durumlar ve savaş dönemi İstanbul’unun siyasi, ekonomik or­tamı çarpıcı bir şekilde sunulmaktadır.

10 Eyl 2016

MAKBER ŞİİRİ TEMASI,NAZIM BİRİMİ SAYISI,NAZIM TÜRÜ,GERÇEKLİK,GELENEK,TAHLİLİ

MAKBER ŞİİRİ ÜZERİNE
Abdülhak Hâmid Tarhan'ın, (ö. 1937) karısının ölümü üzerine yazdığı manzum eser.
Abdülhak Hâmid, 1883 Ekiminde baş-şehbender olarak tayin edildiği Bombay'a giderken eşi Fatma Hanım'ı da berabe­rinde götürmüştü. Vereme yakalanmış olan Fatma Hanım'ın sağlığı burada daha da bozulunca İstanbul'a dönmek için bin­dikleri gemide hastalığın ilerlemesi üze­rine o sırada Beyrut'ta vali olan ağabeyi Abdülhak Nasûhî'nin evine inerler. Fatma Hanım burada ölür (21 Nisan 1885) ve bu­raya defnedilir. Makber, Hâmid'in Bey­rut'ta kaldığı kırk gün içinde yazdığı uzun ve tek bir şiirden ibaret eseridir (Abdül­hak Hâmid'in Hâtıraları, s. 166-169).

6 Oca 2016

AHMET HAŞİM KARANFİL ŞİİRİ TEMASI, ÖLÇÜSÜ, ANLATILANLAR,TAHLİLİ

AHMET HAŞİM'İN KARANFİL'İ 
CEVAT AKKANATAhmet Haşim (1884-1933), modern Türk şiirinin kurucu şairlerindendir. Onun adı Fecr-i Âti Topluluğu ile birlikte anılsa da, poetik duruşu ile aslında bağımsız bir şair profili çizer. Nitekim şiirde anlamı bir kenara atıp söyleyiş güzelliğini ve musikîyi ön plana çıkarması, onu özgün bir şair kılmakla bırakmaz, sonraki kuşakları da derinden etkiler.

Onun şiirimiz içindeki yerini göstermek için değişik yollar seçilebilir. Bunlardan birisi de bir şiirini ele alıp şerh etmektir. Bu doğrultuda biz, Haşim'in iki üçlükten oluşan "Karanfil" başlıklı şiirini gündeme alacağız. Önce bu şiiri okuyalım:


"Yârin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Rûhum acısından bunu bildi
Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler,
Gönlüm ona pervâne kesildi."


İlk defa Yeni Mecmua, IV, 1923, s. 20'de, "Bu şiir Aptülhak Şinasiye ithaf olunur" ifadesiyle yayınlanmış olan Karanfil, şairin Piyale (1926) kitabındaki on ikinci şiirdir.

Şiirin Yeni Mecmua'daki ilk neşrinde birinci mısra "Yarin dudağından getirildi", üçüncü mısra "Gönlüm acısından bunu bildi" şeklinde idi. Şiirin ikinci mısraı, Haşim'in ölümünden sonra Yeni Mecmua'nın 21.6.1933 günlü "Ahmet Haşim Nüshası"nda "Bir deste alevdir bu karanfil" şeklindedir. Yine aynı mısra Feyzullah Sacid'in Ahmet Haşim hakkındaki bir makalesinde "Bir katre ateştir bu karanfil" (Ülkü Mecmuası, XVII, 1941, s. 17) şeklinde kaydedilmiştir. Şiirin bir başka neşrinde de dördüncü mısra yerine yanlışlıkla "Bir Yaz Gecesi Hatırası" şiirinin üçüncü mısraı "Oklar gibi saplanmada kalbe" eklenmiş ve şiirin dördüncü mısraı eksik kalmıştır (A. Haşim, Hayatı, Seçme Şiir ve Yazıları, İst., Semih Lütfü Kitabevi, 1941, s. 13).

"Karanfil", Ahmet Haşim'in poetikasını net şekilde gösteren bir şiirdir. Bu şiirde, şiir sanatının muhtaç olduğu ahenk, ritim, armoni gibi unsurlar estetik diğer değerlerle birlikte ve iç içe yer almaktadır. Duygu yoğunluğu, seslerin ve işaretlerin arkasına gizlenmiş hayâl âlemi, içten içe, alttan alta kendini ele everen hüzünlü anlamıyla, ne eksiği ne de fazlası olan bir şiirdir "Karanfil". Gerçi "Ruhum acısından bunu bildi" şeklindeki üçüncü mısra bir nesir parçasını hatırlatıyorsa da, kendisinden önceki ve sonraki dizeleri kaynaştırır bir mahiyet taşıdığı için göze batmaz. Hatta, bu saf şiire, acemiliğe has bir tat, bir lezzet verir.

"Bu" işaret sıfatıyla gösterilen "Karanfil", "bir katre alev"dir. Fakat bu bir damla alev, "Yarin dudağından getirilmiş"tir. Bütün benliğiyle acı ve ıstırap çeken şairin ruhu, bunu böyle "bil"mektedir. Bu kısa "anlamlandırma" çalışmasından nereye ulaşıyoruz? Haşim'in dünyasına?

Küçük yaşta çok sevdiği annesinden yoksun kalan, ömrü boyunca anne sevgisini arayan Haşim, kendi kendine izafe ettiği ve hiçbir zaman kurtulamadığı "çirkinlik" psikolojisi sonucu tadına varamadığı aşk hayatı? Her ne kadar Ahmet Hamdi Tanpınar "Karanfil" için, Haşim'in nişanlısından ayrıldıktan sonra yazdığı bir şiirdir diye anlam daraltıcı bir yorum yapsa da, "yâr", "katre", "alev" ve "karanfil" kelimeleriyle çizilen saha somut ve maddi bir saha değildir. Kısacası, burada sadece sevilenden söz edilmemektedir. Daha doğrusu, bu olduğu kadar, başka şeydir de: Sıcak, hakiki, dostça sarıp sarmalayıveren bir ilgi, bir ruh kucağı?

Bir çiçek olan "karanfil" renk itibariyle "yarin dudağı" ve "alev" mefhumlarına teşbih edilmiş. Bu üçünün "kırmızı" renkte birleşmesi, Haşim'in bu renge olan sıcaklığını, başka bir deyişle onun bu renkle açığa çıkan hâlet-i ruhiyyesini gösterir. Kırmızının aşırı duyarlı, içine kapalı, titiz, hisli, mahcup, çekingen ve heyecanlı insanların rengi olduğu ilmî kayıtlardan tespit edilebilir.

Burada görülen bir başka husus da "alev" ile "katre"nin (damla) birlikte ele alınış şeklidir. Şair "bir katre alev" derken, "alev"i sıvı (su, vb) maddelerin özelliğine büründürmüştür. Kâinatın dört temel unsurundan ikisine işarettir (ateş, su) edilen bu ifadede, sevgiye susamış bir ruhun çektiği acı ve terennüm ettiği ince serzeniş vardır. Şair "Bir katre alevdir" diyerek, aslında büyük bir yangın olarak içinde yaşattığı acıyı, küçük (alev) göstermekte, böylece ters etki yoluyla güçlü bir anlam yakalamaktadır.

Duygu ve anlamca yoğun olan ilk bölümün özellikle birinci ve ikinci mısraları Divan şiirimizde görülen mazmunlu, coşkun, lirizm dolu beyitleri hatırlatmaktadır.

"Düştükçe vurulmuş gibi yer yer"

Ama işte trajedi! Acı çeken, ıstırap yüklü şairin ruhu, zaten hep bu dönme dolabın içindedir. Döner durur o; umut-umutsuzluk, sevgi-sevgisizlik, vuslat-firkat, hayat-ölüm? Oysa elde, bir karanfil vardı. Herşeyiyle belli, canlı, vasıfları belirlenmiş?

Ama artık o "vurulmuş gibi"dir. "Yer yer" düşmekte, yok olmakta, ölmektedir. Hatta ölmüştür. Kelebekler onun kokusundan kızgındırlar. "Kelebekler" kelimesi "yer yer"le kafiye olsun diye kullanılmış değildir. Peki, neyi ifade ediyor öyleyse? Sanırım, "Karanfil" şiirindeki zamanı "koku" ile birlikte ele veren bir görevi vardır "kelebekler"in: Kısa, gelip geçici ömür zamanını?

Ve son mısra: "Gönlüm ona pervane kesildi." Kavuşamayan, arzusuna ulaşamayan, doyumu yaşayamayan, hayal alemi ile gerçek hayat çarpışmasını yüksek bir kriz içinde yaşayan şairin ruhu burada kendisini apaçık gösteriyor: Şairin gönlü, canlanacak, tekrar hayat bulacak diye o ölü karanfilin çevresinde dönüp durmaktadır.

Yazımızın başında "Karanfil"in ilk kez 1923'te yayınlandığını belirtmiş, şiirin "Piyâle"de on ikinci şiir olduğunu kaydetmiştik. Aynı eserde "Karanfil"den önce "Başım", "Karanfil"den sonra ise "Bülbül" şiirleri vardır. "Başım"ın Haşim için önemi herkesçe malumdur: Çirkinliğine dair bir kayıt? "Bülbül"ün özelliğini ise şiirin şu son iki mısraı ile ortaya koyalım: "Bil kalbimizin bahçelerinde/Cân verdi senin söylediğin gül" Görüldüğü üzere, bu iki mısra, muhtevaca "Karanfil" ile büyük bir benzerlik gösterir.

Burada, aralarında anlam bağı kurmaya çalıştığımız üç şiirin yayınlanışlarıyla ilgili tespitleri de ortaya koyalım: "Bülbül" 1921'de Dergâh Mecmuası'nda, "Başım" 1927'de Hayat Mecmuası'nda yayımlanmıştır. İlk neşir tarihlerine göre bu şiirler "Piyâle"de şu şekilde olmalıydı: "Bülbül", "Karanfil", "Başım"? Fakat şair bu sıralamaya uymamış, tercihini "Başım", "Karanfil" ve "Bülbül" şeklinde kullanmıştır. Şekille ilgili bu ilginç duruma başka bir husus da eklenebilir: "Karanfil" ile "Bülbül" kitabın aynı sayfasında yer alıyor. Bütün bunlardan sonra, bu iki şiirdeki ortak havayı ve her üç şiirdeki ortak noktaları şairin bilinçli bir şekilde okuyucuya arz ettiğini söyleyebiliriz.

"Karanfil" üçer mısralık iki bölümden oluşturulmuş. "abc ? ddc" kafiye şeması ile ve "mef'ûlü, mefâîlü, feûlün" aruz kalıbıyla kurulan şiirde ortak ses yoğunluğu bulunan kelimeler bir arada kullanılmış: "Yârin", "getirilmiş", "bir", "karanfil", "bildi", "gibi", "kesildi" kelimelerindeki "i" sesi ile "yârin", "getirilmiş", "bir", "katre", "alevdir", "karanfil", "ruhum", "vurulmuş", "yer yer", "kelebekler", "pervane" kelimelerindeki "r" sesi şiire hakim olan seslerdir. Bunlara "katre", "karanfil", "kızgın", "kokusundan", "kelebekler" kelimelerindeki "k" sesini de ekleyebiliriz ki, böylece şiirin müzikal yapısındaki yükseklik daha bir belirir?

30 Kas 2015

BURSA'DA ZAMAN ŞİİRİNİN KONUSU , TEMASI , AÇIKLAMASI , AHENK ÖGELERİ ,TAHLİLİ

Ahmet Hamdi Tanpınar, sadece Türk edebiyatının değil,  Türk kültür ve fikir hayatının da  önemli bir ismidir. Genç yaşlarında,Yahya Kemal, Rıza Tevfik, Ahmet Haşim, Ziya Gökalp, Ahmet Haşim gibi gerek sanat gerek fikir dünyasının önemli isimlerin yanında bulunup sohbetlerine dahil olması muhtemelen sanatçının alt yapısının oluşmasında bir hayli önemli rol oynar.
Tanpınar için “sanat” bir bütündür. Resim, heykel, mimari, şiir, roman, hikaye, tiyatro vs birbirinden ayrı düşünülemez. Tüm bu sanat dalları birbirleri ile etkileşim içindedir. Sanat hakkında bir diğer görüşü de; sanatı öncelikle bir “uygarlık meselesi” olarak görmesidir. Ona göre, üzerinde yaşadığımız coğrafyada Türk toplumu iki uygarlığın etkisinde kalarak kendi sentezini oluşturmuştur. Bu sentez, gerek Doğu gerekse Batı uygarlıklarının  iyi ve kötü yanlarını içinde barındırır.
“Görmekle bakmak arasında fark vardır.” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar çevresindeki her şeyi aşırı bir dikkatle gözlemler. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde ders verdiği yıllarda, öğrencilerini yanına alarak, sık sık İstanbul’da dolaştığı ve mimari yapılarla edebiyat arasındaki ilişkiyi onlara göstermeye çalıştığı anlatılır.
Tanpınar, müzikle de yakından alakalıdır. Türk müziğini ince ayrıntıları ile bilirken, klasik Batı müziği sanatçılarını da tanır ve onların müzik formlarına hakimdir. Sanatı bir bütün olarak gören Tanpınar’ın mimariye ve resme de ayrı bir ilgisi vardır. Avrupa’ya ait bir çok önemli eseri yorumlayan Tanpınar, Bursa’daki Yeşil Türbe ile Paris’te bulunan Notre Dame Kilisesi’ni de estetik bakımdan karşılaştırmıştır. Çok yönlü olan sanatçı muazzam bir mitoloji bilgisine de sahiptir. Tanpınar eski sanat eserlerimizi değerlendirirken, eskiye nasıl yaklaşmamız gerektiğini şu şekilde ifade eder:
“Geçmişi öğrenmek, geçmişin hırdavatçılığını yapmak demek değildir. Geçmişi öğrenmek, onu değerlendirmek, ondaki güzellikleri ve kalıcı unsurları, Batı’nın ulaştığı uygarlık çizgisinde Batılı bir sanat anlayışına kavuşturmaktır.”
Görüldüğü gibi hayat ve sanat anlayışı makul bir sentezciliğe dayanan Tanpınar’ın romanlarında ve hikayelerinde yer alan kahramanlar da hep bu görüş etrafında ortaya çıkar. Onun kahramanları genellikle, yüksek tahsilli fakat Doğu ve Batı kültürü arasında sıkışmış, bunalımlı kişilerdir. Bu biraz da Tanpınar’ın kendi kişisel dünyasıdır. Eserleri çatışmalar üzerine kurulmuştur. Madde ile maneviyat, hayal ve düşünce çatışmaları ile kültürler arası çatışmalar eserlerinin bel kemiğini oluşturur.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Fransız şiirinden bilhassa sembolizmden etkilendiği görülür. Paul Valery ise onun en sevdiği şairler arasındadır. Şiirlerinde Ahmet Haşim’in özellikle Yahya Kemal’in etkisi fazladır. Şiirlerini daha çok serbest müstezatla yazan Tanpınar, şiirde de kendi sentezini oluşturmuştur.
Onun şiir görüşünü fazlasıyla yansıtan, içinde tarih, mimari, şehir, maneviyat ve aşkın olduğu şiirlerinden biri de “Bursa’da Zaman”dır.

1 Kas 2015

KANUNİ MERSİYE TEMASI , AÇIKLAMASI ,ÖLÇÜSÜ ,ZİHNİYETİ ,GERÇEKLİK ,TAHLİLİ

TERKİB-İ BEND
 (Kanunî Mersiyesi) ve açıklaması
TERKİB-İ BEND (Kanunî Mersiyesi)
Mersiye-i Hazret-i Süleymân Hân aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân
(Birinci bend)
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng
 
An ol günü ki âhir olub nev-bahâr-ı ömr
Berg-i hazana dönse gerek ruy-ı lale-reng
 
Âhir mekânının olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinde irse gerek câm-ı ayşa seng
 
İnsân odur ki âyine veş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem isen kîne-i peleng
 
İbret gözünde niceye dek gaflet uyhusu
Yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-çeng
 
Ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng
 
Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engerüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng
 
Yüz yire kodu lûtf ile gül-berg-i ter gibi
Sanduka saldı hâzin-i devrân güher gibi
 
Vezin: mefûlü / fâilâtü / mefâîlü / fâilün
Günümüz Türkçesiyle
1. Ey şan ve şöhret düşüncesinin tuzağına ayağı bağlı olan kişi, bu kararsız dünyanın işleriyle uğraşma hevesi daha ne zamana kadar sürecek?
2. Ömrünün ilkbaharının son bulup lâle renkli yüzünün güz yaprağına döneceği o günü düşün.
3. Sonunda senin de hayat kadehine feleğin elinden bir taş gelecek ve yerin, kadehin son yudumu gibi toprak olacak.
4. Gerçek insan, yüreği ayna gibi temiz ve lekesiz olan in¬sandır. Eğer sen de insansan, göğsünde bu kaplan kini ne arıyor?
5. Bâkî da ibret alması gereken gözünde bu gaflet uykusu ne zamana kadar sürecek? Sana aslanpençeli pâdişâ¬hın başına gelen olay ibret alman için yetmez mi?
6. O, mutluluk ülkesinin usta binicisi pâdişâhın atına, dola¬şırken dünyâ alanı dar gelirdi.
7. Macar kâfirleri onun kılıcının suyuna baş eğdiler. Fransız kâfirleri de kılıcının cevherinin tadını tadıp beğendiler.
8, Taze gül yaprağı gibi yüzünü yavaşça yere koydu. Devran hazinecisi de onu değerli bir mücevher gibi sandığa yerleş¬tirdi.
 
4. Bent:
1. İlkbahar bulutu senin acından benim gibi ağlayıp dövün¬sün; ağlaya ağlaya ufukları çepeçevre dönüp dolaşsın.
2. Sabah vakti öten kuşların iniltileri dünyayı tutsun. Güller saçlarını başlarını yolsunlar, bülbül âh çekip feryat etsin.
3. Dağlar yas tutup, sümbüller saçlarını yolsun, ağlasınlar; sel gibi akan gözyaşlarını eteklerine döksünler.
4. Güzel huyunun kokusunu andıkça, Tatar miskinin göbe¬ğinin içi, derdinle lâlenin içi kapkara olsun.
5. Gül senin ayrılığın üzüntüsüyle yollara kulak verip dinle¬sin. Nergisin yaptığı gibi kıyamete kadar senin gelmeni beklesin.
6. İnci gibi gözyaşları döken göz ağlamaktan dünyayı denizlere döndürse, yine de senin gibi büyük, değerli bir inci meydana getirmez
7. Ey gönül, bu anda bana dost olan yalnız sensin. Gel bari ney gibi birlikte ağlayıp inleyelim.
8. Ahımız ve iniltilerimizin sesini göklere yükseltelim. Bu yedi bend, padişahın derdini çekenleri büsbütün coştursun.

Şiir ve Zihniyet: Osmanlı devletinde tahtta en uzun süre kalan 16. yüzyıl Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine, aynı yüzyılda yaşayan Bâkî'nin ünlü mersiyesini okudunuz.
Şiirde dönemin zihniyetini yansıtan toplumsal, siyasi, askerî, ekonomi, sa¬nat, dil, din ile ilgili unsurlardan bazıları şunlardır:
• Birinci bendin altıncı beytinde "mülk-i saadet" ifadesinden, ekonominin iyi olduğunun, insanların refah içinde yaşadığının işaretidir.
• Dünyanın geçici oluşunun vurgulanması dönemin sanatçılarının dünyaya bakış açısının izleridir.
• Aynı beyitte padişahın atıyla dünyayı dolaşmasına değinmiştir. Bura¬dan Osmanlı'nın ulaşımını atlarla sağladığı ve ülkeleri fethedebilecek kadar güçlü bir devlet olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
• Bâkî'nin şiirlerinde Kanunî devrinin görkemli, zengin hayatını bulmak mümkündür. Bakî rahat ve ihtişamlı bir devrin şairi olduğunu hemen hissettirir.
• Bilindiği gibi 16. yüzyıl Osmanlı'nın her alanda (askeri, siyasi, kültürel, iktisat) en parlak dönemidir. Birinci bendin seki-zinci beytinde Avrupa ül¬kelerinden Macaristan ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'nin büyüküğünü kabul ettiğini görüyoruz. Bu, dönemin siyasi görünümünün edebî esere yansımasıdır.
Şiirde Ahenk: Ahenk, aruz ölçüsü ve uyaklarla sağlanmıştır. Okuduğunuz şiir, "mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün" kalıbıyla yazıl-mıştır.
I. BENT:
nam ü neng a
bî-direng a
nevbahar-ı ömr x -eng: zengin uyak Terkiphane
rûy-ı lale - reng a
kuffar-ı Engerus x
eyledi Freng a
 
gülberg-ı ter gibi b gibi: redif Vasıta beyti
güher gibi b
 
IV. BENT:

bî-karâr c
nev-bahâr c
subh-dem x –ar: zengin uyak Terkiphane
hezar c
hem nefes x
zâr-zâr c
bülend d "-end": zengin uyak Vasıta beyti
bend d
Şiir Dili: Şiirde sözcükler; gerçek, yan ve mecaz anlamlarıyla kullanılmış, dizelerde sanatlı anlatımlara yer verilmiştir. Özel-likle 1. bentte Arapça ve Farsça sözcüklere, tamlamalara çokça yer verilmiştir. Öyle ki bu bentte "ey" sözcüğünün dışında Türkçe sözcük kullanılmamıştır.
Tenasüp (anlamca ilgili sözcüklerin aynı birimde toplanması) sanatına sıkça yer verilmiştir. Şair üçüncü beyitte hayatı kadehe, benzetiyor. Kadehin son yudumu gibi toprak olacağını söyleyerek sanatsal ifadelere yer veriyor. 1. bendin dördüncü beytinde paslanmış ayna, kaplan derisine benzetilmiştir.
ŞİİRDEKİ BENZETMELERBenzeyen Kendisine Benzetilen
Dünyanın zevkleri tuzak
İnsan vücudu içki kadehi
Ecel taş
Kalp ayna
Kanunî aslan, baş süvari
Kanûnî'nin yüzü gül yaprağı
Kanûnî'nin vücudu elmas (mücevher)
Dördüncü bendin ilk beytinde ilkbahar bulutunun ağlamasında bir kişileşti-rilme söz konusudur. İkinci beytinde tenasüp sanatı vardır. "Nale, mürgan, sulh-dem, gül, âb u figan, hezar" sözcükleri anlamca ilgilidir. "Hezar" söz¬cüğüyle tevriye yapılmıştır. Hezar hem "bülbül", hem "binlerce" anl***** geliyor. Üçüncü beyitte, sümbüllerin saçını çözüp ağlaması kişileştirme (teşhis) sanatına örnektir. Dördüncü beyitte gül, insan gibi düşünülmüş (teşhis), intizar hem gözlemek hem de beklemek anlamında "tevriyeli" kul¬lanılmıştır. Aynı beyitle hüsnitalil sanatı da vardır.
Şiirde Yapı: Bu şiirin nazım şekli "terkib-i bencfdir. Nazım birimi de adından anlaşılacağı gibi "bent”tir. Alt birim olan "beyit-ler bir araya gelerek ana birim olan "benfi oluşturur. 5-15 arasında değişen bendlerden kurulur. Her bent genellikle 5-10 be-yitten oluşur. Bendler, "terkiphane" ve "vasıta" bölümlerinden meydana gelir. Vasıta beytinde, dizeler kendi aralarında uyak-lıdır. Vasıta beyti, her bendin sonunda tekrarlanırsa, nazım şekli "terci-i bend" adını alır. Terkib-i Bend, bir musammattır. Nazım birimi beyit değil, benttir.
Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikâyetler, dinî, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılır, toplumsal yergilere yer verilir.
 

 
Terkib-i Bend’in Uyak Örgüsü:I. Bent:
------------a
------------a terkiphane
------------x
------------a bent
------------b vasıta beyti her bentin sonunda değişir.
------------b vasıta beyti
II. Bent:
-----------c
-----------c
-----------x terkiphane bent
-----------c
-----------d
-----------d vasıta beyti
 
Sonraki bentlerde de aynı düzen devam eder.
Okuduğunuz şiirin tamamı sekiz benttir. Son, yani sekizinci bent şair tara¬fından sonradan eklenmiş olup Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'ya övgü niteliği taşır. Bakî mersiyenin yedi bent olduğunu şu mısrada söyler.
"Ashâb-ı derdi cûşa getürsün bu heft bend” (heft = yedi)
Birinci bentte şair, yaşadıkları sürece yükselmek, daha çok şeyler elde et¬mek isteyen kişilere, Kanunî Sultan Süleyman'ı ör-nek göstererek, bu dün¬yanın gelip geçici olduğunu hatırlatıyor. Onlara, dünya tutkularına kapılma¬malarını; iyi, temiz kişiler ol-malarını, ölümü akıllarından çıkarmamalarını öğütlüyor. Ardından Kanunînin dünyayı titreten, güçlü, "muhteşem" bir hü¬kümdar olduğu hâlde, ölümden kurtulamadığını belirtiyor. Sonraki bentlerde dördüncü bentte olduğu gibi Sulta'nın ölümünden duyduğu üzüntüyü tabiata mal etmek ister; bunun için hüsn-i talil sanatını bol bol kullanarak tabiattaki normal olayların "Kanuni'nin ölümünden duyulan üzüntüden ileri geldiğini" söyler. Şairin üzüntüsü ve tuttuğu yasa bütün tabiat âdeta eşlik eder.
 
Tema Konu Nazım Şekli Nazım Birimi Türü Birim Sayısı GelenekTEMA : Kanuni’nin ölümünden duyulan üzüntü. 
Terkib-i bent Bent Mersiye Sekiz Divan şiiri geleneği. (mersiye)
1. bent: Düşünce ağırlıklı ölüm teması ele alınmıştır.
2-6. bent: Kanuni'nin ölümünden duyulan üzüntü işlenmiştir.
7. bent: Kanuni’den sonra tahta geçen Sultan Selim içindir.
8. bent: Şair tarafından sonradan eklenmiş olup Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'ya övgüdür.
Şiirde Tema: Bu şiirde ölüm teması işlenmiştir. "Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümünden duyulan üzüntü" şeklinde sınırlandırıp konuya dönüştürebiliriz. Kanuni'nin iyi ve üstün yanları da temayı destekleyen özelliklerdir.
Şiirde Gerçekçilik ve Anlam: Sanatsal gerçeklik, kurmaca (tasarlanmış, zihinde var olan)nın olanaklarının estetik öğelerle donatılması sonucunda değer kazanan bir gerçekliktir. Şair, ölüm gerçeğini sanatsal bir anlatımla kendi yorumunu katarak vermektedir.
Şiir ve Gelenek: Bu metin, divan şiiri geleneğine göre yazılmıştır. **üm teması, insanlığın var oluşundan bu yana yaşanan tek hayat gerçeğidir. Edebiyatımızda ölüm teması, İslamiyet’ten önce de sonra da şairlerimiz tarafından işlenmiştir. **üm tema-sını işleyen şiirlere İslamiyet'ten önce "sagu", İslamiyet'ten sonra divan edebiyatında "mersiye", halk edebiya¬tında "ağıt" adı verilir.
Yorum: Kanunînin ölümü üzerine şairle birlikte tüm doğanın yas tutması Kanûnî'nin güçlü, muhteşem bir hükümdar oluşuyla açıklanabilir. Kanuni Sultan Süleyman'ın büyük bir imparatorluğa hükmetmesi bir gerçektir; ama ölüme hükmedememesi en büyük gerçektir. Şairlerin ölüm karşısındaki duyarlığı her dönemde sanata yansımıştır. Nitekim Tanzimat Dönemi'nde Abdülhak Hamit'in, eşi Fatıma'nın ölümü üzerine yazdığı "Makber" şiiri bu¬nun bir örneğidir.
Metin ve Şair: Bakî, Kanunî döneminde yaşamış, müderrislik, kadılık yap¬mıştır. Şair, Kanunî yaşarken ona olan sevgisini "met-hiye"lerle, öldükten sonra duyduğu üzüntüyü "mersiye'lerle şiirlerine yansıtmıştır. Bu da şair ve yazdığı metin arasındaki bağı, ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Yaşadığı sürede değerinin tam anlaşılmadığını düşünen Bâkî'nin aşağıda¬ki beyti, kendi duygusunu şöyle dile getirir:
“Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bakî
Durup el bağlayalar karşuna yaran saf saf”
(Ey Bakî! Dostlar senin kadrini musalla taşında bilerek karşında durup saf saf el bağlasınlar.)
Bakî, padişaha sunduğu az sayıda kasideleri, Kanunî'ye yazdığı Mersiye'si, özellikle din dışı konulardaki gazelleriyle divan ede-biyatımızın en güçlü şairlerinden sayılır. O, duygularını tabiatın güzellikleriyle birleştirerek dile getirmeyi başarmış; yaşadığı sürece dünya zevklerinden yararlanmanın doğru olacağını ileri sürmüş bir sanatçıdır.
ALINTIDIR!!

NECİP FAZIL ZAMAN ŞİİRİNİN KAFİYE,REDİF ,BİÇİM ,TEMA İNCELEMESİ,TAHLİLİ

ZAMAN
Nedir zaman, nedir?
Bir su mu, bir kuş mu?
Nedir zaman, nedir?
İniş mi, yokuş mu?
Bir sese benziyor;
Arkanız hep zifir!
Bir sese benziyor;
Önünüz tüm kabir!
Belki de bir hırsız;
İzi, lekesi var.
Belki de bir hırsız;
O yok, gölgesi var.
Annesi azabın,
Sonsuzluk, şarkısı.
Annesi azabın,
Cinnetin tıpkısı.
İçimde bir nokta;
Dönüyor aleve.
İçimde bir nokta;
Beynimde bir güve.
Akrep ve yelkovan,
Varlığın nabzında.
Akrep ve yelkovan,
Yokluğun ağzında.
Zamanın çarkları,
Sizi yürütüyor!
Zamanın çarkları,
Beni öğütüyor.
Zaman her yerde ve
Her şeyin içinde.
Zaman her yerde ve
Acem’de ve Çin’de.
Kime kaçsam ondan;
Ha yakın, ha ırak?
Kime kaçsam ondan;
Ya sema, ya toprak…
Necip Fazıl Kısakürek

NECİP FAZIL KISAKÜREK(1905 – 1983)
HAYATI:

1905 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da yaptı ve Mekteb-i Fünun-ı Bahriyye’den mezun oldu. İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdiyse de, bitiremeden ayrıldı. Bir aralık, hükümet hesabına yüksek öğrenimini yapmak üzere, Paris’e gidip Sarbon’a devam etti. Fakat orayı da bitiremedi, İstanbul’a döndükten sonra bankalarda memurluk yaptı. Bir süre sonra memurluktan da ayrılarak, gazeteci ve yazar oldu. Ağaç(1936) ve Büyük Doğu (1943-1965) dergilerini çıkardı ve bazı gazetelerde fıkra yazarlığı yapmaya başladı.
Necip Fazıl, Milli Mücadele devri sonlarında tanınmaya başlayan şairlerdendir. Şiirlerini 1922 yılında yayımlamaya başladı ve ilk şiir kitabı olan Örümcek Ağı’nı 1925’de bastırdı. Bunu 1928 de, Kaldırımlar takip etti.
Bundan sonra yayımladığı kitaplar, daha önceki kitaplarında çıkmış şiirlerinden yaptığı seçmelere yenilerini de eklemek suretiyle meydana getirmiştir. Bu kitapları şunlardır: Ben ve Ötesi(1932), Sonsuzluk Kervanı(1955) ve Çile(1962). Necip Fazıl, son iki şiir kitabının müşterek önsözünde, bu kitaplara aldığı şiirlerden başkasının kendisi ile artık bir ilgisi kalmadığını söyler. 1932 yılından sonra şiirden çok siyasi ve ve dini konularla meşgul olduğunu iddia edenlere Necip Fazıl bu iddiaların haksız olduğunu söylemiştir. Bu konulara yönelmesini şöyle açıklar: “ Fikir ve ideoloji yolunda varmak istediğim gaye ile bizzat şiirin esas gayesi arasında her hangi bir ayrılık yoktur. Çünkü şiir de, aslında, yalnız kendisine değil, aynı zamanda Allah’a ve Allah davasını güden topluluklara bağlıdır ve bağlı olması lazımdır. Böylece ‘sanat için sanat’ ve ‘cemiyet için sanat’ formülleri aynı noktada birleşmiştir.” Necip Fazıl şiir hakkındaki görüşlerini son kitabı Çile’nin sonuna koyduğu “Poetika” bölümünde anlatır.
Şiiri ve sanatı:
Necip Fazıl Kısakürek şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başlamştır. O dönemin genel şiir anlayışı olan hece ölcüsünü kullanarak yazma ve kendi tarzı yakalamaya başlamıştır. İlk şiir örnekleri, korku ve yalnızlık temasına dayalı insanın iç dünyasına yönelen çalışmalardır. Kitabe, Örümcek Ağı, Kaldırımlar ve Bu Yağmur şiirleri onun ilk dönemi diyebileceğimiz 1935 yılı öncesini kapsayan dönemi ifade eden şiirlerdir. Fransa’da felsefe eğitimi sırasında bergson’un sezgicilik anlayışı şiirlerine yansımıştır. Abdulkadir Arvasi hazretlerini tanıdıktan sonra idelojik olarak yazmaya ve yazdıkça tepki görmeye başamıştır. Yazıları ve fikirlerini aralıklarla çıkarttığı Büyük Doğu dergisinde yayımladı. Muhsin ertuğrul’un etkisiyle tiyatro çalışmalarında bulundu. Tohum, Reis Bey, Bir Adam Yaratmak başlıca tiyatro çalışmalarıdır. İkinci dönem diyebileceğiz 1935 sonrasında daha çok şiirlerinde Allah, ölüm, ve zaman konularına yer verdi. Dönemin sorunlarına ve insanılığa bir çözüm olarak gördüğü fikirlerini ifade edebilmek için şiiri büyük ölçüde kullandı. Şiire dair görüşlerini Poetika adlı çalışmasında dile getirdi. 1970 li yıllarda daha önce çeşitli isimler adı altında yayımladığı şiirlerini özellikle benimsediklerini Çile isimli şiir kitabında topladı. Necip Fazıl’ın şiirinde değişimin temel nedeni olarak onun ideolojisini değiştirmesi ve mükemmeliğe ulaşma çabası gösterilebilir. Nitekim bu değişim ve reddetmeler sonunucunda onun 200’den fazla şiirinden sadece 48 tanesi değişmeden kalabilmiştir. Sürekli olarak ritimde ve içerikte mükemmeli yakalama çabası ve şiirin amacı olarak hakikati bulmayı dile getirmesi onun şiire bakışını kısaca ifade eder.
İŞLEDİĞİ TEMALAR:Otobiyografisinde ilk şiirinin aruz vezniyle birkaç mısra denemesi olduğunu yazar: “Düğümlenirken uzun yolların ufukta ucu Bugünde gelmedi, beklenen yolcu”
Birkaç aruz denemesinden sonra, hece ölçüsüyle yazmaya başlamış. Ayrıca mısralardaki sesi ustalıkla kullanmasını bilen Necip Fazıl’a sanatının ve şöhretinin zirvesinde bulunan Ahmet Haşim bile ‘Çocuk, bu sesi nereden buldun sen?’ diye üstatça taktirlerini söyler.İlk şiirlerine hakim olan tema korkudur. Bu korku, anlaşılmayan ayak sesler, periler, cinler, Hayâletler, kâbuslar, siyah kediler, geceleri insan etrafında fıldır fıldır dönen kambur cüceler gibi ürpertici motiflerle, bir takım gerçek dışı varlıklarla beraber gelir.
Eşyaya, maddi varlıklara, kısacası dış dünyaya bakış tarzı bizim iç dünyamızla ilgilidir. Zaman duygusuda önemli yer tutar. Zaman öncelikle insan hayatı olarak vardır. Hayat içinde zaman erimekte, yenmekte, bitirilmektedir. Zamanın bu tükenişi ölüm duygusunu da beraberinde getirir. Şiirin tematik yapı taşlarından biri de, dini-mistik havadır.
Poetika (şiir sanatı), şairin sadece yaradılıştan bir kabiliyetle izah edilemiyeceğinden yola çıkan Necip Fazıl, şairin yaptığı işin gereğine ve şuuruna varması gerektiğini vurgular. Şair, sanatının yalnız yapıcısı değil, aynı zamanda onun niçinini ve nedenini yaşayan, üzerinde düşünen, felsefesini kuran insandır. Bu da şiir sanatını tesadüfe bırakmaz, bir poetikası vardır, bu poetikayı beyan etmek zorundadır. Necip Fazıl’ın poetikası mistik bir karakter gösterir.
Necip Fazıl, şiirinin gayesinin vezinli kafiyeli söz söylemek olmadığını, fakat veznin ve kafiyenin, şiiri alelade lâf tertiplerinden uzaklaştıran ölçüler olduğunu ifade eder. Böylece vezin ve kafiye şiir için gerekli, fakat yeterli olmayan unsur olur. Şiiri kuran temel unsur his ve fikirdir. Bu iki unsur Necip Fazıl’da daha dengeli değer kazanmış görünür.
ŞİİR KİTAPLARI:
Örümcek Ağı (1925)
Kaldırımlar (1928)
Ben ve Ötesi (1932)
Sonsuzluk Kervanı (1955)
Çile (1962)
101 Hadis (1951)
Şiirlerim (1969)
Çile (1974-78)
Esselâm (1973)

“ZAMAN” ŞİİRİNİN BİÇİMSEL İNCELEMESİ:Necip Fazıl Kısakürek, ilk şiirlerinde aruz veznini kullanmış olmasına rağmen daha sonra hece ölçüsüyle yazmaya başlamıştır. Onun hece ölçüsüyle yazmasına içinde bulunduğu döneminde büyük etkisi vardır.
Şiir dörtlükler halinde ve altılı hece ölçüsüyle yazılmıştır. Redif ve kafiye ustalıkla kullanılmıştır. Tüm kafiye çeşitlerini bu şiirde görebiliriz.
——– nedir?
——– kuş mu?
——– nedir? == redif ve zengin kafiye
——– yokuş mu?
KAFİYE DÜZENİ:—————- a
—————- b
—————- a
—————- b
—————- c
—————- d
—————- c
—————- d
ZAMAN ŞİİRİNİN TAHLİLİ:İlk şiir örnekleri, korku ve yalnızlık temasına dayalı insanın iç dünyasına yönelen çalışmalardır.
İkinci dönem diyebileceğiz 1935 sonrasında daha çok şiirlerinde Allah, ölüm, ve zaman konularına yer verdi. Dönemin sorunlarına ve insanılığa bir çözüm olarak gördüğü fikirlerini ifade edebilmek için şiiri büyük ölçüde kullandı. Şiire dair görüşlerini Poetika adlı çalışmasında dile getirdi. 1970 li yıllarda daha önce çeşitli isimler adı altında yayımladığı şiirlerini özellikle benimsediklerini Çile isimli şiir kitabında topladı. Necip Fazıl’ın şiirinde değişimin temel nedeni olarak onun ideolojisini değiştirmesi ve mükemmeliğe ulaşma çabası gösterilebilir. Nitekim bu değişim ve reddetmeler sonunucunda onun 200’den fazla şiirinden sadece 48 tanesi değişmeden kalabilmiştir. Sürekli olarak ritimde ve içerikte mükemmeli yakalama çabası ve şiirin amacı olarak hakikati bulmayı dile getirmesi onun şiire bakışını kısaca ifade eder.
Şair zamanı bir suya, bir kuşa, bir inişe ve bir yokuşa benzetmektedir. Çünkü zaman, hayatın bir parçasıdır. Hayat bir suya benzer. Çünkü ırmaktan akan bir su, bir daha aynı noktadan geçmemektedir. İnsan aynı dakikayı bir daha yaşayamadığı gibi. Hayat bir kuşa benzer. Çünkü kuşu yakalamak çok zordur. Zamanı yakalamak bir kuşu yakalamaktan da zordur. Hayat bir iniş ve yokuştan ibarettir. Belli bir yaşa kadar yani gençliğin bitimine kadar zorla çıkarsınız merdivenleri, belli bir yaştan sonra ise birden inişe geçer ve neye uğradığınızı şaşırırsınız. Yani şaire göre hayat su, kuş, iniş ve yokuştur.
Zaman bir sese benzemektedir şaire göre. O sesi duyup arkanıza yani geçmişe baktığınızda hiç bir şey görülmemektedir. Her şey tarihin tozlu sayfaları arasında kalmıştır. Geriye dönmek isteseniz karanlıkta kaybolursunuz. Geleceğe baktığınızdaysa ölümden başka bir şey görülmemektedir. Yani şaire göre zaman; geriye dönüşü olmayan bir yol, gelecekse ölüme yaklaşmanın göstergesidir.
Şaire göre zaman bir hırsızdır. Çünkü en önemli şeyi elimizden alamktadır. Ömrümüzden saniyeler, dakikalar çalmaktadır. Bu hırsızlığı yaparken bazı izler bırakmaktadır. Bu izler şunlardır: Saçlarımıza düşen aklar,yaşımızın ilerlemesi gibi bir çok şeyler.
Zaman bir yanda sonsuzluğu simgelerken bir yanda da cinneti simgelemektedir. Zaman sonsuzdur. Çünkü bir kişi ölüp başkası doğmaktadır. Yani zaman devingen bir şeydir.
Zamanın çarkları olan akrep ve yelkovan bir ayağını varlığa atmışken diğer ayağınıysa yokluğa atmıştır. Yani şairin demek istediği yaşamla ölüm arasındaki ince sınırdır.
Zamanın sürekli akıp gittiğinin farkında olmayanlar için hayat gayet normal geçmektedir. Şair zamanın akıp gittiğini farketmekte ve ürpermektedir.
Dünyanın bir ucundan diğer ucuna da gitseniz zaman yine sizinledir. İster Acem’e ister Çin’e gidin zaman yine sizinledir.
Ne kadar uzaklaşsanız yine onunlasınız. Çünkü zaman her şeyi kuşatmıştır. Gökyüzü ve toprak gibi insanı kuşatmıştır.

28 Eyl 2015

MİSKİNLER TEKKESİ ÖZETİ,KONUSU,OLAY ÖRGÜSÜ,KİŞİLER,YER VE ZAMAN ,TAHLİLİ


REŞAT NURİ GÜNTEKİN
 MİSKİNLER TEKKESİ

TÜRÜ: ROMAN /TÖRE ROMANI

KISA BİLGİ: 
Miskinler Tekkesi (1947), Reşat Nuri Güntekin’in geçmiş, eski hayatın birçok özelliklerini ustaca belirttiği bir töre romanıdır. Reşat Nuri'nin sanatında önemli bir atılım sayılır.

KİŞİLER, KARAKTERLER:
İSMAİL: Anasız, babasızdır. Annesi, kandırılmış bir evlâtlıktır. İsma­il'e yedi yaşına kadar bakmış, sonra bırakıp gitmiş­tir. İsmail'i, Kocabaşların torunu olan dilenci büyütür. İsmail, çalışkandır. İki yılda üç sınıf atlayarak dördüncü sınıfa geçer. Bir gün, baba saydığı kişinin dilencinin biri olduğunu öğrenince onuru kırılır/so­kaktaki arkadaşlarıyla oynamaz olur. İsmail, okumaya düşkündür, onurludur, başı hiç .eğilmez. Yatılı okulda okur. Sonra parasız yatılı sınavını kazanır. Avrupa'ya giderek mühendis olur. Nelerden sonra İsmail, kendisini büyüten kişiye saygı duymaya başlar. Uyuşuk, devinimsiz, sorumsuz, başkalarının kazançlarıyla geçinir, sessiz, susku içinde, dikkatleri üstüne çekmeyen, başkalarından aldıklarını yadırgamayan, bunlardan erinçsizlik duymayan ve bu ortam içinde kendini haklı gören biridir.

26 Haz 2015

Ebubekir Hazım Tepeyran Küçük Paşa roman özeti , konusu , kişileri , yer ve zaman , değerlendirmeler , TAHLİLİ


EBUBEKİR HAZIM TEPERAN -KÜÇÜK PAŞA ROMAN ÖZETİ 
ROMAN HAKKINDA GENEL BİLGİLER ve ÖZETİ
1900'lü yılların başlarında, Anadolu'nun küçük bir köyünde yaşayan yeni anne olmuş Selime, İstanbul'daki bir paşanın evine sütannelik yapması için çağrılır. Kocası da İstanbul'da, Nişantaşı karakolunda memur olan Selime, bebeği Salih ile İstanbul'a gelir. Selime'nin sütanalık yaptığı bebek ile birlikte büyüyen Salih, ailesi köye döndükten sonra da konakta yaşamaya devam eder. Paşa'nın ölümünün ardından Salih'i artık konakta istemeyen eşi Naime Hanım, Salih'i babasının yanına, doğduğu köye geri gönderir. Salih'in hazin öyküsü bundan sonra başlayacaktır...

Ebubekir Hazım Tepeyran, Küçük Paşa romanında, yirminci yüzyıl başlarındaki kırsal kesim gerçekliğimizi ayrıntılı biçimde sergiler. Romanda, köylünün durumu, yüzyıllardır ihmal edilmiş ve ezilmiş olması, canlı ve çarpıcı bir tahlil gücüyle, ülke sorunlarıyla iç içe tasvir edilir; ülke gerçeklerinin, dönemin sorunlarının altı çizilir. Köy-kent çelişkisi, yönetimin despotik tutumu, savaşların getirdiği yıkımlar ve bütün bunlar içinde Anadolu insanının dramı, zengin bir gözlem gücünün ürünü olarak romanda yansıtılır. Bu özellikleri nedeniyle, edebiyat tarihimizin üstünde en çok durduğu romanlarımızdan biri olan ve ilk kez 1910 yılında basılan Küçük Paşa, 100 yıl sonra tekrar okuyucu karşısına çıkıyor.


Ebubekir Hazım Tepeyran – Küçük Paşa Kitap Özeti

Ebubekir Hazım Tepeyran’ın Küçük Paşa adlı kitabı konusu, yorumlar, kısa özeti, tanıtımı. Küçük Paşa kitabı ile ilgili bilgi.

Kitabın Adı: Küçük Paşa
Kitabın Yazarı: Ebubekir Hazım Tepeyran

ROMANIN GENİŞ ÖZETİ

Niğde’nin bir köyünden Keleşoğlu Ali askere çağrılır. Kurada İstanbul’u çeker. Orada hemşehrisi Kamil ile karşılaşır. Kamil, Sadrazam Suat Paşa’nm yanında çalışmaktadır. İki arkadaş oturup dertleşirler. Ali karısının doğurmak üzere olduğunu söyler. Bunu duyan Kamil, Paşa’nın yengesinin de bu günlerde doğuracağını, güçlü kuvvetli bir sütanne aradıklarını bildirir. Durum Paşa’ya iletilir ve Ali’nin karısı Selime konağa getirtilir.

3 Oca 2013

10.SINIF FIRAT ED. 128-133.SAYFALAR (KASİDE)

EN ÜNLÜ HİCİV ŞAİRİ NEF'İ (17.YY)


10.Sınıf Türk Edebiyatı Cevapları Fırat Yayıncılık 3.Ünite:Divan Şiiri-Kaside (Sayfa:128,129,130,131,132,133)
2. metin
KASİDE
1. Okuduğunuz şiiri ahenk unsurları (ses akışı, söyleyiş, ritim, ses benzerliği) açısından inceleyip tespitlerinizi aşağıya yazınız. Konuşmadaki vurgu ve tonlamayla beyitlerdeki ses ve söyleyiş arasında nasıl bir ilişki kurulabileceğini açıklayınız.
1.
Ses akışı (aliterasyon, asonans): Ses akışı sağlayan sözcükler vardır. Birinci beyitte n, m sesleri aliterasyon olarak kullanılır.

Söyleyiş özelliği : Ahenkli bir söyleyişe sahiptir. Özellikle kafiye ve iç seslerdeki sözcükler bu şiire söyleyiş güzelliği katmıştır.
Ritim (açık ve kapalı hecelerin söylenişi): Aruz ölçüsü ile yazıldığı seslerin açık kapalı oluşu önemlidir.” Sâkî, câm-ı Cem, nesîm-i nev-bahâr, hevâ,âşıkların, yâr,bî-çâreler âlüfteler âvâreler “ gibi sözcüklerde açık ve kapalı heceler  bulunmaktadır. Bu şekliyle de aruzun tutması ve uygulanması için önemlidir.
Ses benzerlikleri (kafiye): Kafiyeli yazılmıştır. İlk beyit kendi arasında diğer beyitlerinde ikinci dizeleri arasında kafiye vardır. “Cem, İrem, dem, harem, sitem…” gibi sözcükler kafiye olarak kullanılır.

11 Ara 2010

FUZULİ'NİN BENİ CANDAN USANDIRDI "USANMAZ MI" REDİFLİ GAZELİNİN EDEBİ SANATLARI,AÇIKLAMASI,TEMASI,TAHLİLİ

FUZULİ'NİN "USANMAZ MI" REDİFLİ GAZELİNİN BEYİT BEYİT AÇIKLAMASI VE YORUMU

   GAZELDEKİ TÜM SÖZ SANATLARI ŞÖYLE :