çok tıklanan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çok tıklanan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Eyl 2016

İNTİBAH ROMAN ÖZETİ,OLAY ÖRGÜSÜ,KİŞİLER,YER VE ZAMAN (AYRINTILI İNCELEME) YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLDİ...

1. ESERİN ADI : İNTİBAH
A. YAZARI : NAMIK KEMAL
B. BASKI YILI : 1973
C. SAHİFESİ : 128
D. BASILDIĞI MATBAA : SULHİ BARAN MATBAASI

A. ROMANIN ÖZETİ


İyi yetiştirilmiş; ama hayat tecrübesi zayıf bir genç olan Ali Bey, İstanbul Çamlıca'da Mahpeyker adındaki hafifmeşrep "kötü bir kadına" tutulur. Annesi o güne kadar son derece itaatkar olan Ali Beyi, bu kadından ayırmak için evine Dilaşup adlı cariyeyi satın alır. Ali Bey, bir tesadüf eseri küçücük bir inceleme sonucu, Mahpeyker'in nasıl bir kadın olduğunu öğrenir. Büyük bir sarsıntı geçirir. O, bu sarsıntılarla bocalarken, annesi ustalıkla Dilaşub’u yeniden karşısına çıkarır. Avunmak ihtiyacı ile yanan genç adam bu sefer genç, güzel cariye ile ilgilenir. Dilaşub da zaten çoktan beri Ali Beyi sevmektedir. Evlenmeleri kararlaştırılır. Terk edildiğini anlayan Mahpeyker, Ali Beyden öç almak ister. Mahpeyker, Dilaşup'a iftira atarak Ali Beyi öldürtmek ister.Dilaşup Ali Beyi ölümden kurtarır; ama kendisi ölür. Ali Bey de Mahpeyker'i öldürür ve hapse atılır. Ali Bey daha sonra hapisteyken ölür...

İntibah’ın Olay örgüsü:
  • Babasının ölümü üzerine Ali Beyin bunalıma girmesi... 
  • Annesinin onu arkadaşlarıyla Çamlıca'ya göndermesi... 
  • Ali Beyin Çamlıca'da Mahpeyker ile karşılaşması ve ona aşık olması... 
  • Ali Beyin Mahpeyker’i görmek için her gün Çamlıcaya’ya gitmesi... 
  • Mahpeyker'in nasıl bir kadın olduğunun anlatılması... 
  • Ali Bey ve Mahpeyker’in gizli gizli buluşmaları... 
  • Mahpeyker’in Ali Beyi ikna etmek için türlü yollar denemesi... 
  • Mahpeyker’in Ali Beyden intikam alma planları yapması... 
TEMEL ÇATIŞMALARI:

İyi-kötü, aşk-kin ve nefret, dürüstlük-kültürel yozlaşma, yalan-sadakat, gelenekçilik-gayri meşru ilişki gibi kavramlar metnin çatışmalarını oluşturmaktadır.


TEMASI:

İntibah romanının teması yanlış kadın sevmenin doğurduğu yıkımlardır. edebiyatfatihi.net



3. MUHTEVA(içerik) BİLGİSİ
A. ANA FİKİR :

Karşılaştıkları olaylar hakkında derinlemesine değerlendirme yapmadan karar veren insanlar çoğu zaman yanlış yaparlar.Ve ne yazık ki bu karardan dönmeleri de çok zor olur.Genellikle son pişmanlık fayda vermez...

B. ALINACAK DERSLER :
 Güvendiğimiz insanları iyi tanımamız lazımdır.
 Sevdiğimiz insanları seçerken çok dikkatli olmalıyız.
Kalbimizin sesini dinlerken beynimizin de sesini dinlemeliyiz.
Aşık olunmaması gereken kişilere aşık olanların hayatları alt-üst olur.
Seçimlerimiz yaparken sonuçlarını göz önünde bulundurmalıyız.
Kaybedecek bir şeyi olmayanlar hiçbir şeyden korkmazlar.
 Düşünerek karar vermeliyiz.
Bir anlık zevkler uğruna hayatımızı karartmamalıyız.


B. OLAYIN KİŞİLERİ VE TAHLİLLERİ :

( 1 ) FİZİKİ TAHLİLİ


ALİ BEY :
Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında yakışıklı bir delikanlıdır.Sarı benizli, kızların dikkatini çeken bir tiptir. Mahpeyker’in ona vurulmasının tek sebebi de onun bu karşı konulmaz çekiciliğidir.

MAHPEYKER : Boyu posu gayet düzgün, siyahımsı samur saçlı, ince düz kaşlı noktalı yeşil gözlü, çekme burunlu, ufacık ağızlı, kor dudaklı bir kadındır. 

ATIF BEY :Aşağı yukarı Ali Bey’le aynı yaştadır.Zarif biri olan Atıf Bey terbiyeli olduğu kadar düzgün giyimli ve bakımlı bir adamdır. 

MESUT BEY : Ellili yaşlarda olan Mesut Efendinin şakaklarına aklar düşmüş, yüzünde çizgiler belirginleşmiştir.Terbiyesini dış görünüşüyle açığa çıkarır. 

FATMA HANIM : Ali Bey’in annesi olan Fatma Hanım, özellikle kocasının ölümünden sonra iyice yaşlanmıştır.Ölmeden önce oğlunun mürüvvetini görmek ister. 

ABDULLAH EFENDİ: Çok zengin olan Abdullah Efendi, Suriyeli bir Arap’tır.Yaşı yetmişi geçtiği halde kadın, kız peşinde koşmaktan kendini alamaz.Yüzüne bakılamayacak kadar suratsız, çirkin bir adamdır.Yüzü çiçek bozuğundan delik deşik, rengi zenci hurması denilecek derecede koyu esmerdir.Alt kısmı frengiden dökülmüş çentik,yarım burnu; fırça yüzü görmemiş çürük dişleri; uyuz hayvan tüyü kadar seyrek bıyık ve sakalı, yüzünün korkunçluğunu bir kat daha arttırmaktadır. 

DİLAŞUB : Vücudunun tüm güzellikleriyle tam bir melektir. Güzelliğiyle Ali Beyi etkileyen Dilaşub, saçları sırma gibi sarı; alnı duru ve beyaz; tatlı mavi gözleri ve gülpembe yanaklarıyla çok çekicidir.


( 2 ) RUHSAL TAHLİLLER

ALİ BEY :
Vatanımızın kültür merkezi olan İstanbul’da büyümüş, özel öğretmenlerden ders almış, çok muhteşem şekilde öğrenim görmüştür.O kadar ki;daha on yaşına bastığı zaman birkaç yabancı dil öğrenmişti.Ali Beyin terbiyesine ve davranışlarına bakanlar kendisini adeta bir melek zannederlerdi.Fakat Ali fazlaca sinirli ve kanı oynak birisiydi.Bunun neticesi olan hiddetini, aldığı terbiye ve gördüğü şefkatli muameleler sayesinde, herhangi bir şeye karşı lüzumundan fazla, adeta esirlik derecesinde düşkünlüğü hemen her halinden anlaşılırdı.Her neye merak sarsa, bütün işlerini bir yana bırakır, dünyayı unutur, sadece onunla meşgul olurdu.Bir şeyi arzu eder de gerçekleştirmesinde küçük bir engele rastlasa arzusu ne kadar önemli olursa olsun, onu gerçekleştirmek için en büyük fedakarlıktan çekinmezdi.Hatta ufak bir emeline ulaşamayınca günlerce hastalanır; geceleri gizli gizli ağlardı.


MAHPEYKER :
Terbiye ve ahlak bakımından Ali Beyin tamamen zıddıydı.Alçak ve namussuz bir aileden yetişmiş; daha on dört, on beş yaşına gelmeden rezaletin her çeşidiniöğrenmişti.Biraz okuyup yazma öğrendiği ve hemen bütün şahitlerini İstanbul’un tanınmış "kötü kadınlarıyla" geçirdiği için şeytani zekası çok gelişmişti.İstediği adamı elde edip ona keyfinin istediği şekilde tahakküm ederdi.Son derece şehvet düşkünü olduğu için hoşlandığı erkekleri bin cilveyle hükmü altında tutmak ister ve bunu daima ustalıkla becerirdi.Yakışıklı erkekleri gerçekten severdi; fakat yılan bir adama nasıl sarılırsa bu da öyle sarılmak isterdi.Ve o erkeğin yalnız kendisine ait olmasını isterdi.

ATIF BEY : Ali Beyin iş arkadaşı olan Atıf Bey en az Ali Bey kadar terbiyeli ve karakterli bir insandır.Kısa zamanda ALİ Bey ile arkadaş ve sırdaş olmuştur.Fikirleri ve nasihatlarıyla Ali Beye yardımcı olmaya çalışmaktadır.

MESUT BEY :
Atıf Bey’in dayısı olan Mesut Bey İstanbul’un her köşesine sokularak  çeşitli olayların içinde yoğrulmuş, dünyanın kaç bucak olduğunu anlamış, tecrübeli bir  adamdır.Kötülerin düşmanı iyilerin dostudur.

FATMA HANIM : Oğlunu gayet terbiyeli ve olgun şekilde yetiştirmeye dikkat ederdi.Oğlunun başına gelebilecek en ufak kötülük onu mahvederdi.Özellikle Mahpeyker’eaşık olduktan sonra oğlunun geleceğinden şüphe eder olmuştu.Asıl isteği ölmeden önce hayırlısıyla oğlunun mürüvvetini görmekti.


ABDULLAH EFENDİ : Suriye’nin en alçak, en ahlaksız adamlarından biriydi.Ortak olduğu tüccarları batırarak çok para kazanmış, bin bir hile ve düzenbazlıkla servetini kat kat arttırmıştı.Mahpeyker’le tanıştıktan sonra ona büyük bir ilgi duymuştur.

DİLAŞUB : Bir cariye olarak Ali Beyin evine girmiştir.Ali Bey’le evlendikten sonra iftiraya uğraması sonucu satılmış ve Mahpeyker’in eline düştükten sonra bin bir sıkıntı ve  işkenceye göğüs germiştir.Aslında Ali Beyi gönülden sevmektedir.


( 3 ) SOSYAL TAHLİLLERİ


ALİ BEY Bab-ı Ali’de katiplik yapan Ali Bey, özellikle babasının ünüyle tanınmış terbiyeli ve dürüst biridir.Zor duruma düştüğünde babasından kalan mirası sayesinde geçinebilmiştir.


MAHPEYKER : Tam anlamıyla bir "kötü kadın"dır..Aklı fikribeğendiği erkeklerle birlikte olmaktır.


ATIF BEY : İstanbul’un ileri gelen ailelerinden birinin çocuğu olarak yetişmiştir. Eğitimini tamamladıktan sonra Bab-ı Ali’de katiplik yapmaya başlamıştır.


MESUT BEY : Olgun ve terbiyeli karakteriyle, çeşitli yönleriyle tanınmış, güvenilir bir insandır.Gayet tecrübeli olan Mesut Bey İstanbul’u, özellikle de Çamlıca’yı tüm yönleriyle bilmektedir.

ABDULLAH EFENDİ :
Aşırı derecede zengin, bir o kadar da şerefsiz ve namussuzdur.Mısır’la yaptığı ticaret işleri sayesinde çok para kazanan Abdullah Efendinin yapamayacağı şerefsizlik ve adilik yoktur.Ondan her türlü kötülük beklenebilir.

İLK EDEBİ ROMANIMIZ

                                                       


OLAYIN GEÇTİĞİ MEKANLAR:Tabiat veya gezinti yeri olarak adlandırabileceğimiz Çamlıca bir dış mekân örneğidir.
Romanda dış dünyayı temsil eden en önemli mekân ise olayların başladığı ve gerçekleştiği yer olan Çamlıca’dır.

Bilindiği üzere Tanzimat dönemi yazarlarını romanı kurgularken zorlayan durumlardan biri kadın ile erkeği bir araya getirmenin yarattığı güçlüktür. Bunun için ortak bir bağa veya mekâna ihtiyaç duyulmakta bu sebeple çoğu kez efendi-köle veya akrabalar arasındaki ilişkilerden yola çıkılmaktadır. Bu anlamda Çamlıca vb. mesire yerleri kadın ve erkeğin rahatça görüştüğü bir yer olmasa da bir araya gelebildiği bir mekân olması bakımından önemlidir. Dolayısıyla bir sosyalleşme aracı olan benzeri yerler romanı kurgularken yazarlar için mekân olmanın ötesinde kurtarıcı bir işlev yüklenirler.
Çamlıca bu anlamda romanda hayatî bir göreve sahiptir. Mahpeyker ile Ali Beyin karşılaşmaları,tanışmaları, Mahpeyker’in gerçek kimliğinin ortaya çıkması ve ilk tartışmaları hep bumekânda ve bu mekân sayesinde gerçekleşir. Romanda mekân, olayların gerçekleştiği yer olmanın dışında olayları tetikleyen veya olayların gidişatını belirleyen önemli bir unsurdur.

Örneğin, Mahpeyker’in gerçek kimliğinin ortaya çıkışında veya Dilâşup ile ilgili dedikoduların Ali Bey’e iletilip genç kadının gözden düşürülmesinde mekân böyle bir işlev yüklenir. Dolayısıyla Çamlıca yazar için önemli bir yardımcı, roman içinse önemli bir kahramandır. Ali Bey açısından ise hem birleştirici hem engelleyicidir.

Yazar, olayların gelişiminde önemli bir işlev yüklenecek olan bu kahramanı bir an önce okuyucusuna tanıştırmanın telaşıyla romana Çamlıca’yla veya mekân tasviriyle başlar.

Mekânın bu şekilde kullanımı Çamlıca açısından bir çeşit erken anlatımdır. Başka bir deyişle yazar, Çamlıca’nın önemini bize baştan hissettirir. Ayrıca yukarıda da belirtildiği üzere Ali Bey dış dünyayla teması sınırlı olan bir gençtir. O da tıpkı Çamlıca tepesi gibi şehre dolayısıyla hayata dışardan, uzaktan bakmaktadır. Bu haliyle Çamlıca, Ali Bey’in hayatın dışındalığının veya tecrübesizliğinin de ifadesidir.

Çamlıca,
Tanzimat nesliyle özdeşleştirilerek yüceltilmektedir. Oysa ki Çamlıca romanda bunun tam tersi bir anlama sahiptir. Mekân her ne kadar “firdevs-i a’lânın yere inmiş bir kıt’ası” (Namık Kemal, 2000, s.7) yani cennetten bir parçaymış gibi tasvir edilse, önemli olayların gerçekleşmesine sebep olan ve aynı zamanda onlara mekân olan bir yer olsa da aslında yazarın gözünde olumsuz bir anlama sahiptir. Çünkü tüm kötülüklerin başlangıç yeri ve sebebi Çamlıca veya onun gerisinde yatan batılı zihniyettir. Yine aslında tüm kötülüklerin sebebi olan Ali Bey de Felatun Bey ve Bihruz’da olduğu kadar vurgulu ifade edilmese de Batılılaşmış bir züppedir. Tüm budalalıklarıyla babasının kendisine emanet etmiş olduğu yuvayı veya evi yok etmiştir.


İKİNCİ MEKAN EV


Romanda evin tasviri yapılmamakla birlikte eve ait unsurlar zaman zaman Ali Beyin eve girip çıkışı sırasında isim olarak anılır. Sadece adları anılan bu kısım veya unsurlar sırasıyla evin bahçesi, kapısı, üst kata çıkmaya yarayan merdiven Ali Beyin odasının kapısı ve Ali Beyin yatağıdır. Anlaşılacağı üzere bunlar Ali Bey’in eve girişi çıkışı sırasında takip ettiği güzergah boyunca adları zorunlu olarak anılan unsurlardır.


( 4 ) YAZAR HAKKINDA BİLGİ

NAMIK KEMAL HAYATI,EDEBİ KİŞİLİĞİ,ESERLERİ MADDELER HALİNDE... TIKLAYINIZ...


20 Tem 2014

YILANLARIN ÖCÜ GENİŞ ÖZETİ,KONUSU,KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ...TAHLİLİ

FAKİR BAYKURT-YILANLARIN ÖCÜ ROMAN İNCELEMESİ
I-KONUSU:
Oğlu Kara Bayram, gelini Haçça ve  torunları Ahmet ve Şerife ile yaşayan Irazca'nın köy içerisinde hiyerarşiye başkaldırışı anlatılır. 

II.ÖZETİ: (EN DOĞRU ÖZETİ)
Olay Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı seksen haneli  Karataş köyünde geçer.Deli Haceli ve karısı Fatma  evlerinin çok nemli olmasından yakınarak tam Irazca ve ailesinin kaldığı evin önüne ev yaparlar.Bu sırada köye ziyarete gelecek kaymakamın haberi alınır..Kaymakamı ağırlamak adına çeşitli hazırlıklar tertip edilmeye başlanır.Bu iş önce Kara Bayram'ın kuzusunu çalmakla işe başlarlar.Köyün muhtarı kişisel menfaatleri için Haceli'ye destek olur ve bir gün muhtarlığa konuşmak vaadiyle çağırdığı Kara Bayram'ı birkaç adamına dövdürür.Hem kuzusundan hem de üstüne dayak yiyen oğlunu gören Irazca , intikam almak için bir gece Haceli'nin ev yapmak için kazdığı temelleri doldurur.Bayram ise ev yapımı için gerekli olan kerpiçleri parçalar.Sabah kalktığında bütün yaptıklarının yok olduğunu gören Haceli, öfkeyle o sırada hamile olan Haçça'ya taş atar ve onun düşük yapmasına sebep olur.Irazca , kaymakam köye ulaşmadan onun yolunu keser ve hakkını aramak için kaymakamdan destek ister.Kaymakam, kendisi için hazırlanan tüm tertibe ve eğlenceye katılmadan açılışı yapar ve Irazca'nın hakkının verilmesini ister, aksi halde kendisinin dava açacağını söyler.Muhtar kendisinin de suçlanacağını düşündüğü için Haceli'ye verdiği desteği keser ve Kara Bayram'a yanaşmaya çalışır.Haceli'nin bütün yaptıklarından vazgeçeceğini  ve bir miktar maddi destek olacağının teminatını verse de Kara Bayram ikna olmaz ve şehre gidip dava açacağını söyler.Bütün bunlar olurken Haceli, karısı Fatma ile Kara Bayram'ın ilişkisini bilmemektedir.

23 Haz 2014

ORHAN PAMUK "KARA KİTAP" ÖZETİ VE İNCELEMESİ

Kara Kitap amcasının kızıyla evli olan avukat Galip, karısı (aynı zamanda kuzeni) Rüya ve Rüya’nın üvey ağabeysi Milliyet gazetesinde köşe yazarı olan Celal Salik karakterlerinin üzerine kurulmuştur.Galip Nişantaşı’nda dedeleri, nineleri, halaları, amcaları, amca çocukları ve bir takım akrabalarıyla birlikte büyümüş ve amcasının güzel kızı Rüya evlenmiştir.Galip Rüya’nın ikinci kocasıdır.Kimi aile büyüklerinin düşüncelerine göre Galip çocukluktan beri çok sevdiği Rüya ile evlenerek Rüya’yı bazı sol fraksiyonlara mensup eşinden ve o sefil hayatından kurtarmıştır.Galip ve Rüya, Rüya’nın üvey ağabeysi olan Celal Salik’e çocukluklarından beri hayranlık duymuşlar ve gazetedeki yazılarını her gün okuyarak büyümüşlerdir.Bir gün Galip eve gelir ve karısının on dokuz kelimelik terk mektubuyla karşılaşır.Rüya nereye gittiğini, ne zaman döneceğini, dönüp dönmeyeceğini, kiminle gittiğini yazmadan Galip’e bir suç ortaklığı bırakarak ve ‘Annemleri idare edersin’ diyerek kayıplara karışmıştır.Aynı zamanda Celal Salik’in de ortadan kaybolması Galip’i amansız bir arayışa ve esrarengiz bir kayboluşa sürüklemiştir.Bundan sonra Galip’in hayatı çok sevdiği karısını aramaktan, Rüya’nın O’nu neden terk ettiğini bulmaya çalışmaya, Celal ve Rüya’nın birlikte olup olmayacağına dair paranoyalardan, Galip’in kimliğine, kim olmak istediğine, hayatın görünenden çok görünmeyen anlamlarını keşfetmeye sanki görünmeyen bir el tarafından yönlendirilmiştir.

1 Şub 2014

OĞUZ ATAY "KORKUYU BEKLERKEN" ÖYKÜLERİNİN ÖZETİ...


Oğuz Atay, 70 sonrası Türk edebiyatında postmodern tarzda yazdığı eserlerle kendisinden söz ettirir. O, yazdığı Tutunamayanlar (1972), Tehlikeli Oyunlar (1973), Bir Bilim Adamının Romanı (1975), Korkuyu Beklerken (1975), Oyunlarla Yaşayanlar (1985), Günlük (1987) ve Eylembilim (1998) adlı kitaplarında 1970 sonrası Türk insanının yaşadığı bunalımı anlatmaya çalışmıştır.Sekiz hikâyeden oluşan “Korkuyu Beklerken” adlı öykü kitabı ilk olarak 1975 yılında yayımlanır.

30 Kas 2013

BUGÜNÜN SARAYLISI ROMAN ÖZETİ,KİŞİLER,YER ZAMAN (İNCELEMESİ)



KİTABIN ADI: Bugünün Saraylısı
KİTABIN YAZARI Refik Halit KARAY
YAYINEVİ VE ADRESİ İnkılâp Kitabevi Ankara Cad. No:95 İstanbul
BASIM YILI 1985


1.KİTABIN KONUSU:

Taşradan,biraz uzak akrabası olan;fakat kendisine “dayı” dediği kişinin İstanbul’daki evine kalmaya gelen kasabalı kız Ayşen’in bol para ile İstanbul’un sosyetesi içinde bir anda değişen yaşamı kendisine aşık olan kişilerle olan ilişkileri ve beraber yaşadığı ailedeki değişmeler çerçevesinde anlatılmaktadır.

13 Tem 2013

FATİH-HARBİYE ROMANI GENİŞ ÖZETİ,KONUSU,ÇATIŞMALARI,KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ,YER,ZAMAN,DEĞERLENDİRME(AYRINTILI İNCELEME)



KİTABIN ADI                          : FATİH-HARBİYE
KİTABIN YAZARI                  : PEYAMİ SAFA
YAYIN EVİ                               : ÖTÜKEN
BASIM YILI                             : 1987
SAYFA SAYISI                        : 120
KİTABIN KONUSU:
Neriman’ın kendi kültürüyle Batı kültürü arasındaki kayboluşu ve  doğru yolu buluşu.
TEMA: Doğu-Batı Çatışması
GENİŞ ÖZETİ: Eserin baş kahramanı Neriman lise yıllarında tanıştığı ve yedi yıldır birlikte olduğu dostuŞinasi’den gittikçe uzaklaşmaya başlar.Artık o Şinasi’nin ve çevresindekilerin tanıdığı Neriman değildir.Giyimi,zevkleri,derslerine ve çevresine karşı olan tavırları değişmiştir.

2 Tem 2013

SERGÜZEŞT ROMANIN ÖZETİ,KONUSU,KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ,ZAMAN,MEKAN,BAKIŞ AÇISI(AYRINTILI TAHLİLİ)

Kitabın Adı: Sergüzeşt
Yazarı: Sami Paşazade Sezai
ROMANIN KONUSU:
Eserde vurgulanan en önemli konu esarettir. Hayatı boyunca satılan, ezilen, oradan oraya fırlatılan bir taş misali görülen, bir insan olarak duygu ve düşüncelerine değer verilmeyen bir esirin dramı konu edilir.
Yazar insanın hayvan gibi alınıp satılamayacağını, esir dahi olsa her insanın duyguları hayalleri ve en önemlisi de bir kalbi olduğu gerçeğini ön plana çıkarır.
Romanda Osmanlının batılılaşmış burjuva sınıfının eleştirili esaret kurumuna bakış açısı ve yaşlı kuşakla genç kuşağın çatışması verilir. Asaf paşa ve Zehra hanım, sosyal münasebetlerde ve evlilikte zenginliği öne çıkarır. Oğulları Celal ise zenginliğin önemli olmadığını, asıl olanın güzellik, namus olduğunu belirtir.
Günümüz genç kuşağının ilgi çeken bir yönünü ele alan eser o günkü toplumda da bugüne bilgi vermektedir.
Konusu gerçek hayattan alınmış bu romanda genel manada esir ticareti, sosyal sınıflar arasındaki dengesizlik, terbiye meselesi, geleneklerin sosyal hayata tesirleri başlıca unsurlardır. Ayrıca kader fikri Sergüzeşt romanında çok öne çıkmaktadır.

ROMAN ÖZETİ:
Kafkasya’nın bir köyünde Dilber adında küçük bir kız esircilerin eline düşer. İstanbul’a getirilir. Dokuz yaşındaki güzel kız, Mustafa Efendi adında bir memura satılır. Evin hanımı serttir, kötü huyludur. Dilber’e çok cefa eder. Kızcağız bütün ağır işleri yüklenir, gücünün üstünde çalışır, öyleyken sık sık dövülmekten, aşağılanmaktan kurtulamaz.

Mustafa Efendi Erzurum’a bağlı bir ilçeye atanır. Dilber’i götürmek istemediğinden bir esirciye satar. Dilber sıkıntılı yıllar geçirir. Ona müzik, okuma, ev işleri öğretilir. Ardından, satılır. Bir paşa konağına düşer.

Asaf Paşa’nın ailesi görgülü ve bilgilidir. Evde dengeli bir hava vardır. Dilber burasını çok sever, ilk kez rahat eder. Ailenin oğlu Celal Avrupa’da okumuş, resim çalışmış, kültürlü ve yakışıklı bir gençtir. Dilber’i model olarak kullanır, iki genç zamanla birbirlerine yakınlık duyarlar. Sevişirler. Anne baba durumu sezince telaşa kapılırlar. Oğullarının haberi olmadan kızı bir esirciye satarak konaktan uzaklaştırırlar. Celal olup bitenleri öğrenince üzüntüden yatağa düşer.

Dilber’in yeni sahibi Mısırlı bir zengindir. Kızı haremine kapamak amacındadır. Bunun için onu Mısır’a götürür.

Genç kız hareme girmek istemediğinden üst katta karanlık bir odaya kapatılır. Harem ağası Cevher kıza acır, onu kurtarıp İstanbul’a kaçırmak ister. Geceyarısı odaya ip atarak yukarı tırmanır, önce Dilber’i aşağı indirir. Arkadan kendisi de inerken dengesini kaybeder, düşerek ölür. Dilber yalnız ve çaresiz kalır. Tek başına İstanbul’a gidemeyeceğini anlar. Kendini Nil ırmağma atarak intihar eder.



ROMANIN ŞAHIS KADROSU:
KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ:
 Romanda şahıs kadrosu olarak karşımıza iki grup çıkar: Köleler ve asiller. Dilber, Cevher Ağa, Teravet kölelik kavramını vermek için seçilmiş tiplerdir. Celal Bey, Hacı Ömer, Mustafa efendi ve karısı ise aydın ve varlıklı kesimi temsil eder.
DİLBER
Dönemin trajik bir sahnesini yani esirliği anlatmaya çalışan ve bu çalışmasında güzel bir eser ortaya çıkararak çalışmasında başarıyı yakalayan Samipaşazade Sezai, Dilber karakterini yazıya iyi bir biçimde dökmüştür.
Dilber’in küçük yaşında esirciye satılması, yaıılar sonra güzelleşip alımlılaşması akıcı bir dille anlatılmıştır.
Bu güzel ve talihsiz kız kendisi için imkansız bir sevdaya tutulmuş ve sonu hüsranla biten bir yaşam sürmüştür. Romanın asıl kahramanıdır. Merkez şahıs ve devrini temsil ettiği için önemli bir tiptir.
Namusuna düşkün, ölümü pahasına da olsa namusu için, odalık olma gibi kötü bir şeyi reddetme cesaretine sahip ulvi bir insandır. O, hayatta en fazla namusuna önem verir. Ve namusu için yaşar. Güzeldir ve bu güzellik onun başına hep sorunlar açmıştır.
CELAL BEY:
Romanın ikinci önemli şahsiyetidir. Paris’te yurt dışı eğitimi gördükten sonra ressam olarak ülkesine döner ve model olarak kendisine Dilber’i seçer. Bu sırada da Dilberİn namusuna aşırı düşkünlüğü dikkatini çeker ve elinde olmadan Dilber’e aşık olur.
Zenginlik içinde bir yaşam süren Celal Bey rahat bir ortamda yetişmiştir. İstediği zaman istediği şeyi yapabilme rahatlığı ona verilmiştir. Bu zenginliği onun için bir şey ifade etmez çünkü, önemli olanaın maddi zenginlik deği, gönül zenginliği olduğunu savunan nadide insanlar arasındadır.
Hacı Ömer: Bir esircidir merhametsiz,duygusuzdur.
Mustafa Efendi: Memurdur.Görevini kötüye kullanan ve rüşvet yiyen bir adamdır.
Teravet: Mustafa Efendi ve eşinin evinde Arap bir halayıktır.Kötü yürekli ve gaddardır. Dilber'e yaptığı işkenclerle ön plana çıkar.
Latife ve annanesi: Latife Dilber'in dert ortağı iyi ve merhametlidir.Annaneside aynı şekilde iyi ve merhametlidir.Yaşlı kadın ve latife yardımseverdir.
Cevher Ağa: Harem ağasıdır.Cesur ,iyi yürekli ,Dilber'i seven ve onun için ölümü göze alan bir kişidir.

REKLAMLAR



MEKÂN VE ÖZELLİKLERİ:
İlk olarak anlatıma esirciye sayılacağı yerin tasviri ile başlanır. Buralar ise: Tophane Meydanı, Çakmakçılar Yokuşu, Beyazıt Meydanı, Aksaray gibi.
Daha sonra yazar Dilber’in satıldığı evin tasvirine geçer. “odada bir hücrenin içinde bir küçük şilteden ve bundan 50–60 yıl evvel yapılmış bir hücrenin içinde Çanakkale testisi ile bir bardaktan başka bir şey yoktu.”
Asaf Paşa’nın Moda’daki konağı da bir hayli geniş bir tasvirle anlatılmıştır. “Avrupai binanın deniz tarafındaki manzarayı göstermesine karşılık kara tarafındaki çınarı kestane, zeytin gibi insanı düşündüren ve esirlik içindeki hayale, lacivert göğü gösteren yüksek ışıkları, güneşin ışığını dalgalandırarak uzun gölgeleri ve hoşlukları hiçbir tarafla bağlantısı olmayan bahçeye ruhun aradığı rahat ve huzuru veriyordu…” (15 s)
Bu mekân tasviri Halid Ziya’dan önce Türkçe’de rastlamadığımız en güzel örnektir. Sezai’nin bütün ömrü Avrupai tarzda dekore edilmiş köşklerde geçtiğinden yazar, güzel ve rahat bir üslupla okuyucuyu sıkmadan en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmez.
Dekor para ve yaşayış tarzı ile yakından ilgilidir. Avrupai bir hayat tarzını, bütünü ile benimsemiş olan Asaf Paşa ailesi, dekorda da batılı tarza önem vermiştir.
ZAMAN: 
Roman Dilber'in Kafkasya'dan yedi yaşında kaçırılmasıyla başlar Nil Nehri'ne kendini atarak boğulmasıyla son bulur. Romanda kronolojik bir zaman sıralaması gözlenmiştir.
Olaylar 19. yüzyılda geçmektedir. Yaşanam zamanı bilinmemekle birlikte yazıldığı dönemde yaşanmış olabilir.
 BAKIŞ AÇISI VE ANLATICI
Roman müşahit anlatıcıya ait bakış açısı ile kaleme alınmıştır. Yazar, esir ticareti yapanlar ve Dilber gibi esarete mahkûm olanlar arasındaki tutumunu dengeleyememiş. Her iki tipteki insana belli bir mesafeyle bakamamıştır.
Yazar romanda kendi kimliğini gizleyememiş, zaman zaman araya girerek kendi düşüncelerini de eklemiştir. Ara sıra konu dışına çıkmış. Esirlik kurumunu acındıracak etki sağlamaya çalışmıştır. Yazar kendi düşüncelerini belirttiği bir bölümde “ Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan kuvvet kalıntılarının bir feryadıdır.”(s.31) diyerek yorumda bulunmuştur.
Dram öğelerini yer yer kullanarak eserin coşumcu bir yapıta çevirmiş. Mesela eserin 23. sayfasının ikinci paragrafında; “Aferin! Bu Kafkasyalı küçük çocuğun muzdarip kalbine ki kendisine ait olanlardan başka bir şeyi kabul etmeyerek ve bohçasını koltuğun altına alarak oda kapısından dışarı çıktı.” Demiştir.
Yazar yine başka bir bölümde de okurun acındırma duygularını uyandırmak ister: “Zavallı Çocuklar! Sizin o mini mini elleriniz, eski Asya vahşetini kullandığı ve birkaç yüzyıldan beri insanlığın zorbalık yükü altında inlediği esirlik zincirlerini kırmak için değil, belki kendiniz gibi küçük kuşları, güzel çiçekleri okşamak içindir.” Der.
YAZARIN SÖZÜNÜ EMANET ETTİĞİ KİŞİ
Sergüzeşt romanı 1889 yılında yazılmıştır. Bir insanın hemcinsi olan başka bir insanı kul edinmesi, hiçbir şekilde tasvip edilecek bir durum değildir. Ancak tarih boyunca doğuda ve batıda bir realite olarak yaşanmıştır. Dolayısıyla romanın gerçeği ile hayatın gerçeği birbirine yakındır. Eserde o dönemin esaret anlayışına ait birçok iz bulabiliriz. Mesela eserde eserlerin duygularına yer verilmemesi, bir insan olarak değil de iş yapmak için yaratılmış bir mahlûk olarak bakılması gibi bölümlere rastlarız.
Dilber ve cevahiri romanda yazarın sözünü emanet ettiği kişilerdir. Geçmişinde esirlerin bulunduğu konaklarda bulunan Sezai, bu gerçekleri Dilber ile yaşamıştır.
Dilber, tip olarak bir Çerkez kızıdır. Karakter olarak da devrin ve dönemin yaşantısını yansıtır.
Romanda bir sınıfın trajik durumu Dilber ile öne çıkarılmıştır. Ferdi, sosyal konulara değinilmiştir. Bu konuları çok etkili, vurgulu ve eleştirel bir biçimde anlatılmıştır. Romantizminde konu edildiği bölümlere rastlamak mümkündür.
Eserde yazarın sözünü emanet ettiği kişi Dilber’dir. Söylemek istediklerini onun ağzı ile bize aktarmıştır. Dilber yazarın düşünce ve fikirlerinin sembolüdür.
Vakanın gözleme dayanması, ruh çözümlemelerinin tabiiliği, mekân tasvirlerinin olayın gelişmesine paralel ve kahramanların ruh halleriyle ilişkili olarak realist akımı benimser. Ancak Sezai’nin zaman zaman Namık Kemal ve Ahmet Mithat romantizminden gelen bir tavırla kahramanlarına karşı duygularını gizlemediği görülür. Mesela Cemil Bey’i beğenir; Dilber, esir kızlar, Cevher gibi kahramanlara acır; esirci Hacı Ömer, Harputlu Mustafa Efendi’nin Hanımı gibi kahramanlarına kızar. Bütün bu duygularını saklama ihtiyacı duymaz.
Tanzimat dönemi Türk romanının “asıl örgüsünü teessüri mevzuların yaptığını” belirten Tanpınar, bunu on dokuzuncu asır sonlarında , “romantizmin serpintisi” olarak değerlendirir. Sergüzeşt ‘te de “ bu hissi unsura henüz çok mütereddit bir realizm arzuyla, kibar ve satkarene hatta Avrupalıca bir hayatı aksettirmek endişeleri karışır”der. Sergüzeşt ‘ten önce romantizm tecrübesini yaşayan Türk romanı Sergüzeşt’le realist tavrın örneğini sunar. Tanpınar “henüz çok müterreddid bir realizm “söz grubuyla bu tavrın, edebi eserde yansıması biçimine işaret eder. Ancak Sezai, bir taraftan realist tavrı benimserken, bir taraftan da Namık Kemal ‘in üslubunu sürdürür.

DİL VE ÜSLUP
Sergüzeşt’in dili ve üslubu sade ve tabiidir. Kuş ve renk isimleri her fırsatta kullanılmıştır. Kuş, özgürlüğün sembolüdür. Mekan tasvirleri çok iyidir. Okuyucunun hayal dünyasına uygundur. Samipaşazade Sezai’nin ilk ve son romanı olması itibariyle diğer romanlarıyla karşılaştırma gibi bir şansımız bulunmamaktadır.
Başarılı bir eser ortaya çıkaran Sezai, okuyucun bir solukta bitirebileceği bir kitap vücuda getirmiştir. Anlatım akıcı ve sürükleyicidir. Kısa ve öz olması da okuyucu için bir avantajdır.
Sergüzeşt romanını esas kahramanı olan Kafkasyalı esir kız Dilber’dir. Romandaki diğer şahısların hepsi ya ona eziyet eden veya onu koruyan ve seven kimselerdir. Romana bütün olarak Dilber’e ıstırap veren insanlar hâkimdir. Romanda, Dilber hemen daima kendisine zıt kimselerle karşılaştığı ve bu kimseler Dilber’le münasebetlerine göre tasvir edilmiştir. Başta Dilber’i Batum’dan İstanbul’a getiren Çerkesler’in insani duyguları yoktur. Kendi ırklarından olan kızları İstanbul’a getirir ve satarlar. Onlara göre insan, değeri para ile ölçülen bir varlıktır. Esir kızları satın alan adam, Hacı Ömer adındaki esirci, Dilber’le taban tabana zıt “iriyarı, çirkin, vahşi, merhametsiz bir insandır. Hayatta iki şeye önem verir: biri duvarda asılı kırbacı, öteki ise evine gelen zayıf mahlûkların kimsesizliğidir. Dilber’i satın alan Harput sabık Mal Müdürü Mustafa Efendi’nin karısı da kendisi gibi çirkindir. Harputlu çirkin, merhametsiz ve saygısız bir adamdır. Sosyal bakımdan Dilber ile aynı durumda olan Harputlu’nun hizmetçisi Arap cariye Taravet de hanımı gibi çirkin ve merhametsizdir. Bunlara karşılık Dilber’i sokakta baygın halde bulan ve gece evine götüren ona annesi gibi bakan yaşlı kadın asil bir çehre ve şahsiyete sahiptir. Edirnekapısı civarındaki harap, korkunç konakta Dilber ile diğer esir kızları çalgı çalan, kitap okuyan ve dertleşirken gösterir. Yazar onları tasvir ederken tatlı çocukluk hatıralarına, acı hayat tecrübelerine yer verir. Dilber Asaf Paşa’nın konağına gele kadar masum, hassas, ezilmiş bir çocuk olarak karşımıza çıkar fakat bu köşkte, ressam Celal Bey’e derin hayranlık, aşk duyguları uyandıran bir genç kız hüviyetine bürünür. Dilber ‘den sonra romanın ikinci mühim kahramanı Celal Bey’dir. Celal Bey, refah içinde büyümüş Paris’te resim tahsili yapmış, sıhhatli, neşeli bir delikanlıdır. Bu romanda Celal bütün dikkat ve ihtirasını sanatına gömmüş gibidir. Bu yüzden sağlıksız bir tiptir. Celal Bey türlü kıyafetlere sokarak Dilber’in resmini yapmaktan hoşlanır.”Asaleti zenginlik ve sosyal mevkide değil güzellik ve kalp saflığı”nda arayan Celal Bey, bu düşünceleriyle geleneksel yapıya tezat teşkil eder. Dolayısıyla sahip olduğu sosyal statüye aykırı bir tablo çizer. Alışılmış olanı değiştirmeye yönelik tavrı, karşısında geleneksel yapıyı şiddetle korumaya kararlı bir güç bulacaktır. Onu değiştirmeye gücü yetmeyecektir. Celal Bey, Dilber’in aşka eğilimli hassas yönünün ortaya çıkmasına hizmet ederken aynı zamanda mevcut sosyal yapıya karşı çıkışında örneğini gösterir. Asaf Paşa ve ailesi son dönem Osmanlı toplumunun tüketim tarzını temsil eder. Celal’in anne ve babası, toplum kurallarını gözetme çabası yüzünden kısıtlı kişilerdir.
Sergüzeşt ‘i üstad-ı has Ekrem’in nihayetsiz kalbine ithaf ile i’lâ etmek istemiştim. Bu eserin bir meziyeti varsa onu da şimdi zir-i zeminde durmuş, fakat bâlâ-yı sermediyette ebedîü’l-halecan olan kalpten almıştır.
Romanın “baştan sona kadar ezilen masum insan ile ezen kötü, anlayışsız insanlar tezadına dayandığını” belirten Mehmet Kaplan “ Sergüzeşt romanında eşya ve mekân tasvirleri, içinde yaşanılan dünyayı kurmada; şiir ve estetik duyguları telkinde önemli rol oynar. Bu bakımdan o, Namık Kemal ve Ahmet Midhat Efendi’den ayrılır” der.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ:

27 Haz 2013

TAAŞŞUK-I TALAT ve FİTNAT ROMANI ÖZETİ,KİŞİLER,MEKAN,ZAMAN,DİL VE ÜSLUP,BAKIŞ AÇISI,DEĞERLENDİRMESİ (AYRINTILI TAHLİLİ)



TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT
ROMANIN İNCELENMESİ
a) ESERİN ADI: Taaşşuk-u Tal’at ve Fitnat
b) ESERİN YAZARI: Şemseddin Sami
c) ŞEMSEDDİN SAMİ HAKKINDA KISA BİLGİ TIKLAYINIZ (1850-1904 ) 

 
ROMANIN KONUSU: Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat romanının konusu, Talat Bey ile Fıtnat Hanım’ın sonu hüsranla biten aşklarının acıklı hikâyesidir.
ROMANIN ÖZETİ:
Talat, bir kalemde çalışmaktadır, işe gider gelirken tütün almak için uğradığı Hacı Babanın dükkanında onun üvey kızı Fıtnat'ı görür ve ona aşık olur. Fıtnat da kafes aralıklarından gördüğü Talat'a aşık olmuştur.

10 Nis 2013

YABAN ROMANI ÖZETİ,KONUSU,KİŞİLER,YER VE ZAMAN,ANA DÜŞÜNCESİ...(GENİŞ İNCELEMESİ)



Romanın Adı : YABAN

Yazarı           :  Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Basıldığı kitabevi ve yılı : İletişim Yayınları 1995

Kaçıncı baskı : 25. Baskı

Yazarın kaçıncı romanı : Beşinci romanıdır.

(1927      : Kiralık Konak-Nur Baba
 1928      : Hüküm Gecesi
 1932      : Sodom ve Gomore
 1932      : Yaban
 1934      : Ankara
 1937      : Bir Sürgün
 1953-54 : Panaroma
1956          : Hep O Şarkı)

Sayfa sayısı : 262