Orhan Veli Kanık'ın pek bilinmeyen özelliklerinin anlatıldığı yazıya geçmeden blogda daha önce yayınladığımız aşağıdaki bağlantıları inceleyebilirsiniz...
- ORHAN VELİ KANIK EDEBİ KİŞİLİĞİ
- ÖNCÜLÜĞÜNÜ YAPTIĞI GARİP AKIMININ ÖZELLİKLERİ VE TEMSİLCİLERİ
- ORHAN VELİ VE ESERLERİ HAKKINDA DAHA GENİŞ BİLGİ
- İSTANBUL'U DİNLİYORUM ŞİİRİNİN TAHLİLİ
13 NİSAN 1914 Orhan Veli Kanık’ın doğum günü. Yaşasa 100 olacaktı, ama ne çare ki 36 yaşında ölüp gitti bu dünyadan. Türk edebiyatının en zeki, yenilikçi, toplumcu isimlerindendi. Döneminde havai fişek misali sarsalamıştı çevresini. Onun edebi manifestolarını, şiirlerini ve polemiklerini iki sayfaya sığdırmak kimsenin becereceği bir şey değil. Alıp okumak lazım. Zaman makinesi, onu insan olarak tanımanıza yardımcı olmaya çalışacak. Tanıklar sırada. İki yaş küçük kardeşi Adnan Veli, omuzdaşları Melih Cevdet, Sabahattin Eyüboğlu, yakın arkadaşlarından Fikret Adil…
Oktay Rifat şöyle demişti, ”ölüsünün gördüğü itibar, adının yarın göreceği itibar yanında hiç kalır”. Doğru söylemiş…
Yaşamı Hakkında Ayrıntılar
Futbol
“[Galatasaray Lisesi’ne başladığı dönemde] Spora da büyük bir heves duydu. Annesi ona bir Galatasaray forması, dizlik, ayakkabı, top aldı. Orhan artık hem mektepte, hem de hafta tatillerinde Beykoz’daki evlerinin bahçesinde kendini futboldan ayıramaz oldu.” (Adnan Veli)
Aşkları
“Orhan’ın ilk aşkı (eğer buna aşk demek caizse) on iki yaşında başlar. Beykoz’daki komşularının on yaşındaki kızı Fetanet’i sevmişti. Bu uzun sürmedi. Orhan bir müddet sonra yine Beykoz’da Pembeliler adını verdiği üç kız kardeşten en küçüğü olan Firdevs’e tutuldu. Lisede iken Ankara’da Cazibe adında başka bir kızı birkaç ay sevdi.
Orhan’ın en ciddi aşkı Üniversitede okuduğu zamana rastlar. Daha sonra başkalarına da aşık oldu. Ufak tefek hayli macera geçirdi. Ama Orhan’ın en büyük aşkı daha sonra başladı. Ölümüne kadar da devam etti. Onun 1935 yılından sonraki maceraları ve aşkları hakkında burada isim saymaya hakkım yok. Çünkü sevdiği insanların çoğu bugün bir yuva kurmuştur.
Orhan Veli, ölümünden önce yazdığı, ama yayınlamaya imkân bulamadığı ‘Aşk Resmigeçidi’ adlı şiirinde birçok kadınlardan bahseder. Bazılarının isimlerini sayar. Bunların bazısı doğru, bazısı hayalidir. Bu şiirinin son paragrafında:
|
Gelelim sonuncuya / Sade kadın değil, insan…/ Ne kibarlık budalası / Ne malda mülkte gözü var / Hür olsak der/ Eşit olsak der/ Yaşamayı sevmesini de bilir/ İnsanları sevdiği kadar…
Mısralarıyla anlattığı sevgili, onun gerçek ve şuurlu aşkının ifadesidir.” (Adnan Veli)
Yemek içmek
Küçük yaşında iken çok sevdiği yemekleri; ‘pilav, patates, et’ diye tarif ederdi. Yemek konusunda son derece müşkülpesentti. Domates, zeytin ve soğanı katiyen yemezdi. Sucukla pastırmayı çok sevmesine rağmen sarmısaktan son derece tiksinirdi. Kereviz, yer elması, karnabahar, lahana, işkembe, paça onun katiyen ağzına koymadığı şeylerdi. Sütten, çiğ yumurtadan adeta kaçardı. Bununla beraber yumurtanın çok pişmişini severdi. En çok sevdiği yemek balık, en çok tiksindiği ciğerdi. Balığın her çeşidini, pilavla makarnanın salçalısını, et yemeklerini, sebzelerden enginarı, kuru fasulyeyi, bütün konserveleri işkiha ile yerdi. Bal, reçel, buna benzer ağır tatlıları pek tercih etmezdi. Süt sevmemesine rağmen sütten yapılan tatlıları, bilhassa muhallebi ile sütlacı, nihayet kabak tatlısını her zaman yemek isterdi.” (Adnan Veli)
Sigara, kahve faslı
“İlk zamanlarda tütünden nefret ederdi. Sonradan sigaranın tiryakisi oldu. Eskiden Harman, Yaka, Yalova, Yenice sigaralarını kullanırdı. Sonraları Birinci’yi içmeye başladı. Kibriti iki parmağıyla yakardı. Çayı çok koyu, kahveyi de şekersiz içerdi. Kahve düşkünlüğü son zamanlarda aşırı bir hal almıştı. Büyük bira bardaklarıyla günde yedi sekiz bardak kahve içtiği olurdu.” (Adnan Veli)
İçki faslı
“İçkiye de çok düşkündü. Hiç durmadan günlerce şarap içebilirdi. Bununla beraber, ne kadar içki içerse içsin, ağır başlılığını kaybetmez, gülümsemesini unutmazdı. Ankara’da Şükran ve Macar lokantalarına, İstanbul’da nadiren Degüstasyon’a, sık sık da Balıkpazarı’ndaki Lâmbo’ya giderdi. Lambo onun en sevdiği dostlarındandı. Tepebaşı’nda, sokak aralarındaki meyhanelere devam ettiği de olurdu.” (Adnan Veli)
Şekli şemali
“38 numara gömlek, 42 numara ayakkabı, 57 numara şapka giyerdi. Ama şapkayla dolaştığı hemen hemen hiç görülmezdi. Saçları çoğu zaman alnının üstüne düşerdi. Ara sıra da sakal bırakırdı. Elleri gayet ince, beyazdı. Parmakları adam akıllı uzun, tırnakları pembe, uzun ve yuvarlaktı. Geniş bir alanı, sivri bir çenesi vardı. Dudakları eni konu etliydi. Burnu tümsekliydi. Yüzü, gençlikte çıkardığı ergenlik sivilceleri sebebiyle pürtüklüydü.” (Adnan Veli)
Hafızası
“Ortak bir hatıranızdan, eski günlerden anlatmaya başladınız mı, ‘Bak o ne zamandır, biliyor musun?’ der, size yılını, ayını, gününü, yerini söyleyiverirdi. Hâfızası çok, ama çok kuvvetliydi. Arkadaşlarının mektep numaraları, telefon numaraları, yolculuk, tanışma, eğlence gibi irili ufaklı hadiselerin tarihleri unutmadığı şeyler arasındaydı. Mektepteyken arziyat kitabının birçok bölümlerini ezberlemişti. Keyifli anlarında yakınlarını şaşırtıp güldürmek için iki yüz, üç yüz kadar baharat adı, elli altmış kadar balık adı sayardı.” (Melih Cevdet Anday) [1]
Hali tavrı
“Orhan Veli, herhangi bir topluluk içinde mevcudiyetini, maddî, bedenî varlığını bir ağırlık halinde hissettirmeyen nadir insanlardandır. İlk defa gittiği bir yabancı evde dahi, sanki yıllardır orada yaşamış gibi rahat görünürdü. Sokakta yürürken yanınıza çıka gelirse, bunu saatlerdir beraber imişsiniz gibi tabiî telâkki ederdiniz. Çünkü, hele İstanbul’da, nereye baksanız onun bir mısraı aklınıza gelir. Hoş, başka yerde de, meselâ Ankara’da. O, İstanbullu kendisiyle beraber her tarafa götürürdü.” (Fikret Adil) |
bağlanmıştı. Akşamları geç yatar, sabahları erken kalkardı. Yürümekten hiç bıkmazdı. Bazen Beyoğlu’ndan Sarıyer’e kadar yürüyerek, ıslık çalarak gittiği olurdu.” (Adnan Veli)
Sonsöz
Son sözü Sabahattin Eyüboğlu’na verelim. Son günlerinin en yakın arkadaşına…
“İstanbul’un rüzgarlarını, balıklarını sayıp dökmesini, eski şiir vezinlerini balmumu gibi kıvırmasını, ayak üstü, ustalardan iyi karagöz oynatmasını, ‘Keten Goynek’ türküsünü tam ağzıyla söylemesini, köylünün, fakir fukaranın halinden anlamasını, eski yazıyı kusursuz, pürüzsüz bir nakış gibi döktürmesini, yağdan kıl çeker gibi kürek çekmesini, tercüme yapmasını, halk ve inkılap düşmanlarını eliyle komuş gibi bulmasını, daha nice nice marifetlerini nerde nasıl öğrenmişti, bilemez kestiremezdiniz. Düzensizlik içinde düzen, karanlıklar ortasında aydınlık, çocuk tazeliği ve gelişi güzelliği arasında ustalık, züğürtlükte sultanlık… Bütün gerçek şairlerde olduğu gibi.” ( S. Eyüboğlu) [2]
Orhan Veli ve Tıraş
- Tıraş olurken ne düşünürsünüz?
- Ekseriya kendim tıraş olmam. Pek nadir olduğum zamanlar çene nahiyesindeki kıllar yumuşamış mı, yumuşamamış mı, onu merak ederim. Yüzümü de, mümkün olduğu kadar az yerinden kesmeğe çalışırım. Berberde tıraş olduğum zaman, yani aşağı yukarı her zaman, gözüm saattedir. İşimin acele olduğundan değil, tıraştan fazla sıkıldığım için. Bir de tıraş olurken, o tıraşın ne işe yarayacağını düşünürüm. Gideceğim yerin ehemmiyetini filân. Yine, berberde tıraş olurken düşündüğüm bir başka şey daha vardır. Öksürmemeğe çalışırım. Ressam Hâmit Görele’ye bir berber ayni şeyi söylemiş. O da ‘ustura ile beceremiyorum, ne yapayım’ diye sormuş. Berber cesaret tavsiye etmiş ve ‘hiç eliniz titremeden metanetle usturayı çekersiniz, bir şey olmaz’ demiş. Hâmit Görele de tecrübeye girişmiş, amma usturayı sürmesiyle yüzünün derisini kaldırması bir olmuş. Metanetini kaybetmemiş amma, bu işe tövbe etmiş. Ne zaman ustura ile tıraş olmaya niyet etsem aklıma bu hikâye geliyor, soluğu berberde alıyorum. Kendim tıraş olduğum zamanlar ise daha çok başkalarının evinde olurum. Çünkü kendi tıraş takımım yoktur. Amma ustura ile olamam, jiletle olurum. [3]
Orhan Veli beş yaşındayken ateşte yanma tehlikesi geçirmişti. Mutfaktaki tavada köfte kızartılırken, usulca tavanın yanına sokulmuş, elinde çatalı köftelerden birine saplamak istemişti. Çatal kayıverince kızgın yağın içine yuvarlandı. Ağır şekilde yandı. Uzun tedaviden sonra kurtarıldı.
Orhan Veli yedi yaşında, Halife Abdülmecit efendi tarafından Yıldız Sarayı’nda sünnet ettirildi.
Dokuz yaşında kızamık hastalığı geçirdi; on iki yaşında, Beykoz çayırında oyun oynarken diz kapağını dikenli tele takmak suretiyle ağır şekilde yaralandı.
On üç yaşında iken, yirmi yaşındaki hizmetçileri Fatma’yı Flober tabancasıyla korkutmak istedi. Tabanca birdenbire ateş aldı ve genç kız karnından ağır şekilde yaralandı.
Orhan on yedi yaşında kızıl hastalığına yakalandı.
Yirmi üç yaşında iken, 1939 ağustosunda bir otomobil kazası geçirdi. Beş arkadaşın bindiği otomobili Melih Cevdet kullanıyordu. Gece, Ankara’da Baraj tepesinden inişte, Melih’in otomobile hâkim olamaması yüzünden virajı alamayan ve uçuruma yuvarlanan otomobil parçalandı. Orhan da başından, göğsünden, bacaklarından ağır surette yaralandı. Yirmi gün koma halinde Ankara Numune Hastanesi’nde yattı.
1943’de askerlik hizmetini yaparken Gelibolu’da attan düştü. Birkaç günlük tedaviden sonra iyileşti ve nihayet 1950 yılında bir kaza daha geçirdi. Ankara’da, karanlık bir sokakta, belediye tarafından kazılan, fakat gece işaret konmayan bir hendeğe düştü. Başı adam akıllı zedelendi. İki gün sonra İstanbul’a geldi. Vücudundaki sızılardan şikayet ediyordu. 14 kasım salı günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken, fenalık geçirdi. Hastaneye kaldırıldı. Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan baygınlığın sebebi ilkin hekimler tarafından anlaşılamadı. Alkol zehirlenmesine karşı tedavi yapıldı. Orhan Veli saat 20’de komaya girdi. Bütün gayretlere rağmen 14 kasım salı gecesi 23.20’de komadan kurtulamayarak Cerrahpaşa Hastanesinde hayata gözlerini yumdu.
Depoya gönderilen elbiselerinin, ertesi gün cepleri karıştırıldı. At yarışlarına ait bir programla, sarı ambalaj kağıdına sarılmış bir diş fırçası çıktı. Fırçanın sarılı olduğu kağıda ‘Aşk Resmigeçidi’ adlı şiirini yazmıştı. Bu şiir, vaktiyle Orhan Veli tarafından o kağıda yazılmış olmasına rağmen sonradan çok değiştirilmişti. Ama bu değiştirmelere ait hiçbir ize rastlanmadı ve ister istemez kağıttaki şekliyle kabul edildi.
Kendi Kaleminden Bir Orhan Veli Biyografyası
Orhan Veli, PTT'deki iş arkadaşlarıyla birlikte. | “1914’de İstanbul’da Beykoz’da doğdum. Babam Cumhurbaşkanlığı Orkestra Şefi klarnetçisi Veli Kanık. Anne tarafından da sanatla uğraşanlar varsa da hep amatör kalmıştır. Çocukluğum umumiyetle İstanbul’da geçti. Cihangir’de ve İstanbul’un çeşitli semtlerinde oturdum. Annem bir eşraf kızıdır. İlk tahsilimi Galatasaray’da yaptım. Sonra babamın işi Ankara’ya nakledilince Ankara Lisesi’nde okudum. Edebiyat merakım ilkokuldan başladı. İlkokulun ilk sınıflarında ileri sınıflarda okutulan bazı derslere karşı –bu arada tahrir dersi de vardır, bilhassa buna karşı- bir zorluk duyacağımı tahmin ederdim. Sonradan bu tahrir benim en çok sevdiğim şey oldu. Daha ufak yaşta tarih, edebiyat kitapları okurdum. Yaşıma göre hayli ağır olan bu eserlerin de edebiyat hevesim üzerine bir tesiri olmuş olabilir. Yine bu yaşlarda yazı yazmaya başladım. İlk zamanlar yalnız şiir değil, başka tarz yazılar da yazıyordum. Sonra şiir çalışmalarımın gelişmesinde çok |
YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...
1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4) Yorumunuza emoji eklemek için "Emoticon" butonuna tıklayın.
5)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.
EmoticonEmoticon