18 Nis 2011

BABAM VE OĞLUM'UN YAPIMCISI AVŞAR FİLM SAHİBİ ŞÜKRÜ AVŞAR EDEBİYAT FATİHİ'NE KONUŞTU...

Reklamlar

Türkiye'nin en ünlü film yapımcılarından Şükrü AVŞAR, Edebiyat Fatih'ine konuştu:
 “HEP İLERİYİ HEDEFLEDİM,DÜRÜST OLDUM, KAZANDIM…”


RÖPORTAJ: EDEBİYAT FATİHİ
Bugüne kadar izlediğim yerli filmler arasında beni en çok sarsan ,en çok etkileyen şüphesiz Babam ve Oğlum filmi oldu.Muhteşem oyunculuğu, doğal senaryosu, usta yönetmenliği  ve yapımındaki sarraf titizliğiyle Babam ve Oğlum Türk sinema tarihindeki yerini aldı.Yerli veya yabancı bir filmi izlerken oyuncularından daha çok perde arkasındaki kişileri hep merak etmişimdir.Filmin senaristi , yapımcısı oyunculardan daha çok ilgimi çekmiştir hep.Babam ve Oğlum’u ilk izlediğim zamanlarda da bu şaheserin yapımcısını çok merak ediyordum.O zamanlar hayal olarak gördüğüm yapımcı Şükrü Avşar’la tanışmayı ve hep aklıma takılan soruların cevaplarını bizzat kendisinden dinlemeyi çok istiyordum.Sonunda

hayallerim gerçek oldu ve Avşar Film Yapımın sahibi Sn.Şükrü Avşar’la bir söyleşi fırsatı buldum.Şükrü Avşar sadece Babam ve Oğlum değil izleyicinin çok yakından bildiği Ulak, Kabuslar Evi serisi, Osmanlı Cumhuriyeti, Türkler Çıldırmış Olmalı, Gece 11.45, Kolay Para, Hemşo,Salkım Hanımın Taneleri gibi yerli filmlerin ; Lale Devri, Her Şeye Rağmen, Yer-Gök Aşk, Aşk Yakar,Süper Babaanne, Çemberin Dışında,Kara İnci,Yertsiz Yurtsuz,Ihlamurlar Altında, Kırık Kanatlar,Gözyaşı Çetesi, Çemberimde Gül Oya,Kurşun Yarası, Sultan Makamı gibi dizilerin de yapımcısı…1984 yılında kurduğu Avşar Film’le Türk sinema ve televizyon sektörüne büyük emekleri geçen Şükrü Avşar’la Türk sinema ve dizi sektörünün bugünü, geleceği hakkında, edebiyat uyarlamalarından kendi başarı hikayesine kadar pek çok alanda bir saate yakın bir söyleşi gerçekleştirdi.Sorduğumuz her soruya büyük bir içtenlikle cevap veren Şükrü Avşar’a bir kez daha en samimi teşekkürlerimizi sunuyoruz.
AVŞAR FİLM SAHİBİ ŞÜKRÜ AVŞAR

Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Sivas’tan İstanbul’a uzanan gerçekten mücadeleyle dolu bir başarı hikayeniz var.Yaşadığınız olumsuzluklar karşısında hiç yılmayıp hep ileriye baktınız.Sizce hayatınızdaki en önemli kırılma noktası neydi?
Bayrampaşa’da Kartaltepe diye bir yer var.Orada yazlık bir sinema…. ve ben de oraya girip çıkmaya çalışırdım hep.  Sinemanın  makinisti beni makine dairesine sokmazdı. O zamanlar makinistlik çok önemli bir şeydi ve bunu pek öğretmek istemezlerdi. O aralar bir türlü makine dairesine girememiştim. Ben giriyordum o dışarı çıkarıyordu. Daha çocuktum o zamanlar, sekiz yaşındaydım. Bir yaz günü arazilerin tarlaların olduğu kendi kendine akan Çırçır Çeşme denen çayırlık bir yer vardı. Oralarda gezerken bizim sinemanın makinistini gördüm. Sonra biraz daha yaklaştım baktım yanında bir kız var.O kız da sinemanın sahibinin kızıydı. (gülüşmeler)Ben  onları görünce çok utandılar, sinemanın sahibinin kızıyla makinist arasında gizli bir aşk vardı ve ben söylemeyeyim diye makinist bu olaydan sonra bana çok iyi davranmaya başladı. Artık makine dairesine girip çıkıyordum. Bu olaydan sonra bana makine dairesinin yolu açıldı. O yine gezip tozuyordu; ama makine dairesinin işlerini bana bırakıyordu.

 Derken bir gece saat 10 gibi kapı çalındı, baktık gelenler sinemanın sahipleriydi. Dört ortaktılar. Anneme “Bizim makinist yok, senin çocuk bu gece sinemayı oynatsın” dediler.

Babanız yurtdışında bu arada, Almanya’da, anneniz ve ağabeyinizle yaşıyorsunuz. Peki annenizin tepkisi ne oldu?
Annem “Benim oğlum okuyacak ; gidemez, çıkamaz falan filan derken o ara çok ısrar ettiler,”Neyse parasını, pulunu veririz.” deyince de  kabul etti.(Annem parayı da severdi yani.Zaten yoksulluk  da çoktu o zamanlar…)

   Sivas’tan İstanbul’a göç eden bir ailenin çocuğusunuz.Babanız ne zaman Almanya’ya gitmişti?
1968’te gitmişti, ben de 1958 doğumlu olduğuma göre 10 yaşlarındaydım.
Sonra ?
Sonra makine dairesine girmiş oldum.İşleri öğrendim, makinist , kızı kaçırınca sinema makinistsiz kalmış, bütün sinema dolu, millet sandalyeleri şunu bunu kırmaya başlamış.O zamanlar sinemacılık çok önemliydi, seyirci de çok serseriydi.Orada taş taş üstünde bırakmazlardı.İşte geldiler, annemi ikna ettiler,ondan sonra makinistlik yaptım sinemada.İşte bundan sonra bütün iş hayatım değişti.O sene orada devam ettim.Ertesi yaz beni başka bir sinemaya transfer ettiler 900 liraya hem de…

O zamanlar iyi bir paraydı herhalde?
Evet, ondan sonra başka bir sinemada makinistlik yaptım ertesi sene çok iyi bir maaşla.İşte bundan sonraki hayatımın bir günü bile boş geçmedi.

Bir röportajınızda “ Ben 15 yaşındayken akranlarım kısa pantolonla gezerken benim arabam vardı altımda.” demişsiniz.
Benim arabam vardı, üstelik ehliyet için yaşım tutmuyordu, beni polisler görünce böyle bakıyorlardı.O zamanlar trafik ışıkları yoktu, polisler el işaretiyle gel-geç yaparlardı.Polis beni görünce bizim tarafı trafiğe açmazdı.Yavaş yavaş gelirdi polis yanıma ,bakardı ehliyet yok , bu yüzden epey başım ağrımıştır.

18 yaşında askere gidinceye kadar sinemalarda makinistlik yapmaya devam ettiniz.

   Hayır, ondan sonra benim sinemam olmuştu.Beni transfer ettiler başka sinemaya.O sinemada da sezonun ortasında Bereç Fabrikası olayları vardı.Sinemayı işleten kişi de orada güvenlik görevlisiydi.1972-73 yılları… Bu karışıklık sırasında sinemanın sahibini içeri aldılar. Sinema sahibinin ailesi kirayı ödeyemedi. Sinema birkaç gün kapatıldı, ortada kaldı. Benim de makinistlik haftalıklarımdan biriktirdiğim bir miktar para vardı. Kirayı ben verdim, böylece ben devam ettim o işe. Hem filmi oynatıyordum hem bilet kesiyordum.
Bu sinemayı işletmeye başlamanız hayatınızdaki en önemli dönüm noktasıydı.
Evet, ondan sonra ben askere gitmeden önce hem yazlık hem kışlık sinemalarım vardı.Aynı semtte aynı zamanda çok sinema vardı işlettiğim.Sonra hepsini kapatmak zorunda kaldım.Televizyon iyice yaygınlaşınca sinemalar eski cazibesini kaybetmişti ve sinemalar seks sinemaları haline döndükten sonra sinemalar iyice bitti.Ben o zaman hepsini kapatıp askere gittim.

 Evet, askere gittiniz ne kadar sürdü  askerliğiniz ?
18 ay
Askeri gazinoda şarkıcılık yapmışsınız.
Evet , acemiliği  Ankara Etimesgut’ta yaptım.Plaklarım vardı benim, yanıma almıştım.

Gerçekten mi? Peki ne tür müzik yapıyordunuz?Türk Sanat Musiki mi?
O zamanlar pop yeni çıkmıştı.Fantazi-pop diyorlardı.Yedi tane plak doldurmuştum.Bunu öğrenince Ankara Kızılay Orduevine aldılar.Orada gazino kısmında program yapıyordum akşamları.Geceleri de kaçarak gece kulüplerinde şarkıcılık yapıp para kazanma yoluna gidiyordum.

Askerlikten sonra profesyonel anlamda da müzikle uğraştınız mı?
Hayır, askerden sonra bu işi yapamayacağımı anladım.O iş başka bir iş…O kadar müzik yeteneğimin olmadığını anlayınca ticarete yöneldim.

Yani çocukluktan itibaren damarlarınızda sinemacılık kanı dolaşıyordu öyle mi?
Evet, 5 yaşımdan beri yazlık sinemalara gelip giderdim.Çok merak ederdim o zamandan beri.

     “BENİM HEDEFİM HEP DAHA YUKARILARDA”

Hayat hikayeniz kısaca böyle…Peki bugünkü noktaya gelebileceğinizi hayal ediyor muydunuz o zamanlar? Avşar Film Yapımcılık’ı ve şu andaki Şükrü Avşar olabileceğinizi düşünüyor muydunuz?
Böyle bir şeyi hiçbir zaman düşünmedim.Bugünkü gediğim noktayı da hala bilmiyorum. Ne olduğumu söyleyemem ben.Buraya geldim, şuraya geldim diyemem.Benim hedefim hep daha yukarılarda hep daha iyi şeyler yapmak.O yüzden bulunduğum yerden hiçbir zaman tatmin olmadım. “Ben buraya geldim, çok iyiyim!”  gibi  bir düşüncem olamaz benim.

Sürekli daha ileriyi hedefliyorsunuz.
Ben daha yaptığım hiçbir şeyin olmadığını asıl bundan sonra yapacaklarım olduğunu düşünüyorum.Çok iyi bir yere geldim, çok başarılı oldum diye bir şey yok.O zaman zaten başarı da biter her şey biter.Çünkü hedefi hep daha yukarıya koymak gerekir.Başarılı insanların hiçbiri geldiği noktayla yetinmemiştir.Ne iş yapıyorsan hep daha iyisini yapmak durumundasın.

Hala o gençliğinizdeki o  hırs devam ediyor mu?
Valla ben aslında hırslarıma yenilmek istiyorum;  ama olmuyor. O çarkın içine girdiğin zaman sen onun bir parçası oluyorsun. O çark zaten seni çeviriyor ve seni zorluyorlar. Bir proje yapıyorsan sana bir sürü proje geliyor.

  “BABAM VE OĞLUM’DA HERKES GİBİ BEN DE AĞLADIM!”
Tam bu noktada projelerden söz açılmışken benim cevabını çok merak ettiğim bir soru var.En favori filmlerim arasında yer alan ve yapımcılığını sizin üstlendiğiniz Babam ve Oğlum gibi Türkiye’de büyük yankı uyandıran ve çok izlenen bir filmin yapımı nasıl gelişti?

Biz o zaman yönetmen Çağan Irmak’la “Çemberim ’de Gül Oya”yı çekiyorduk. Sonra güzel bir film yapalım düşüncesi doğdu. Ondan sonra Çağan bana birkaç tane hikâye getirdi. Bunlardan çok fazla etkilenmedim. Sonra bir çocuk hikâyesi getirdi. Bu hikâyenin üzerinde çalışırken Babam ve Oğlum çıktı ortaya. Onun daha önceki ismi Maceralar Ülkesi’ydi. Bir çocuğun gözünden babasının kahramanlıklarını anlatan bir hikâyeydi. Sonra biz bunun üzerinde çalışırken ortaya Babam ve Oğlum gibi bir film çıktı.
Yapımını üstlendiğiniz Babam ve Oğlum ’da siz neler hissettiniz? Özel olmayacaksa ağladınız mı? Kendinizle babanız arasındaki ilişkiyi sorguladınız mı? Sizin de hayatınızda filmdeki gibi bir baba-oğul çatışması oldu mu?

Genelde bütün baba-oğul ilişkilerinde olur bu. Tabii ki benim hayatımda da böyle kırık dökük şeyler vardır. Babam ve Oğlum bunları onları ortaya çıkardı. Ben de her seyirci gibi etkilendim.
Ağladınız mı peki?
Tabii tabii ben de her seyirci gibi ağladım. Duygusal olan insanlar genelde etkilenirler yani.

Mesela ben sekiz kere izledim filmi. Özellikle Çetin Tekindor’un o olağanüstü sahnesi.. Zannımca, insanların en çok etkilendikleri sahne buydu. Babam ve Oğlum’da da yaptığınız gibi vizyona girmeden önce filmlerinize uyguladığınız bir gizlilik politikası var. Setlere ya basını almıyorsunuz ya da bu konuda çok seçici davranıyorsunuz. Ayrıca  dikkat ettiğim bir husus da filmlerinizin reklamını hiç yapmıyorsunuz? Örneğin Babam ve Oğlum fısıltı gazetesi sayesinde çok geniş kitlelere inanılmaz bir izlenme rakamına ulaştı…Bu gizlilik politikasının özel bir sebebi var mı?

Şimdi bu, elinizdeki projeye göre değişiyor. Bazı projeler kendi reklamını kendi yapar. Şöyle örnek vereyim: Arkadaşımız önümüze bir tatlı getirdi ve bizi yememiz için zorluyor. Şöyle güzel böyle güzel diyor. Eğer onu yemeyeceksek o zorladığı zaman biz daha çok tepki veririz ve ona gıcık oluruz.

Yani reklamın tam tersi bir etkisi de olabiliyor değil mi?
Evet bazı projeleri seyircilerin gözüne sokmaya gerek yok. “Bu filmde şöyle ağlayacaksın bunu muhakkak izleyin!”  demenin alemi yok. Bunu yaptığın zaman seyirci o zaman ön yargılı davranıyor ve filme gelmiyor. Bazı filmler kendi reklamını kendi yapar. Senin yapmaman gerekir. Bu da öyle bir şey.

Çağan Irmak’ın yönettiği bir diğer film Ulak da sizin yapımınız. Ve aynı stratejiyi orda da izlediniz. Peki size dönersek, Türkiye’deki en önemli yapımcılardan biri olarak sizi medyada pek görmüyoruz. Medyatik olmamanızın sebebi nedir?
Yani zaman zaman röportajlar veriyorum.

“SADECE İŞİMLE ANILMAK İSTİYORUM,BU YÜZDEN MEDYATİK DEĞİLİM!”
Evet basına röportaj veriyorsunuz ama röportajlar dışında magazinsel bir yönünüz yok.
Ben genelde yaptığım işlerle anılmak öne çıkmak istiyorum. İşin magazin tarafında olmak istemiyorum. Ama bazen de olabiliyor.

Mesela sizin en son Lale Devri’nde Mustafa Sandal’ın eşi Emina’yla ilgili açıklamalarınız yer aldı. ”Oynamaması için elimden geleni yaptım. Ama onun hırsını isteğini görünce oynattım.” demiştiniz. Ancak bu tarz açıklamalarınız haricinde özel yaşamınızla medyada yer almıyorsunuz.
Evet olmamaya çalışıyorum. Bazı programlara katılıyorum ama o programın içeriği bize uyuyorsa, mesleğimizle ilgili bir şey olursa...Bunun haricindeki olaylarda medyada yer almayı istemem. Mesela bir oyuncuyla ilgili polemiğe girmek istemem.

Şimdilerde Fox ekranlarında olan Lale Devri’nin baş rol oyuncusu Tolgahan Sayışman sizin “Yerli dizi yersiz uzun” konusuyla ilgili “O zaman biz de oyuncuların ücretini düşürürüz”  açıklamalarınızdan sonra “Eğer yapımcı ücretimi düşürürse ben de restimi çekerim.” demişti. (Gülüşmeler..) Buna tepkiniz ne oldu? 
Hiçbir  tepkim olmadı.
“Eğer yapımcı ücretimi düşürürse biz de ona göre tepkimizi koyarız.” demişti. (Gülüşmeler..)
E ücretini düşürdüm, niye tepkisini koymadı ? (Kahkahalar..)

BENCE DE YERLİ DİZİLER YERSİZ UZUN

 Peki sizce de yerli dizi yersiz uzun mu ? Şu anda yayınlanan üç tane diziniz var: Yer Gök Aşk, Herşeye Rağmen, Lale Devri.
Tabii ki sıkıcı… Aynı şeyi anlatıyor,  aynı lafı dönüp dolaşıp söylüyor.
E olay da gelişmiyor.
Yani sen bir filmi 100-120 dk. yaparsan ne anlatacaksın? Kim ne diyecek? Bütün diyaloglar oluyor zaten filmin içinde.
Sizce bunun temel sebebi ne?
Tamamen ticari.

Dizilerin bu kadar uzun olmasındaki en önemli etken kim? Yapımcı değil…
Televizyon yöneticileri, kanal…

Mesela Amerika’daki diziler 25-30 dk.
Yani bunun normali böyledir.En fazla 45 dakikadır.Standartı budur.Ama şimdi Türkiye’de reklam gelirleri düşük olduğu için o zaman ne oluyor, daha fazla reklam alarak o açığı kapatıyorlar.Çünkü bir dizinin maliyeti kullanılan reklamdan daha yüksek olduğu için kurtaramıyorlar, o zaman ne oluyor , uzun tutuyor diziyi daha fazla reklam almak için.

Yeni sezonda da çok sayıda yerli dizi çekiliyor.Sizce bu durum sektör adına hayırlı mı?
Ben Türkiye’de ne olursa olsun ne yapılırsa yapılırsın Türkiye’de yapılması  taraftarıyım.Bir örnek vereyim: Bundan 10-15 sene önce yurtdışından film alıp milyonlarca dolar para harcardık.Tüm kanallar  programlarını yabancılara göre yapardı.Ve tamamen yurt dışına çıkardı milyonlarca dolar…Şimdi şu an öyle bir hale geldi ki bizim kendi insanlarımızla yaptığımız kendi ürettiğimiz yapımlar, programlar yayınlanıyor bütün kanallarda.Ve en azından burada bir iş istihdamı sağlanıyor binlerce insana.Bizim Avşar Film bünyesinde  şu an 1200’e yakın insan çalışıyor.Bu da bizim için çok önemli…

Bir röportajınızda Araplar'ın Brezilya'sı gibi olduk” demişsiniz.Türk dizilerinin Balkanlar’da ve Arap dünyasında büyük bir beğeni ile takip edilmesinin sebebi nedir sizce? Kültürel kodlarımızın benzemesi mi ya da evrensel duyguları dile getirmesi mi bu beğeninin sebebi?
Şimdi bizim son senelerde dizi ve yapım noktasında çıtamız çok yükseldi.Çok iyi yerlere geldik,birinci sebep bu.İkinci sebep ise kültürlerimizin uyuşması, Türkiye’de yıllardan beri yarı-arabesk bir yapı var.Kültürlerimiz de uyuştuğu için dizilerimiz dışarıda da çok tutuluyor.

Dizi sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz?Şu anda televizyonlarda ciddi bir format sıkıntısı var, bütün prime-time kuşağında ardı ardına diziler yayınlanıyor.Peki bu 5 yıl sonra da böyle mi olacak?Acaba izleyiciler dizilerden tamamen sıkılınca televizyon yöneticileri farklı formatlara mı yönelecekler?
Bütün dünyada bu sıkıntı var.İnsanlar artık bazı şeyleri çabuk tüketiyorlar, çabuk sıkılıyorlar.Eskiden bu böyle değildi.Yani bir araba alırdın o araba eskiyinceye kadar kullanırdın.Şimdi 100 bin km. olmadan araba değiştiriliyor.Her şeyi artık çabuk çöpe atıyoruz.

Bu tüketim çılgınlığı bir zaman sonra dizileri de bitirir mi?
Tabii ki bu durum onlara da sirayet eder.

Diziler biterse tv.lerde ne gibi projeler olabilir?Şu anda önü en açık format hangisi?
Şimdi bu hiçbir zaman belli olmaz.Olayların akışında  kendini gösterir.Çok rağbet gören bir filmin ertesinde bu filmin çeşitli versiyonları yapılır.Mesela son zamanlarda aşk hikayeleri gündeme geliyor.Bunlar çok iyi iş yaptığı için önümüzdeki seneler birçok aşk filmi olacaktır.Aşk filmleri yürürken belki başka şeyler çok ilgi çekecek.Bir sene sonra da onun benzerleri çıkacak.Dizilerde de bu, böyle…Bir zaman geliyor ki komedi dizileri çok izleniyor bir sene sonra da aksiyon dizileri .Bu, döner dolaşır.İleriye dönük epik projeler zannediyorum daha çok ilgi görecek.Çünkü bütçeler yükseldikçe, çıta yükseldikçe bu tür yapımlar ilgi çekici hale gelecek.Mesela Muhteşem Yüzyıl da bir çığır açtı.Daha önceleri 1200’lü 1300’lü ,1400’lü yıllar ilgi görmüyordu, çünkü bütçe düşüktü.Bir odanın içinde kahramanlıklar yapılıyordu.Şimdi daha büyük bütçeler insanları çok etkiliyor.

Evet önceden Türk filmlerinde bir cam bile zor kırdırılıyorken şimdi arabalar bile patlatılıyor.
Çağan Irmak, “Televizyonların son iki yıldır hiç olmadığı kadar kirlendiğini ve kalitesizleştiğini düşünüyorum. Ben kendi adıma utanıyorum. Artık otokontrol olmalı yani bir misyonu olması lazım. Bana bugün hiçbir televizyon kanalının misyonu yokmuş gibi geliyor.”diyor.Mesela sizin de yapımcılığını üstlendiğiniz "Çemberimde Gül Oya" bu sene girseydi asla tutmayacaktı.” demiş bir röportajında.Siz bu görüşlere katılıyor musunuz?
Evet ben de öyle düşünüyorum.Televizyonların çok ticari düşündüğünü ve birbirleriyle yarış halinde olduğunu düşünüyorum.Ve bu yarıştan da “Her şey mübah” anlayışı ortaya çıkıyor.Yani başarı için her şey mübah durumları ortaya çıktığı zaman işte o zaman Çağan’ın dediği yozlaşma ve etik olmayan şeyler ortaya çıkıyor.

Sizin yapımlarınızdaki kırmızı çizgileriniz neler? Toplumun hangi değer yargılarını göz önünde bulunduruyorsunuz?
Ben bir iş yaparken önce “”Bu iş şirketimize ne kazandıracak?” hesabını yapıyorum.Sonra bu iş “Benim çalıştığım kanala ne kazandıracak maddi ve manevi ?”onun arkasından da “Bizim halkımıza ne kazandıracak, bu işin topluma bir faydası olacak mı?” şeklinde düşünüyorum.Bu şekilde üçlü bir çark olması gerekiyor ki üçü de birbirini tamamlasın.Sadece ben kendimi düşünürsem yaptığım işin bir anlamı kalmaz.

“SANATTA İDEOLOJİM YOK ASLOLAN İNSAN”
Sanatta bir ideolojiniz var mı? Sanatı sanat için mi toplum için mi yapıyorsunuz?
Sanat toplum için yapılır; çünkü neticede bir topluma hitap ediyorsunuz ve ne yapıyorsanız toplum için yapmalısınız.

İdeolojik görüşlerinizi yapımlarınıza yansıtıyor musunuz? Çalıştığınız insanların görüşleri sizin için önemli mi?
Benim için aslolan insandır.Bizim bünyemizde çok değişik görüşlerde insanlar var; ama bu bizim için önemli değil…Dili, dini ,görüşü bizi ilgilendirmiyor.Bizim için önce “insan” olmak önemli.

Çalışmak isteyeceğiniz kişilerde en çok hangi şartları arıyorsunuz? Oyuncularınızın alaylı mı mektepli mi olmasını tercih ediyorsunuz?
Oyuncularımızın kabiliyetli olmasını tercih ediyoruz.Mektepli veya alaylı olması fark etmiyor bizim için.Oyunculuk içten gelen ruhtan gelen bir yetenek.Yani okulluyla alaylı arasında bir fark yok.Oyunculukta önemli olan ruh…

Benim dikkat ettiğim bir husus da aynı oyuncu ve yönetmenlerle birden çok projenizde ard  arda çalışıyorsunuz.Örneğin Babam ve Oğlum’dan sonra Çağan Irmak’la “Kabuslar Evi “serisini çektiniz.Bunun özel bir sebebi var mı?
Anlaştığımız sürece, maddiyatımız maneviyatımız uyduğu sürece onu devam ettiyoruz o ilişkiyi, o çalışmayı…Ama hiçbir zaman bu ilelebet olmuyor, onun da bir zamanı oluyor.Onun elindeki projeler bize hitap ediyorsa bizim anlayışımız, yapımız ona hitap ediyorsa devam ediyoruz.

“İYİ Kİ YAPMIŞIM DEDİĞİM FİLM BABAM VE OĞLUM’DUR”
Klişe tabirle “her yapımınız” sizin çocuğunuz gibidir.Elbette çocuklarınız arasında ayrım yapmazsınız; ama bugüne değin içinize en çok sinen ve iyi ki yapmışım dediğiniz dizi veya film hangisidir?
Film olarak tabii Babam ve Oğlum’dur;çünkü o her zaman arşivimizde kalacak hit bir film.

En az parayı Babam ve Oğlum’a yatırıp en çok parayı ondan kazandınız? Tersi de oldu mu?
Doğru , en az parayla en çok iş yapan o oldu.E tabii bunun tam tersi de oldu.Misal son senelerde Ulak bu tarzdan bir film….Onun arkasından “Türkler Çıldırmış Olmalı” diye bir komedi filmimiz vardı o da öyle oldu.Bizim bir de film ithalimiz var.Yüzlerce film ithal ettik.

Avşar Sinemaları’nda göstereceğiniz ithal filmleri siz mi seçiyorsunuz?İthal filmleri seçerken neye dikkat ediyorsunuz?
 İthal filmleri proje aşamasındayken alıyoruz.Yani bitmiş filmleri almıyoruz.Bitmiş film satılmış film oluyor.

Proje halindeki bir filmin tutacağını önceden kestirebiliyor musunuz?
Hikayesini senaryosunu okuyup oradan hissedebiliyoruz.Tabii bizim ülkemize insanımıza uyup uymadığına bakıyoruz.Yönetmenine, senaristine bakıyoruz.Bunların hepsini bir araya getirince ortaya bir veri çıkıyor.Bu verilerin hepsinin tam olup da filmin tutmadığı da oldu.Yani %50 şansla oluyor.%50 de daha önceki deneyimlerini ortaya koymakla…

Peki kendi  yapımınızın tutacağını önceden kestirebiliyor musunuz? Bunun sihirli bir formülü var mı? Mutlaka tutar deyip de reytingi iyi olmadığı için yayından kaldırılan diziniz oldu mu?
 Tabii ki, başarılı olduğumuz bir sürü iş var, başarısız olduğumuz da var.Hiçbir zaman bir başarı formülü olmaz bu işin.Az önce dediğim gibi %50 şansa bağlı bir iştir bu.Üç tane iş yaparsınız ,iki tanesi iyi ; bir tanesi kötü oluyorsa başarılıyız demektir.Tersi olursa demek ki başarısızızdır.

Keşke “hiç yapmasaydım” dediğiniz bir filminiz veya diziniz var mı?
Dönüp baktığımda keşke dediğim hiçbir şey yok.Onlar olmazsa daha ileriye gidemiyorsun.

Salkım Hanımın Taneleri, Kurşun Yarası, Babam ve Oğlum,Çemberimde Gül Oya  şimdilerde de ATV’de yayınlanan “Her Şeye Rağmen” gibi dizileriniz dönemsel filmler…Özel bir ilginiz mi var geçmişe karşı?
 Özel kanallarda tam anlamıyla ilk dönem filmi Kurşun Yarası’dır. Günümüzde metropol hayatında hep aynı şeyler oluyor ve ben biraz dışarı çıkmak istiyorum değişik şeyler göreyim diye…Onun için dönemler ilgimi çekiyor.Artık daha uzak dönemleri düşünüyorum.1200’leri,  1300’leri düşünüyorum.

Şu anda proje aşamasında olan Köroğlu filmi de bununla mı ilgili?
Evet, bizim tarihten gelen değerlerimiz var.Alageyik, Köroğlu gibi…

“KÖROĞLU’YLA ADALETİ SORGULAYACAĞIZ.”

Bizim bildiğimiz Köroğlu’nun hikayesini mi anlatacaksınız?
Hayır onu anlatmıyoruz, o zaten küçük bir hikaye…O formatta o dönemin hikayesi…

Köroğlu’nda otoriteye karşı bir isyan vardı…
Evet bizim projemizde de öyle olacak.Brave Heart, Robin Hood ve Köroğlu’nun harmanlanmasıdır.

Yani aşkın, onurun ve gururun çiğnendiği yerde anıt gibi yükselen bir kahramanı anlatacaksınız.
Evet, denebilir, sonra da adalet duygusunu sorgulayacağız.

Bu projenizde kimlerin oynayacağı belli mi?
Hayır , daha bunlar belli değil…Bu projenin yanı sıra 1800’lü yılların sonrasında Osmanlı’nın son dönemlerinde geçen bir göç hikayesi, Balkanlar’dan göç eden çok geniş bir ailenin dramı üstünde çalışıyoruz.Yani birçok hikayemiz var üstünde çalıştığımız.Şu anda 7-8 tane proje üstünde çalışıyoruz, bunların iki tanesi önümüzdeki yıl ekranlarda olacak.

Sizce yönetmen mi senaryo mu oyuncular mı  bir filmi öne çıkaran?
Hepsi bir oluyorsa çıkar, tek başına bir şey olmaz.Bunların hepsi bir zincir halkası gibidir,birisi kırılırsa diğerleri de dağılır.

Türkiye genç nüfus potansiyeline sahip bir ülke…Ülkemizdeki 18-30 yaş arası gençlere baktığımızda ciddi seviyide Amerikan dizilerinin bağımlısı oldukları görülüyor…Bu yaş grubundaki gençlerin  yerli dizilere değil de yabancı dizilere yönelmesini neye bağlıyorsunuz?
Gençlerin ufku daha açık, daha ilerideler.Ben bir yapımcı olarak seyircinin gerisinde kaldığımı düşünüyorum bazen.Bizim seyirciye yetişmemiz lazım.Bunun için çaba harcıyoruz.Aslına bakarsanız bizde senarist problemi var.Ben yapımcı olarak her şeyin en iyisini yaparım ; ama elinizde bir proje olacak ki ona göre iyisini yapayım.Aksi halde bu, temeli çürük olan bir yere bina yapmaya benzer.Temel çürükse de bina çöküyor.

Yani oyuncu yönetmen ne kadar iyi olursa olsun senaryo iyi değilse…
Evet, bunun bir anlamı olmuyor.Türkiye’de en büyük sıkıntı senarist problemidir.

Edebiyat ve sinema arasında ciddi bir ilişki var ve son zamanlarda ülkemizin en usta romancılarının eserleri dizi filmlere uyarlanıyor.Sizce bu konuda abartıya kaçıldı mı? Örneğin Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu romanı TRT’de altı bölümken Kanal D’de 79 bölüm yayınlandı.Bu uyarlamalar hakkında ne düşünüyorsunuz.Bunlar romanın özünü bozuyor mu?
Bozmak zorunda zaten. Örneğin bir romandan 80 bölüm dizi çıkarmaya çalışıyorsan her bölümü 80 dakika olacak,bu da binlerce sayfa demektir.Her hafta 80 sayfa senaryo yazıyorsun…

Bunu şunun için sordum, az önce Türkiye’de bir senarist ekskliği var demiştiniz.Çok bilinen romanların diziye uyarlanmasının sebebi bu eksiklikten mi kaynaklanıyor?
Evet, bizim seyirciye hitap edebilecek senaristlerin az olduğu ; hatta çok az olduğunu söylemek istiyorum.Seyircinin ne istediğini bilerek yazacak senarist azlığından, yokluğundan söz ediyorum.

“KORSANCILAR BİZDEN DAHA GÜÇLÜ”
Bu kadar maddi ve manevi emekler harcayarak piyasaya sürdüğünüz filmlerin özellikle internet ortamında korsancılar tarafından pişkince gasp edilmesi, sizin sırtınızdan para kazanan emek hırsızları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bu emek hırsızlığını yapanlar gerisini düşünmüyorlar, ne yapıyorlarsa kendilerine yapıyorlar…Korsan işin içine girince üretim bitiyor.Şu anda müzik piyasasında olduğu gibi…Türkiye’de müzik bitmişse bunun  sebebi korsandır.Üretim olmayınca korsancılar ne yapacak? Çalacak bir şey de bulamayacaklar.Çünkü sektörü hırsızlıkla bitirdiler.Şimdi aynı şey sinemada var yıllardan beri.Biz film yapıyoruz birileri bunu internetten korsan şekilde yayıyor,izliyor veya izletiyor, korsan cd.leri piyasaya sürüyorlar ve bu şekilde de sektör bitiyor.

 Ve onca engellemeye rağmen korsanın önüne geçilemiyor…
Geçilemiyor,halkın bilinçli olup bunlara tenezzül etmemesi gerekiyor.…Ben her sene üç tane film yaparken şimdi yapmıyorum veya bir tane yapıyorum.Burada kim kazanıyor kim kaybediyor?Bu şekilde devam ederse seyircinin alıp izleyeceği film kalmayacak.Sektörün yaşaması ve daha kaliteli yapımlar üretmesi için bu hırsızlığın ortadan kalkması lazım.

Korsancılar sizden daha mı güçlü?
Korsancılar bizden daha güçlü, çünkü sermeyeleri yok.Sermaye koymadıkları için bizden daha öndeler…

“HER ŞEYDEN ÖNCE DÜRÜST OLMALI”
Son olarak çok başarılı ve saygın bir iş adamı olarak bu röportajı okuyan genç okurlara tecrübelerinizden edindiğiniz kazanımlarla hayat adına tavsiyeleriniz nelerdir?
Bütün gençlere,sinemaya gönül verecek , iş hayatına girecek arkadaşlara  ilk tavsiyem öncelikle çalışkan ve dürüst olmalarıdır.Hiçbir şeyden yılmadan sadece hedefe kilitlenip sürekli o hedefe yürümeleridir.Hedefe giden yolda hiçbir engelin kendilerini durdurmalarına izin vermemeliler..Ve dediğim gibi işini çok dürüst kendisine, ailesine ve çevresine karşı saygılı olarak yapmalarıdır tavsiyem.
Sorularımıza verdiğiniz içten cevaplarınız için  bir kez daha çok teşekkür ederim.


















































Artikel Terkait

11 yorum

10.sınıf edebiyat sayfa 162den sonrası ne zaman gelecek. kaç gündür bekliyoruz .. acilllllll gerekiyor..

harika bir söyleşi olmuş, teşekkürler...

Şükrü Avşar'ın dizilerini de (Lale Devri) zevkle izliyorum, yeni dizilerini de bekliyorum...

yeni dizisi de çok güzel :))

ilgiyle okudum,teşekkürler :))

Karagül süper bir dizi,bayılıyorum

Her izlediğimde hüngür hüngür ağlıyorum :((

Off yaa mahvolduk

Karagül ♥

Şükrü Avşar çok beyefendi insan ve dizilerini çok begeniyorum:-)

YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...

1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4) Yorumunuza emoji eklemek için "Emoticon" butonuna tıklayın.
5)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.


EmoticonEmoticon

▅ ▆ ▇ █ Öne Çıkanlar