11. SINIF DİL ANLATIM KONU ANLATIMI
İÇİNDEKİLER
ÜNİTE I
METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI
Metinlerin Sınıflandırılması
ÜNİTE II
ÖGRETICI METİNLER
1.Mektup
2.Günlük (Günce)
3.Anı (Hatıra)
4.Biyografi (Hayat Hikâyesi), Otobiyografi
5.Gezi Yazısı (Seyahatname)
6.Sohbet (Söyleşi)
7.Haber Yazıları
8.Fıkra
9.Deneme
10.Makale
11.Eleştiri (Tenkit)
ÜNiTE III
SÖZLÜ ANLATIM
Röportaj
Mülakat (Görüşme)
Söylev (Hitabet, Nutuk)
İÇİNDEKİLER
ÜNİTE I
METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI
Metinlerin Sınıflandırılması
ÜNİTE II
ÖGRETICI METİNLER
1.Mektup
2.Günlük (Günce)
3.Anı (Hatıra)
4.Biyografi (Hayat Hikâyesi), Otobiyografi
5.Gezi Yazısı (Seyahatname)
6.Sohbet (Söyleşi)
7.Haber Yazıları
8.Fıkra
9.Deneme
10.Makale
11.Eleştiri (Tenkit)
ÜNiTE III
SÖZLÜ ANLATIM
Röportaj
Mülakat (Görüşme)
Söylev (Hitabet, Nutuk)
ÜNiTE I
METİNLERİN
SINIFLANDIRILMASI
Metinler gerçeklikle ilişkileri, anlatım
biçimleri, işlevleri ve yazılış amaçlarına göre öncelikle sanat metinleri ve
öğretici metinler olarak iki gruba ayrılır.
I. SANAT METİNLERİ
ü Sanat
metinleri, gerçeklerin sanatçının hayal, duygu ve düşünce dünyasında yeniden
yorumlanması ve şekillenmesiyle meydana gelir.
ü Sanat
metinlerine edebî metinler de denir.
ü Bu
metinlerde estetik ön plandadır.
ü Sezdirmek
ve hissettirmek esastır.
ü Her
okunduğunda yeniden yorumlanmaya açıktır.
ü Edebiyat
biliminin içerisinde yer alır.
Sanat metinleri kendi içerisinde:
A. Şiir
(coşku ve heyecanı dile getiren metinler)
B. Olay
çevresinde oluşan edebî metinler olarak iki gruba ayrılır.
A. Şiir
(coşku ve heyecanı dile getiren metinler): Duyguları, izlenimleri, coşkuları
dilsel bir anlatım içinde ve özellikle dizeler hâlindeki ritimlerle, uyumlarla
ve imgelerle açıklayan metinlerdir.
B. Olay
Çevresinde Oluşan Edebî Metinler:
· Kurmacanın
(hayal ürünü) imkânlarından yararlanır.
· Yoruma
dayanır.
· Bir
olay örgüsü vardır.
· Olay
örgüsü hayalî olarak düzenlenir.
· Kişi,
zaman, mekân gibi ögeler yer alır.
· İnsana
özgü soyut durumlar somutlaştırılır.
Olay çevresinde oluşan edebî metinler:
1. Anlatmaya
bağlı edebî metinler
2. Göstermeye
bağlı edebî metinler olarak iki gruba ayrılır.
Anlatmaya bağlı edebî metinler ve göstermeye
bağlı edebî metinler arasındaki en büyük fark; birisinin anlatmaya ve okumaya
diğerinin ise göstermeye ve seyretmeye bağlı olmasıdır.
1. Anlatmaya Bağlı Edebî
Metinler
a) Destan
b) Masal
c) Halk
hikâyesi
d) Mesnevi
e) Manzum
hikâye
f) Hikâye
g) Roman
2. Göstermeye Bağlı Edebî
Metinler;
a) Geleneksel
Türk tiyatrosu (Orta oyunu, Meddah, Karagöz, Köy Seyirlik Oyunları)
b) Modern
Tiyatro (trajedi, komedi, dram)
II. ÖĞRETİCİ METİNLER
Öğretici metinlerde amaç gerçeğin yeniden
yorumlanması değil olduğu gibi anlatılmasıdır. Önemli olan okuyucuya bilgi
vermek ya da bilgiyi paylaşmaktır. Bu nedenle öğretici metinlerde ifadeler açık
ve nettir. Her okunduğunda farklı yorumlanmaz.
Öğretici metinler;
v Tarihî
metinler (tarihî konuları anlatan ve belgelere dayanan metinler)
v Felsefî
metinler ( felsefî konuları anlatan metinler)
v Bilimsel
metinler (bilimsel gelişmeleri anlatan metinler)
v Gazete
çevresinde gelişen metinler (makale, deneme, sohbet, fıkra, eleştiri, haber
yazısı, röportaj vb.)
v Kişisel
hayatı konu alan metinler (anı, mektup, günlük, gezi yazısı, biyografi, oto
biyografi vb.) olarak gruplandırılır.
Öğretici metinler içerisinde edebiyatın
ilgilendiği edebî metin türleri "gazete çevresinde gelişen metinler"
ve "kişisel hayatı konu alan metinler" içerisinde yer almaktadır.
II.
ÜNITE
ÖĞRETİCİ METİNLER
1) Mektup
2) Günlük
(Günce)
3) Anı
(Hatıra)
4) Biyografi
(Hayat Hikâyesi), Otobiyografi
5) Gezi
Yazısı (Seyahatname)
6) Sohbet
(Söyleşi)
7) Haber
Yazıları
8) Fıkra
9) Deneme
10) Makale
11) Eleştiri
(Tenkit)
ÖĞRETİCİ METİNLERİN ÖZELLİKLERİ
· Öğretici metinlerde amaç; gerçeğin yeniden yorumlanması
değil, olduğu gibi anlatılmasıdır. Önemli olan okuyucuya bilgi vermek ya da
bilgiyi paylaşmaktır. Bu nedenle öğretici metinlerde ifadeler açık ve nettir.
Her okunduğunda farklı yorumlanmaz.
· Öğretici metinlerde dil, göndergesel işlevdedir.
· Bu tür metinlerde gerçeklik söz
konusudur.
· Sözcükler genellikle gerçek ve
somut anlamda kullanılır.
· Gerçek yaşamda karşılığını bulan
nesnel bir anlatım vardır.
· Üslup kaygısı yoktur.
· Cümleler açık, net ve kısadır.
· Yazar, olanı yansıtır.
Öğretici metinler aşağıdaki gibi gruplandırılır:
· Tarihi Metinler (tarihî konuları
anlatan ve belgelere dayanan metinler)
· Felsefi Metinler (felsefî
konuları anlatan metinler)
· Bilimsel Metinler (bilimsel
gelişmeleri anlatan metinler)
· Kişisel Hayatı Konu Alan
Metinler: (Mektup, Dilekçe, Günlük/Günce, Anı/Hatıra, Biyografi/Hayat Hikâyesi,
Otobiyografi, Gezi Yazısı/Seyahatname)
· Gazete ve Çevresinde Gelişen
Metinler: (Sohbet/Söyleşi, Haber Yazıları, Fıkra, Deneme, Makale,
Eleştiri/Tenkit)
TARİHÎ METİNLER
· Toplumları, milletleri,
kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek
anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla
bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri,
kendi iç sorunlarını inceleyen bilim dalına tarih, tarih incelemeleri sonucunda yazılan metinlere de tarihi metin denir.
FELSEFÎ METİNLER
· Felsefe konularını ele alan,
felsefi problemler üzerinde duran metinlere felsefî metin denir. Yunanca “seviyorum, peşinden koşuyorum,
arıyorum” anlamına gelen phileo ile
“bilgi, bilgelik” anlamına gelen sophia
sözcüklerinin birleşmesinden oluşan felsefe kavramı üzerinde herkesin uzlaştığı
net bir tanım yoktur.
· İnsan yaşamının anlamıyla,
varlık, bilgi ve değerle ilgili sorulara cevap bulmaya, bu konularda ortaya
çıkan problemleri çözümlemeye çalışır.
· Felsefi düşünce, araştırmaya ve
eleştirel bir tavra dayanan bir düşüncedir.
· Felsefi düşünce, kendisine veri
olarak aldığı her türlü malzemeyi aklın eleştirici süzgecinden geçirir.
· Felsefe insanın yaşamını,
değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin
kendilerine dayanacağı genel ilkelerin bilgisidir.
BİLİMSEL METİNLER
· Bilimsel bilgiyi iletmeyi
sağlayan metinlere bilimsel metin
denir.
· Bu yazılarda açıklık ve kesinlik
önemlidir.
· Alanında gerekli donanıma sahip
kişilerce kısa, öz ve hemen anlaşılabilir tarzda yazılır.
· Bu yazıların en önemli amacı
bilimsel iletişimi gerçekleştirmektir.
· Bilimsel metinler; bilimsel
makale, tarama, değerlendirme yazıları, konferans raporları, toplantı özetleri
olarak gruplandırılabilir.
· Bu metinler; başlık, özet, giriş,
asıl metin, sonuç ve tartıma bölümlerinden oluşur.
MEKTUP
· Mektup, birbirinden uzakta
bulunan kişi ya da kurumların aralarında haberleşmeyi sağlayan yazı türünün
adıdır. Genel anlamda kişinin bir haberi, olayı, arzuyu bir başkasına anlattığı
yazılardır.
· Özel mektup, edebi mektup, açık
mektup, iş mektubu ve resmi mektup türleri vardır.
· Mektupların türlerine bağlı
olarak içerik ve üslupları da değişir.
· Mektup, Divan edebiyatında da
kullanılmıştır. Fuzûli’nin “Şikâyetname” adlı eseri bu türdendir.
· Tanzimat’tan sonra gazetelerde
yayımlanan birçok açık mektup görülür.
· Bazı yazarlar mektuplardan oluşan
romanlar da yazmışlardır. Halide Edip’in “Handan” romanı bunlardan biridir.
MEKTUP TÜRLERİ
|
|
1.
Özel Mektuplar:
|
Birbirleriyle
tanışan kişilerin çeşitli konularda birbirlerine yazdıkları mektuplardır.
Samimice, içten yazılır. Eş, dost, akraba, anne, baba, kardeş, arkadaş
arasında yazılan haberleşme mektupları; teşekkür, çağrı, geçmiş olsun,
kutlama, baş sağlığı, özür dileme gibi mektuplar birer özel mektuptur.
|
2. Edebi Mektuplar:
|
Anlatım güzelliği ve sanat değeri taşıyan, bizim
yazdığımız özel mektuplardan ayrı bir niteliği bulunan mektuplardır. Ünlü
kişilerin, özellikle edebiyatla ilgili yazarların, şairlerin birbirlerine
yazdıkları mektuplardır. Sanatçının sanat görüşüne yer verilir. Bu tür
mektuplar, zamanla gazete, dergi ve kitaplar da yayımlanarak edebiyat
tarihine kaynaklık teşkil eder.
|
3. Açık Mektuplar:
|
Sanatçıların edebiyatla ya da başka konularla ilgili
düşüncelerini yazdıkları, belli bir adrese göndermeyip, herkesin okuması
amacıyla gazete ve dergilerde yayımladıkları mektuplardır.
|
4. İş Mektupları:
|
Bir işi gerçekleştirmek amacıyla kişilerin
şirketlere, kurumlara veya birbirine yazdıkları mektuplardır. Siparişler ve
telgraflar bu türe girer.
|
5. Resmi Mektuplar:
|
Resmi dairelerin kendi aralarında ya da özel
kurumlara yazdıkları mektuplardır. Dilekçeler ve resmi yazılar bu türe girer.
|
DİLEKÇE
· Dilekçe; bir bireyin herhangi
bir konu hakkında dileğini, isteğini ya da şikâyetini resmi ya da özel
kurumlara, özel ya da tüzel kişilere iletmek amacıyla yazdığı resmi bir
mektuptur.
· Dilekçe üç bölümden oluşmaktadır:
Tespit, İstek, Arz.
· Tespit: Dilekçeye sebep olan
durum tam olarak belirtilmelidir. Ancak mümkün olduğu kadar kısa tutulmalı,
mektup gibi uzun ve ayrıntılı olmamalıdır.
· İstek:
Dilekçenin en önemli bölümlerinden biridir. Açıkça belirtilmemiş bir istek
yoruma açık demektir. Dolayısıyla dilekçeden beklenen sonuç alınamaz. Bu da
dilekçenin amacına ulaşmaması anlamına gelir.
· Arz: Dilekçenin kalıplaşmış
son ifade bölümüdür. Her dilekçe aynı kalıp ifade ile biter: "Gereğini arz
ederim." Bu ifadede yer alan "gereğini" sözcüğü, yapılması
gereken iş için gerekli olan her şeyi ifade eder. Arz ederken makam sırası
gözetilmek zorundadır.
· Resmi kurumlar arası yazışmalarda
üst makamlar alt makamlara rica ederler. Bu yazışmalarda rica kibarlık ifadesi
değildir. Rica yarı emir niteliği, taşır.
· Alt makam üst makama arz eder;
makamlar eşit ise arz/rica birlikte kullanılır.
· Resmi kurumlar arasındaki dilekçeler
tarih ile başlar. Yasal süreden dolayı tarihin ilk önce fark edilmesi amacıyla
tarih üst sağ köşeye atılır.
· Makamın tamamı büyük harfle
yazılır ve noktalama işareti kullanılmaz; makam dilekçe metnine dâhil
olmadığından noktalama işareti kullanılamaz.
GÜNLÜK/GÜNCE
· Hangi gün yazıldığını belirtmek
için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin, sıcağı
sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı
yazılara günlük (günce) denir.
· Günlükler; yazarın kişiliğini,
görüşlerini ve ruhsal yapısını yansıtır.
· Her gün yazıldığı için kısa olan
bu yazılar, yazarının hayatından izler verdiğinden içten ve sevecendir.
· Birinci kişi ağzından yazılır.
· Konuşma diline yakın bir dil
kullanılır.
· Gerçekler, yaşanılanlar çarpıtılmadan
yazılır.
· Batıda Andre Gide’nin günlükleri;
bizde ise Oktay Akbal, Suut Kemal Yetkin, Seyit Kemal Karaalioğlu ve Cemil
Meriç’in günlükleri kitap halinde yayımlanmıştır.
ANI/HATIRA
· Bir yazarın kendisinin yaşadığı
ya da tanık olduğu olayları sanat değeri taşıyan bir üslupla anlattığı yazılara
anı (hatıra) denir.
· Üslup yönüyle gezi yazısına
benzerse de, yazarın dış dünyadan çok kendinden söz etmesi anıyı belli eder.
Zaten eski edebiyatımızda anı, gezi yazısı hatta tarih iç içedir.
· Anılar belli bir dönemin
yorumlandığı yazılar olduğundan tarihi bir belge özelliği de gösterir. Ancak
bu, bilimsel olamaz; çünkü yazarın olaylara kişisel bakışı söz konusudur.
· Anı, yazarın unutulmasını
istemediği gerçekleri kalıcı kılar.
· Anının en önemli koşulu, anıya
konu olan olay ya da olayların önem derecesidir. Anı yazısına konu olacak olay,
anımsanmaya değer olmalıdır. Ayrıca bu olay ilgi çekici olmalıdır.
· Anılarda olay kadar olayın
anlatış biçimi de önemlidir. Dil sanatlı olmalı, yazar sanat kaygısını da ön
planda tutmalıdır.
· Anılar edebiyatımızda genellikle
devlet adamları, siyasetçiler ve askerler tarafından kaleme alınır.
· Özellikle Tanzimat’la başlayan
anı türündeki yazılar Cumhuriyet döneminde önemli bir tür olmuştur. Anılarını
kitaplaştıran yazarlarımız da vardır. Ziya Paşa (Defter-i Amal), Halit Ziya
(Kırk Yıl, Saray ve Ötesi), Hüseyin Cahit Yalçın (Edebi Hatıralar), Falih Rıfkı
Atay (Çankaya), Y.Kadri Karaosmanoğlu
(Zoraki Diplomat, Vatan Yolunda), H.Edip Adıvar (Türk'ün Ateşle İmtihanı),
Y.Kemal Beyatlı (Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım) önemli anı
yazarlarıdır.
Anı ile Günlüğün Benzer ve Farklı Yönleri
· Anı da günlük gibi bir kişinin
başından geçen gerçek yaşantılardan kaynaklanan yazı türüdür.
· Günlük yaşanırken anı yaşandıktan
sonra yazılır.
· Anılar, yazarların yaşlılık
çağlarında yazdıkları ve yaşamları boyunca karşılaştıkları olayları nesnel bir
şekilde ortaya koyan yazılardır.
· Günlükler ise daha öznel, derin,
içten ve ruhun derinliklerinden kopup gelen anlık duygu ve düşüncelerdir.
· Anı yazılarının anlatım açısından
kurgusal niteliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz.
· Günlükler ise kurgudan uzak yoğun
düşüncelerin toplamıdır.
BİYOGRAFİ/HAYAT HİKÂYESİ
· Bir kişinin hayatının anlatıldığı
yazılara biyografi denir.
Biyografilerde amaç o kişiyi tüm yönleriyle (hayatı, eserleri, kişiliği,
görüşleri vs.) tanıtmaktır.
· Biyografi; açık, sade bir dille,
anlatılan kişinin devrini, çevresini dikkate alarak yazılır.
· Biyografi yazılmadan önce çok
geniş bir araştırma yapılması gereklidir. Yazı yazılacak kişinin yaşamı ile
ilgili her türlü bilgi, belge, haber, yazı ve fotoğraflar araştırılır ve tüm
ayrıntılara ulaşılır.
· Biyografiler, tarafsız ve
gerçekçidir.
· Biyografiler de asılsız bilgiye
yer verilmez.
· Gereksiz ayrıntılar ayıklanır,
bilgi verme amacı ön planda tutulur.
· Genelde açıklayıcı, örnekleyici,
öğretici anlatım türleri kullanılır.
· Dil, göndergesel işlevde
kullanılır.
· Biyografiler, iki şekilde ele
alınıp yazılır:
1. Ansiklopedik Tarz: Kronolojik sıra takibi ile sadece bilgi vermeye yönelik yazılardır. Sanat yönleri çok kuvvetli değildir.
2. Sanatsal Tarz: Yazının sanatsal değerini ön plana çıkaran roman ya da öyküsel bir üslupla yazılan biyografilerdir. Daha yaygın olanı bu tarzdır.
1. Ansiklopedik Tarz: Kronolojik sıra takibi ile sadece bilgi vermeye yönelik yazılardır. Sanat yönleri çok kuvvetli değildir.
2. Sanatsal Tarz: Yazının sanatsal değerini ön plana çıkaran roman ya da öyküsel bir üslupla yazılan biyografilerdir. Daha yaygın olanı bu tarzdır.
· Divan edebiyatında özellikle
şairlerin hayatını anlatan bu tür eserlere “tezkire” denirdi. Türk edebiyatında bunun ilk örneğini Ali Şir
Nevai (Mecalis’ün-Nefais) vermiştir.
· Türk edebiyatında; Ahmet Cevdet
Paşa (Kısas’ül-Enbiya), M.Fuat Köprülü (Türk Edebiyatındaki İlk Mutasavvıflar),
Mehmet Kaplan (Tevfik Fikret), Ali Nihat Tarhan (Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı),
Oğuz Atay (Bir Bilim Adamının Hikâyesi), Beşir Ayvazoğlu (Eve Dönen Adam, Yahya
Kemal) biyografi yazmışlardır.
OTOBİYOGRAFİ
· Yazar eğer kendi hayatını
anlatmışsa yazıya otobiyografi
denir.
· Otobiyografilerde çoğu zaman sanatçı
kendiyle beraber aile büyüklerinden, çevreden, aile içi durumlarından da söz
eder.
· Otobiyografiler üslup yönüyle
anıya benzer; ancak anı otobiyografi içinde bir bölüm sayılabilir. Yani
otobiyografi daha uzun bir dönemi içine alır.
· Muallim Naci (Ömer’in Çocukluğu),
Ahmet Rasim (Falaka) otobiyografi yazmışlarıdır.
Anı-Biyografi Farkı:
· Anı hayatın belli bir kısmı ve
yazarın kendi hayatını konu alır.
· Biyografi ise hayatın tamamı ve
başkasının hayatını konu alır.
GEZİ YAZISI/SEYAHATNAME
· Gezilip görülen yerler hakkında
yazılan yazılara gezi yazısı denir.
Kişi gezi esnasında birçok yer görür, birçok insanla tanışır; bunları hafızada
tutmak güç olacağından gezi esnasında not alınır ve gezi yazılarında bunlar
hikâye edilir.
· Eskiden gezi yazılarına seyahatname, seyahat yazıları denirdi.
Gezip gören insana da seyyah
denirdi. Bugün gezen gören kimseye gezgin,
onların gezip gördükleri yerleri anlattıkları yazılara da gezi yazıları denmektedir.
· Gezi yazıları ister mektup, ister
anı şeklinde yazılsın isterse gezilen yerlerdeki insanlarla röportaj yapılsın
mutlaka, bütün gezi yazılarında edebi bir özellik, ilginç bir yaklaşım, farklı
bir gözlem gücü bulunmalıdır.
· Gezi yazıları belli bir plan
dâhilinde yazılır. Genellikle yazıya gezinin başlandığı günden başlanır ve
dönüş gününe kadarki zamanı içine alan olaylar anlatılır. Ancak tersi bir
sıralama yapmak da mümkündür veya gezide görülen en önemli özellikler
belirlenip önemsizden önemliye doğru bir sıralamaya gidilir.
· Gezi yazısında görülenler
genellikle birinci kişinin ağzından yani gezenin ağzından anlatılır. Gezi
yazılarının dili sade ve yalındır.
· Gezi yazısında; gezilen yerlerin
hiçbir yere benzemeyen özellikleri, tarihi, mimari ve uygarlık özellikleri,
ekonomik ve teknolojik özellikleri ve oralarda yaşayan insanların kültürel
özellikleri ayrıntılarıyla anlatılır.
· Yazar, gördüklerini okuyucunun
daha iyi algılaması için karşılaştırma yapar. Okur sanki o yerleri yazarla
birlikte gezer gibi olur.
· En eski ve uzun bir geçmişi olan
yazı türünün önemli ve tanınmış iki ismi Venedikli Gezgin Marco Polo ile Arap
gezgin İbni Batuta' dır.
· Bizim edebiyatımızda ilk gezi
kitabı ünlü denizcilerimizden Seydi Ali Reis' in Miratül-Memalik (Ülkelerin
Aynası) adlı eseridir.
· Evliya Çelebi’nin on ciltlik
“Seyahatname (Tarih-i Seyyah)” adlı eseri ünlüdür. Ancak asıl gezi yazarları
Avrupa’ya açılma döneminde görülmeye başlanmış, gidilen Avrupa şehirleriyle
ilgili yazılar yazılmıştır. Namık Kemal, Ziya Paşa bunların başında gelir.
· Gezi yazılarını kitaplaştıran
yazarlarımız da vardır. Ahmet Mithat Efendi (Avrupa’da bir Cevelan), Cenap
Şehabettin (Hac Yolunda, Avrupa Mektupları), Ahmet Haşim (Frankfurt
Seyahatnamesi), Reşat Nuri (Anadolu Notları), Falih Rıfkı Atay (Denizaşırı,
Zeytindağı, Taymis Kıyıları), Atilla İlhan (Abbas Yolcu) bunlardan bazılarıdır.
SOHBET/SÖYLEŞİ
· Herhangi bir düşünceyi, konuyu,
yazarın karşısında biri varmış gibi günlük, sıradan ve rahat bir dille
anlattığı fikir yazılarına sohbet
(söyleşi) denir.
· Gazete çevresinde gelişen sohbet
yazıları, düşünce yazılarıdır. Sohbetlerde de bir düşünce açıklanır, bilgi
verilir.
· Sohbet yazarı ele aldığı konuda
fazla derinleşmez, ileri sürdüğü görüşlerini kanıtlama yoluna gitmez, ancak
sezdirmeye çalışır; bu yönüyle makaleden ayrılır.
· Dilindeki sadelik ve rahatlık
yönünden de denemeyi andıran söyleşiler daha uzun soluklu yazılardır.
· Söyleşiler bazen röportaj ile de
karıştırılırlar. Ancak aralarında çok temel bir fark vardır. Söyleşiler tek
kişilik yazılardır. Oysa röportaj, bir uzmana ve bir de, röportajı yapacak
kişiye ihtiyaç duyar.
· Sohbet yazarı kişisel görüşlerini
özgürce ifade edebilme özelliğini taşır. Başkalarının o konuda ne düşündükleri
önemli değildir. Herkesin sevdiği bir şeyden berbat bir şey olarak söz
edebilir.
· Sohbetlerin çoğu günlük sanat
olaylarını, kültürel olayları ve genel konuları ele alır.
· Bu türün dili yalın konuşma dili,
anlatımı da konuşma havasında rahat ve samimidir. Yazar sorulu cevaplı cümlelerle, konuşuyormuş hissi verir.
· Diğer düşünce yazılarının planı
sohbet yazı türü için de kullanılır. Giriş
bölümünde ele alınacak konu tanıtılır. Gelişme
bölümünde okuyucuyu sıkmadan konu açılır. Bu bölümde tanımlamalar,
çözümlemeler, örneklemeler yapılır. Yazar kendi görüşlerini okuyucuya sezdirir.
Sonuç bölümünde ise ulaşılan son
karar bildirilir.
· Sohbet türünün en önemli ismi
Ahmet Rasim’dir.
HABER
YAZILARI
· Günlük gazetelerde, belli
aralıklarla yayınlanan dergilerde, meslek kuruluşlarının belli aralıklarla
yayınladığı bültenlerde; radyo ve televizyonlarda belli zaman aralıklarıyla
sunulan bültenlerde halka duyurulmak üzere yayımlanan yazılara haber yazısı denir.
· Haber, kaynağını yaşamdan alır.
Genel olarak bu kaynaklar üçe ayrılır: Resmi Haberler, Özel Haberler, Ajans
Haberleri.
· Resmi haberler, resmi ve özel
kuruluşlardaki yetkili kişilerden alınan haberlerdir.
· Özel haberler, halk arasından
toplanır.
· Ajans, haber toplama ve yayma
işleriyle uğraşan kuruluştur.
· Haberde; yurtiçindeki ve
yurtdışındaki önemli ya da ilginç olaylar kısa ve özlü bir biçimde halka
sunulur, haberler gerekirse resimle, fotoğrafla desteklenir.
· Haber yazıları, anlattığı olayın
türüne göre ad alır: Siyasal haberler, ekonomik haberler, bilimsel haberler,
teknoloji haberleri, sanat haberleri, spor haberleri, sosyal haberler… vb.
· Skandal ve dedikodu haberleri…
gibi halk arasında heyecan yaratan haberler vardır, böyle haberlere sansasyonel haber denir.
· Haber toplayana, haber yazana muhabir denir.
· Gazete
haberlerinde uyulması gereken ilkeler vardır. Bir haberde bunların eksiksiz
verilmesi gerekir: “Kim/Kimi; Ne/Neyi; Nasıl; Niçin; Nerede; Ne zaman?”
sorularının yanıtları haberde bulunmalıdır. Buna habercilik dilinde 5 N 1 K denmektedir.
· Haber yazılarında inandırıcılık,
belgelere dayanma, olayı tüm boyutlarıyla aktarma, yansız davranma, okuyucunun
farklı yorumlamasına imkân vermeyecek şekilde, açık ve anlaşılır bir dil ve
üslûpla aktarılması gibi unsurlara dikkat edilir.
· Bu türün ilk temsilcileri: Namık
Kemal, Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem, Şinasi.
FIKRA
· Hayatın içinden herhangi bir
konunun daha çok sosyal, siyasal ve kültürel olayların kişinin penceresinden
görüldüğü şekliyle yazılan ve kanıt esasına dayanmayan, kısa, günübirlik
yazılara fıkra denir. (Bu tür yazılar; olay çevresinde oluşan,
anlatmaya bağlı nükteli hikâyecikler biçimindeki Nasrettin Hoca fıkralarıyla
karıştırılmamalıdır.)
· Gazetenin belli bir köşesinde
genel bir başlıkla yazılan fıkralarda mesele kısaca incelenir ve mutlaka bir
sonuca varılır.
· Daha çok alaylı bir dille, bazen
eleştiri bazen sohbet tarzında yazılır. Okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir
hava hâkimdir yazılarda.
· Fıkralar yazanın bakış aşısı ve
dünya görüşü doğrultusunda şekillenir.
· Bir kamuoyu oluşturmayı
hedefleyen bu yazılar, okuyanlarda etki yaratırlar. Kanıt esası taşımamasından
dolayı kısadırlar.
· Yazarın ilgisini çeken hemen her
konu fıkranın konusu olmakla beraber daha çok toplumu yakından ilgilendiren
günlük olaylar fıkra konusu edilir.
· Konu derinlemesine ele alınmaz,
ancak konunun can alıcı noktasına parmak basılır. Konu kısa ve topluca yani yüzeysel
ama ustalıkla ele alınıp okuyucuların düşünmeleri sağlanır.
· Fıkrada ele alınan konu hakkında
bilgi vermek değil, o konu ile ilgili düşündürmek önemlidir. Bu nedenle fıkra
okuyucuların belli konularda düşünmelerini sağlayan, tetikleyen bir ateşleyici
rolündedir. Konunun böyle ele alınması fıkra yazısının kültür birikimi ile
yakından ilgilidir.
· Fıkralarda kesinlikten çok;
güzel, hoş, dokunaklı bir sonuca varmak gayesi güdülür.
· Fıkralarda körü körüne taraf
tutmak hoş karşılanmaz. Fıkracı gerçeği olduğu gibi yansıtır. Fıkra yazarının
taraf tutup tutmaması fıkranın en can alıcı noktasıdır.
· Dil olarak sade bir şekilde
yazılmasına rağmen iddialı bir yapısı vardır.
· Fıkranın dili herkesin rahatça
anlayabileceği şekilde yalındır; fıkralarda gereksiz sözlerden uzak
durulmaktadır. İnandırıcı, etkileyici bir anlatımı vardır. Fıkraların
üslûbundaki bu rahatlık onu makalenin ciddi ve ağırbaşlı üslûbundan ayırır.
· Fıkra da klasik yazı planına göre
yazılır. Giriş, gelişme ve sonuç. Ancak fıkralar kısa olduğu için
bu bölümler makaleye göre daha az yer tutar. Gelişme bölümünde konu makaledeki
gibi geniş işlenmez ve ispatlama yoluna başvurulmaz. Sonuç bölümünde ise bir
sonuca bağlamaktan ya da kesin yargıya ulaşmaktan çok dokunaklı bir sonla
bitirmek esastır.
· Pek çok edebiyatçı başka türler
yanında fıkra türündeki yazılarıyla da ün yapmışlardır.
Edebiyatımızda özellikle Ahmet Rasim fıkralarıyla
tanınır. Refik Halit Karay, Ahmet Haşim, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Hasan Ali Yücel, Yaşar Nabi
Nayır, Burhan Felek, Haldun Taner, Ahmet Kabaklı, Oktay Akbal, Çetin Altan,
Ahmet Turan Alkan tanınmış fıkra yazarlarımız arasındandır.
MAKALE
MAKALE
· Yazarın herhangi bir konudaki
görüşlerini, belli kanıtlar, belgeler, inandırıcı veriler kullanarak
kanıtlamaya çalıştığı ve böylece okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçladığı yazı
türüne makale denir.
· Makalede temel unsur düşüncedir.
· Makalenin iki önemli özelliği
vardır. Bunlardan birincisi konuya yeni bir açıdan bakıyor olması ikincisi ise
ispat kaygısı taşımasıdır. Bu yüzden makalelerin dili akıcı ve ciddidir.
· Klasik makale planı; giriş,
gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Giriş bölümünde bilgi verilecek,
açıklanacak konu veya savunulacak fikir açıklanır. Makalenin en kısa bölümüdür.
Gelişme bölümünde ortaya konulan konu veya savunulacak düşüncenin ayrıntılarına
girilir. Konu gerekli görülen yönlerden işlenir, açıklanır. İleri sürülen
görüşlerle ilgili belgeler, istatistikler, tarihi gerçekler, özdeyişler,
atasözleri, sosyal olaylar ve bilim-teknik alanındaki çalışmalar, buluşlar vb.
ortaya konulur. Makalenin en uzun bölümüdür. Sonuç bölümünde, gelişme bölümünde
açıklığa kavuşturulan görüşler doğrultusunda bir sonuca ulaşılır. Bu bölümde
giriş gibi kısadır.
· Makalede amaç bilgi aktarmak ya
da görüşlerine okuyucuyu inandırmak olduğundan açık, anlaşılır, ciddi bir dil
kullanılır.
· Makale her konuda yazılabilir. Bu
konu günlük olabileceği gibi, felsefi, bilimsel, sanatsal da olabilir. Ama
edebi makale elbette sanatla ilgili olanıdır.
· Makale, gazete ile birlikte
ortaya çıkmış bir gazete yazı türüdür. Bizde de ilk özel gazete olan Tercüman-ı
Ahval gazetesinin çıkmasıyla görülür. İlk makale de aynı gazetede Şinasi
tarafından (Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi) yazılmıştır.
· Edebiyatımızda Tanzimat
döneminden beri görülen makale türünde Namık Kemal, Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp,
Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabi ünlü birkaç
isimdir.
FIKRA İLE
MAKALE ARASINDAKİ BENZERLİKLER
|
FIKRA İLE MAKALE ARASINDAKİ FARKLAR
|
· Her ikisi de fikir yazısıdır.
· Her ikisi de gazete ve
dergilerde yayınlanır.
· Her ikisinde de konu zenginliği
vardır.
· Özellikle gazete makalelerinin
toplumu yakından ilgilendiren güncel konuları ele alması ve fıkranın da
güncel konular üzerinde yoğunlaşması iki ortak noktalarındandır.
· Her iki tür de aynı plana göre
yazılır.
|
· Makale yazarı ele aldığı
fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken, fıkra yazarı kişisel görüşle
ele alıp inceler.
· Makalede yazar fikirlerini
kanıtlamak zorundadır. Bunun için sağlam güçlü kanıtlar göstermesi gerekir.
Fıkrada ise böyle bir zorunluluk yoktur. Fıkra yazarı isterse ispatlama
yoluna gider isterse gitmez, her türlü örneği kullanabilir.
· Makale bilimsel bir yazı olduğu
için resmi ve ciddi bir anlatım kullanılır. Fıkrada ise samimi, rahat ve
içten bir anlatım vardır.
|
DENEME
· Yazarın herhangi bir konudaki
görüşlerini, kesin kurallara varmadan, kanıtlamaya kalkmadan, okuyucuyu
inanmaya zorlamadan anlattığı yazı türüne deneme
denir.
· Deneme yazarı görüşlerini
aktarırken samimi bir dil kullanır. Kendi içiyle konuşuyormuş gibi bir hava
içindedir.
· Deneme her konuda yazılabilir.
Ancak daha çok tercih edilen konu her devrin, her ulusun insanını ilgilendiren,
kalıcı, evrensel konulardır.
· Bu türün en büyük ustası
Montaigne kitabının önsözünde özetle şöyle demektedir: "Eğer mümkün
olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu kitapta size asla bir şey kanıtlama
iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da
yargılamanızı istemiyorum." Buradan da anlaşıldığına göre denemeler
iddialı olmayan, ispat kaygısı taşımayan; temel anlamda insan doğallığına
dayanan eserlerdir.
· Denemede “ben”li anlatım ön
plandadır.
· Eskiden denemeye verilen "muhasebe" adı, onun konusu
hakkında bir ipucu vermektedir. Çünkü denemeler toplumsal konulardan daha çok kişisel
konulara, soyut dünyalara ve iç hesaplaşmalara daha yakındır. Bu yönüyle fıkra
türünden ayrılır. Fıkralar toplumsal konulara kişisel yaklaşımlar getirirken
deneme iç dünyanın samimi itirafı gibidir.
· Deneme, Avrupa edebiyatında
Fransız Montaigne ile başladı. Türk edebiyatında ise Tanzimat sonrasında
özellikle de Servet-i Fünûn döneminde karşımıza çıkar. Ancak asıl gelişmesini
Cumhuriyet döneminde gerçekleştirir. Bu türde Ahmet Haşim (Bize Göre,
Gurabahane-i Laklakan), Nurullah Ataç (Karalama Defteri, Günlerin Getirdiği),
Suut Kemal Yetkin(Edebiyat Üzerine, Günlerin Götürdüğü), Sebahattin Eyüboğlu
(Sanat Üzerine Denemeler) güzel örnekler vermişlerdir.
ELEŞTİRİ/TENKİT
· Bir sanatçının, bir sanat
eserinin iyi ve kötü yanlarını ortaya koyarak onun gerçek değerini belirleyen
yazılara eleştiri denir.
· Günümüzde eleştiri denilen bu
türe eskiden tenkit, eleştiri yazan
kimseye de "münekkit"
denirdi.
· Bugün eleştiri yazan kimseye eleştirmen denilmektedir. Eleştirmen
eser hakkında okuyucuyu bilgilendirir; hem eserin yazarına hem okura yol
gösterir.
· İki tür eleştiri vardır:
İzlenimsel (öznel) eleştiri ve Nesnel eleştiri.
· İzlenimsel (öznel) eleştiri, Anatole France’in ilkelerini
belirlediği ve eleştirmenin bir eseri kendi zevk ölçülerini göz önüne alarak
incelediği eleştiri türüdür. Bu tür eleştirilerde öznel yargılar çok
olacağından günümüzde bu tür pek rağbet görmez.
· Nesnel eleştiride ise her
eserin değerlendirilmesinde kullanılabilecek belli ölçütler vardır. Eleştirmen
mümkün olduğunca kişisel yargılarda bulunmaktan kaçınır. Bilimsel
araştırmalardan yararlanarak, eseri ister beğensin ister beğenmesin, tarafsız
bir gözle onun değerini ortaya koyar.
· Eleştiri en çok makaleye benzer.
Her ikisinde de inceleme ve araştırmaya yani belgelere dayanarak değerlendirme
yapılır. Makalede yazar bir fikri, bir görüşü açıklar, bildirir veya bir
iddiayı kanıtlarken; eleştirmen, bir eseri veya sanatçıyı inceler, tanıtır,
onlar hakkında okuyucuları bilgilendirir ya da eser veya sanatçıyla ilgili
görüşler ileri sürer ve kanıtlar. Eleştiri ve makale türlerinin dilleri resmi,
anlatımları ciddi ve bilimseldir.
· Eleştirinin planı da makale gibi
giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.
· Giriş: Eser tanıtılır ve
eserle ilgili kişisel veya ortak görüşler belirtilir. Eserin bağlı bulunduğu
alana getirdiği yenilikler, orijinaliteler incelenir, zamana göre açıklaması
yapılır. Ayrıntıları göz önüne serilir.
Gelişme: Eserin ortak zevklerine, bağlı bulunduğu ortam ve alana uygun olup olmadığı araştırılır. Bu araştırma yapılırken yavaş yavaş bir değerlendirmeye doğru gidilir. Bu değerlendirmenin ilmî ve tarafsız olması için eserin diğer eserlerle karşılaştırması yapılır, ekoller ve akımlarla ilgisi üzerinde durulur. Bu alanda eserin konusuna uygun belgesel açıklamalara başvurulur.
Sonuç: Eser üzerinde kesin bir yargıya varılır.
Gelişme: Eserin ortak zevklerine, bağlı bulunduğu ortam ve alana uygun olup olmadığı araştırılır. Bu araştırma yapılırken yavaş yavaş bir değerlendirmeye doğru gidilir. Bu değerlendirmenin ilmî ve tarafsız olması için eserin diğer eserlerle karşılaştırması yapılır, ekoller ve akımlarla ilgisi üzerinde durulur. Bu alanda eserin konusuna uygun belgesel açıklamalara başvurulur.
Sonuç: Eser üzerinde kesin bir yargıya varılır.
· Avrupa’da Boielau, Saint Beuve,
Taine, France eleştirileriyle tanınır.
· Türk edebiyatında bugünkü anlamda
ilk eleştiri örneğine Tanzimat edebiyatında rastlanır. Şinasi, Namık Kemal,
Ziya Paşa bu türde eserler vermişlerdir. Daha sonra Recaizade Mahmut Ekrem ile
Muallim Naci arasında şiir üzerine yapılan tartışmalar eleştiri türünün
gelişmesine hizmet etmiştir.
· Servet-i Fünûn döneminde de
eleştiri türünde eserler verilmiştir. Hüseyin Cahit Yalçın ve Cenap Şahabettin
özellikle dikkat çeken isimlerdir. Millî Edebiyat döneminde milli bir edebiyat
ve sade Türkçe üzerinde yoğunlaşan eleştiri yazıları ile Fuat Köprülü, Ali
Canip Yöntem ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu önemli isimlerdir.
· Cumhuriyet döneminde ve
sonrasında eleştiri türü diğer sanat dallarına da yönelerek gelişmiştir. Ahmet
Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Doğan Hızlan gibi
yazarlar eleştiri türünde örnekler vermişlerdir.
BİR METNİN DİL
VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ NASIL İNCELENİR?
1. Öncelikle parçanın anlatım
biçimini belirlemek
2. Varsa kullanılan düşünceyi
geliştirme yollarını tespit etmek
3. Anlatımın niteliklerine
göre incelemek: Kolay okunuyorsa akıcıdır, gereksiz sözcük yoksa durudur,
yabancı sözcük çok kullanılmamışsa ve süslü/sanatlı, değilse yalındır, kolay
anlaşılıyorsa açıktır vb.
4. Son olarak da parçanın
kendine özgü niteliklerine bakmak: Sıfatların bol kullanılması, soru
cümlelerinin, devrik cümlelerin çok kullanılması, benzetmelerden,
kişileştirmelerden yararlanılması vb.
ÖRNEK DİL VE ANLATIM İNCELEMESİ:
BAHAR GETİRDİM SANA (Can DÜNDAR)
“Neyi
arıyorsan sen, o’sundur.” der Mevlana. Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı
arıyorsan âşık... Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç
dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır. Her ilişki,
benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü... Her
aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir.
Resimlerini
yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların
suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size... Aşk denilen kaleydoskopun
buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, bin bir cam rengârenk ışıklar saçarak
döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda,
farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça...
Aşklarınız
hülasanızdır. Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh
hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskopu, cam paralar yer
değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz... Sevgilinizin gözlerindeki
dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız,
tenindeki sizin yansımanızdır.
Yoksa
hâlâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır. Aşk, narsizmdir.
Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop
gibi başımızı döndürüyor.
Ve
biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski
baharları arıyoruz. Narcissusu’u bilirsiniz; öyle heybetli ve güzelmiş ki,
bakmaya dayanamazmış kendine. Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini,
incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran
hayran. Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü.
Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini, dengesini kaybedip
düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya. Yeryüzünün en güzel insanının
öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O’nu her bahar açan güzel kokulu bir
çiçeğe dönüştürmüş; Narcissus, nergis olmuş.
Kıssadan
hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize. Sonra
da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara
koşan bir gezgin gibi “Bahar getirdim sana.” deyin.
Baharın
elinizde olduğunu unutmadan... Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi
göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin. Düşüp bahar kokulu bir
çiçeğe dönüşmeyin.
|
Yukarıdaki örnek metnin dil ve anlatım özellikleri:
1. Tartışmacı anlatım biçimi
kullanılmıştır. Çünkü yazar kendi görüşlerini öznel bir biçimde aktarmış,
kanıtlamaya çalışmıştır.
2. Coşku ve heyecana bağlı, yani
lirik anlatım ön plandadır. Çünkü aşk duygusundan söz edilmektedir.
3. Pek çok cümlede emredici anlatım
kullanılmıştır: "Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle
bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size... "
4. Tanımlamadan yararlanılmıştır:
"Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında;
dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır."
5. Mevlana tanık gösterilmiştir: “
‘Neyi arıyorsan sen, o’sundur.’ der Mevlana.”
6. Narcissus örnek verilmiştir.
7. Doğa unsurlarından
yararlanılmıştır: bahar, ırmak...
8. Şiirsel bir anlatımı vardır.
9. Devrik cümlelerle anlatım
zenginleştirilmiştir: "Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her
sevda ruhumuzun bir başka yüzü... "
10. Yalın, duru, açık, akıcı bir
anlatımı vardır.
ÇÖZÜMLÜ ÖRNEK SORU:
Gün erken doğar baharat kokulu ülkede,
iyi ki doğar. Yoksa milyonlarca esmer, kara gözlü insanın yaşadığı ülke nasıl
aydınlanır? Kara gözlü insanların, baharat kokulu kentlerindeki çelişkilerse
yürek burkucu. Okyanustan gelen esinti bile sokaklara taşan yoksulluğun, derme
çatma evlerdeki yaşamın sıkıntısını hafifletmiyor. Muson yağmurları ansızın
sizi ter ve sivrisinek sarmalı içinde bırakıyor. Muson yağmurlarıyla yıkanan
şehir mi yoksa insanlar mı ayırt edemiyorum, insana değer verilmeyen ve emeğin
ucuz olduğu bu ülkede.
Bu
parçanın anlatımıyla ilgili olarak aşağıda verilenlerden hangisi yanlıştır?
A) Yinelemelere başvurulmuştur.
B) Anlatımda tekdüzeliği kırmak için
devrik cümleler kullanılmıştır.
C) Sözde soru cümlesine yer verilmiştir.
D) Karşılaştırmalarla anlatım
somutlaştırılmıştır.
E) Anlatıcı, duygularını yansıtmıştır.
(2008/ÖSS)
CEVAP:
D
Parçada
“doğar, ülkede, kara gözlü, Muson yağmurları” sözcükleri yinelenmiş; ilk ve son
cümle devrik olarak oluşturulmuş; “Yoksa milyonlarca esmer, kara gözlü insanın
yaşadığı ülke nasıl aydınlanır?” cümlesinde soru soruluyor gibi görünse de
aslında cevap beklenmemiş ve cümlenin yüklemi “aydınlanmaz” anlamında
kullanılarak sözde soru cümlesine yer verilmiş; özellikle “yürek burkucu”
ifadesinde ve parçanın tamamında anlatıcı, duygularını yansıtmıştır.
Karşılaştırma ise parçada kullanılmamıştır.
ÜNITE III
SÖZLÜ ANLATIM
Röportaj
Mülakat
(Görüşme)
Söylev (Hitabet,
Nutuk)
RÖPORTAJ/DERİN HABER
· Röportaj, sözlü anlatımla gerçekleşmekle
birlikte gazete ve dergilerde yayımlanın yazı türlerinden biridir.
· Röportaj, aynı zamanda öğretici
yazı türüdür. Bir olay, bir durum; yerinde gezip görülerek, olayla ya da
durumla ilgili değişik kişilerle konuşularak, söyleşilerek, soruşturularak
yazılır.
· Röportajlar, düşünsel plânla
gerçekleştirilir ve yazılır.
· Sorulacak soruların tarzı,
içeriği yazının başarısını doğrudan etkiler. Bu amaçla röportajı yapan kişi,
bir planlama yapar ve yazıyı kendisi şekillendirir.
· Röportaj yapılırken farklı
yöntemler uygulanabilir: Sorular önceden röportaj yapılacak kişiye ulaştırılır
ve kişi bunlara kendince bir yanıt metni hazırlar. Diğer yöntemde ise sorular
doğrudan sorulur ve yanıtlar kaydedilerek sonradan yazıya geçirilir. Bu
uygulamada bir kayıt cihazına ihtiyaç vardır. Her iki yöntemde de röportajı
yapan bir giriş ve sonuç bölümü hazırlar. Ancak hiçbir şekilde verilen yanıtlar
üzerinde tasarruf hakkına sahip değildir. Onları kısaltamaz, ekleme yapamaz,
özetleyemez ya da tümden çıkartamaz.
· İşlenen konu; toplumsal ve
sanatsal bir olay ya da olgu olabilir.
· Röportaj yazarı; açıklayıcı
anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmacı anlatım gibi
bütün anlatım yollarından yararlanır. Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek
için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de
yararlanır.
· Röportaj hem gezi yazılarının hem
makalenin özelliklerini taşır. Makale gibi dayandığı sağlam bir düşünce ya da
bir tez vardır. Yazar; sorunu yerinde inceleyerek, gezip görerek, halkla, varsa
mağdurla ve yetkili kişilerle konuşarak; fotoğraf, belge, istatistik bilgiler…
gibi bilgilerle destekleyerek okuyucunun bilgisine sunar.
· Röportajın çok yönlü anlatım
olanakları vardır. Bu yönüyle diğer düşünce yazılarından zengindir. Uzunluğu
çoğu zaman makaleden çoktur. Bazen bir röportaj yazısı, gazetenin iç
sayfalarından birinde dizi halinde günlerce yayınlanır. Okuyucunun sıkılmadan,
merakla, okuduğu bir yazı bir türüdür.
· Türk edebiyatında röportaj
türünün ilk örneklerini Evliya Çelebi vermiştir. Modern anlamda ise Ruşen Eşref
Ünaydın’ın “Diyorlar ki” (1918); adlı çalışması bu türde verilmiş ilk örnekler
arasındadır. Türkiye gazetelerinde röportaj çalışmaları yayımlanan başlıca
gazeteciler arasında şunları sayabiliriz: Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Vasfiye
Özkoçak, Füsun Özbilgen, Leyla Umar, Nuriye Akman, Ayşe Arman, Fehmi Koru, …
MÜLAKAT (GÖRÜŞME)
· Kendi alanının uzmanı ünlü
kişileri etraflıca tanıtmak veya toplumu ilgilendiren önemli bir konuyu
aydınlatmak üzere uzmanlarla (veya ünlülerle) yapılan görüşmelerin aktarıldığı
gazete yazılarına mülâkat (görüşme)
denir.
· Mülâkat, yazılı kompozisyon
türlerindendir. Ancak günümüzde gazetelerden çok, radyo ve televizyonlarda
(çoğunlukla da canlı olarak) yapılan mülâkatlar ilgi çekmektedir.
· Mülâkatlar
stüdyoda veya başka mekânlarda kameralar (veya mikrofonlar) önünde yapıldığı
için bu türdeki görüşmeler gazetelerde veya dergilerde genellikle yer almaz.
İstenirse bu görüşmeyi yazıya aynen aktarmak da mümkündür. Bu durumda görüşülen
kişi ve yer tanıtılır, konu belirtilir, sorulan sorular ve alınan cevaplar
yazılır.
· Mülâkat
metninin soru-cevap şeklinde düzenlenmesi de mümkündür.
· Mülâkatta
kararlaştırılan konunun dışına çıkılmaz, özel görüş ve yorumlara yer verilmez,
ayrıntıya girilmez. Dilin açık ve sade olmasına özen gösterilir.
SÖYLEV (HİTABET, NUTUK)
· Bir konuşmacının belli bir
topluluğa hitaben yaptığı etkileyici ve coşkulu söyleve hitabet (söylev) denir. Konuşmacıya da hatip denir. Söylevde konuşmacı ve dinleyici iki önemli unsurdur.
· Söylevde amaç; dinleyicilere bir düşünceyi aşılamak, bir konu hakkında
açıklama yapmak veya bir fikir etrafında toplanan dinleyicileri coşturmak,
harekete geçirmektir.
·
Hitabette giriş, gelişme, sonuç olmak üzere
üç bölüm bulunur. Girişte konuşmanın konusu belirtilir. Orada hangi amaçla
toplanıldığı açıklanır. Gelişmede verilmek istenen mesaj, çeşitli hikâyeler,
tarihi olaylar ve örnekler desteklenir. Sonuçta mesaj açıkça vurgulanır ve söz
ustaca bitirilir.
·
İyi bir hatip; seyircilerle, onları istediği
gibi yönlendirebileceği bir iletişim kurmalıdır.
·
Hitabenin dili sade, açık ve anlaşılır
cümlelere dayanır. Bu cümlelerin büyük kısmı hitap ve ünlem cümleleridir.
· Hitabetlerde konu sınırlaması
yoktur. Gerekirse konu belgelere dayandırılmalıdır. Hatip nerede ne
söyleyeceğini iyi bilmelidir.
· Siyasal, dinsel, hukuksal ve akademik olmak üzere dört çeşit söylev
vardır.
· Belli bir günü anma, kutlama
törenleri sırasında yapılan konuşmalar ise bilgilendirici niteliktedir.
Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku, dinleyenleri bilgilendirmeye yönelik söylevdir. Onuncu
Yıl Nutku’nda olduğu gibi söylevler dinleyicilere hitapla başlar.
· Topluluğun psikolojisi gereği
zaman zaman ses tonu, mimik ve jestlerle seyirci kontrol edilir.
· Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük
söylevcisi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Onun “Gençliğe Hitabesi” ve “Onuncu Yıl
Nutku” ölmez bir yapıt olan “Nutuk”ta yer almaktadır. Cumhuriyetin ilk
yıllarında ise hitabetin önemli isimlerinden biri olan Hamdullah Suphi
Tanrıöver; TBMM kürsüsünde ve Kurtuluş Savaşı sırasında halkı aydınlatmak için
gönderildiği Konya, Antalya gibi yerlerde hitabetin etkili örnekleri olan
konuşmalar yaptı. Konuşmalarından seçmeleri "Dağ Yolu" (1928- 1931, 2
cilt) adlı kitapta topladı.
😜😜😜guzel anlatilmis
YanıtlayınSilEllerinize sağlık mükemmel olmuş.(y)
YanıtlayınSilYorum Gönderme
YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...
1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.