11.sınıf edebiyat konu anlatımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
11.sınıf edebiyat konu anlatımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ara 2017

Yayım Sırasına Göre İlk Türk Romanları

Tanzimat döneminde edebiyatımızda yeni giren edebi türlerden biri de romandır. İlk önceleri çeviri yoluyla okurla tanıştırılan roman türünün daha sonra pek çok yerli örneği verilmiştir. Bu yazımızda yayımlanma zamanına ilk Türk romanlarını derledik...

Yayım Yıllarına Göre İlk Türk Romanları

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat Şemsettin Sami (1872) (İlk yerli romandır)
Hasan Mellah, Hüseyin Fellah Ahmet Mithat Efendi (1875)
İntibah Namık Kemal (1876)
Sergüzeşt Sami Paşazade Sezai (1889)
Araba Sevdası Recaizade Mahmut Ekrem (1889)
Mai ve Siyah Halit Ziya Uşaklıgil (1896)
Aşk-ı Memnu Halit Ziya Uşaklıgil (1889)

21 Eki 2017

Şair Evlenmesi İle Zavallı Çocuk Oyunlarının Zihniyet, Dil ve Anlatım Özellikleri ve Temel Çatışması Karşılaştırması

Şair Evlenmesi İle Zavallı Çocuk Oyunlarının Zihniyet, Dil ve Anlatım Özellikleri, Yansıttığı Sosyal Problemler ve Temel Çatışması Karşılaştırması

EDEBİYATFATİHİ.NET HAZIRLADI 
ÖZGÜN ve KALİTELİ İÇERİKLER

ZİHNİYET:

Her iki tiyatro oyunu da dönemin gerçekliklerini yansıtan ve halkı eğitmek bilinçlendirmek amacıyla yazılan metinlerdir. Bu durum Tanzimat edebiyatının Batı'ya dönük zihniyetini ve devrin koşullarıyla ilişkilidir. Tanzimat  döneminde tiyatro halkı bilinçlendirmede bir araç görülmüş ve toplumsal problemler  tiyatroyla da çözülmeye çalışılmıştır. edebiyatfatihi.net

DİL ve ANLATIM ÖZELLİKLERİ:

Şair Evlenmesi adlı oyunda dönemine göre  sade, akıcı bir dil kullanılmış, yerel söyleyişlere de yer verilmiştir.
Zavallı Çocuk'ta önceki dönemlere göre sade bir dil kullanılmıştır. 

YANSITTIĞI TEMEL PROBLEMLER:

Her iki oyunda da "görücü yoluyla evlenmenin meydana getirdiği olumsuzluklar" 

TEMEL ÇATIŞMA

Şair Evlenmesi'nde temel çatışma geleneklerin bireylerin hayatı üzerindeki olumsuz etkileri ve gelenekçiliğin ikiyüzlülüğüdür. 

Zavallı Çocuk'taki temel çatışma ise gelenek-modernite çatışmasıdır.edebiyatfatihi.net

30 Eyl 2017

Tanzimat Dönemi şiirinin oluşmasına imkân sağlayan zihniyetin özellikleri nelerdir?

Tanzimat Dönemi şiirinin oluşmasına imkân sağlayan zihniyetin özelliklerini bu yazımızda bulabilirsiniz, ek bilgilerle konuyu daha iyi pekiştirebilirsiniz...

Tanzimat Dönemi şiirinin oluşmasına imkân sağlayan zihniyetin özellikleri nelerdir?
Tanzimat döneminde  Batı’yı tanıyan devlet adamları ve aydınlar, Osmanlı'nın krizden çıkmasının skolastik zihniyetten kurtulup Batı’da gelişen ilmî zihniyeti benimsemekle mümkün olacağına inanmışlar ve toplumu Batı uygarlığının değerleriyle buluşturmak için çalışmışlardır. 

Şiirlerde işlenen " hürriyet, vatan, millet, eşitlik, hak, hukuk" gibi kavramlar, yeni kelime ve imajlar Tanzimat döneminin sosyal ve siyasi zihniyetiyle yakından ilişkilidir. Tanzimat dönemi zihniyeti yüzünü her anlamda Batıya dönmüş, Batı’daki gelişme ve değişimleri yakın takibe almış bir karakter gösterir. Başka bir ifadeyle devletin kötü gidişatına çare bulmak için yeni tedbirler alıp kanunlar çıkararak her alanda Batı’ya yönelmek ve çağın gereklerine uygun olarak yenileşmektir. edebiyatfatihi.net


EK BİLGİ:

Zihniyet nedir?

 Bir dönemdeki sosyal, siyasî, idarî, adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünüdür. Şairin şiirini yazdığı dönemde hâkim olan düşünce sistemine zihniyet denir.

Bir şair şiirini yazarken; 
 -- Şiirin yazıldığı dönemdeki hâkim zihniyetten,
-- Şiirin yazıldığı dönemde tartışılan sanat anlayışlarından,
-- Şiirin yazıldığı dönemin sosyal, siyasî ve kültürel hayatının özelliklerinden,
-- Dönemin geleneklerinden etkilenir ve bu etkileri şiirine yansıtır.

Tanzimat Dönemi şiiri Batı düşüncesiyle, klasik ve romantik edebiyattan nasıl etkilenmiştir?

Tanzimat Dönemi şiiri Batı düşüncesiyle, klasik ve romantik edebiyattan nasıl etkilenmiştir?

Tanzimat döneminde sosyal ve siyasi alanlarda meydana gelen gelişme ve değişimler edebiyatımızı  da  etkilemiştir. Tanzimat şiirinde tema ve konuda yenilikler yapılmıştır. Tanzimat'la birlikte şiirimizde gerçekleşen değişmenin temel sebebi her alanda görülen değişim ve Batı'dan gelen sanat ve fikir akımlarıdır. Bu dönem şiirinin Batı düşüncesiyle klasizm ve romantizm edebi akımlarıyla ilişkisi vardır.

"Akıl, ierleme, deney" gibi yeni kelime ve imajlar Batı'daki Aydınlanma düşüncesiyle ilgilidir.

 Her iki dönem Tanzimat şairleri 19.yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan  Romantizm akımının etkisinde kalmışlardır. Sanatta faydayı ön planda tutmaları, akıldan çok duyguya önem vermeleri, daha özgür hareket etme alanı sağladığı için  Romantizm akımı bu dönem şiirinde oldukça etkili olmuştur. edebiyatfatihi.net 


EK BİLGİLER

TANZİMAT ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ

1. Tanzimat şiirinde söyleyişten çok fikirler ve yeni konular önem kazanmıştır.

2. Dilde sadeleşme fikri savunulmuş; fakat bunda başarılı olunamamıştır.

3. Ilk dönem Tanzimat şiirinde gazel, kaside, terkib-i bent... gibi biçimler kullanılırken ikinci dönemde Fransız şiirinin etkisiyle yeni biçimler kullanılmıştır.

4. Her iki dönemde de aruz ölçüsü kullanılmış, hece ölçüsü denenmiştir. Nazım birimi beyittir.

5. Divan şiirindeki parça bütünlüğü yerine konu bütünlüğü esas alınmıştır.

6. Ilk dönemde siyasal ve toplumsal sorunlar, ikinci dönemde bireysel ve duygusal konular işlenmiştir.

7. Birinci dönem şiiri dışa ikinci dönem şiiri içe dönüktür.

8. İlk dönem şiirindeki dil ikinci dönem şiirindeki dilden daha sadedir.

9. I. dönem şairleri divan şiirini eleştirerek yıkmaya çalışmış; II. dönem şairleri ise şiiri sanat açısından ele alıp divan şairleri gibi estetiğe önem vermişlerdir.

10. Fransız İhtilali'nin etkisiyle, özellikler ilk dönem şairlerinde, kanun, düzen, adalet, özgürlük,esaret, millet, vatan, bayrak gibi temalar işlenmiştir.

ŞİNASİ'NİN BATILI TÜRK EDEBİYATININ OLUŞUMUNDA KATKISI

Tanzimat döneminde yeni şiirin ilk temsilcisi olan Şinasi (1826-1871), Fransa'ya gitmeden önce klâsik kasideler yazmıştır. Fakat Fransa'dan döndükten sonra kasidede biçim açısından değişiklikler yapmış, ayrıca toplumsal kavramlara yer vermiştir. Artık şiirleri duygusallıktan yoksundur, akılcılık öne çıkmıştır. Bu yönüyle Şinasi Tanzimat'tan sonraki edebiyatımızda akılcılığın öncüsü olarak yerini almıştır.


Şinasi konuşulan Türkçe ile yeni bir şiir dili yaratmayı amaçlamışsa da bunda başarılı olamaz. Ancak bu konuda öncülük etmesiyle, Batılı Türk edebiyatının oluşmasına katkılarıyla önem kazanmıştır.

14 Eyl 2017

SKOLASTİK DÜŞÜNCE İLE İLMİ DÜŞÜNCE HAKKINDA BİLGİLER

SKOLASTİK DÜŞÜNCE İLE İLMİ DÜŞÜNCE HAKKINDA BİLGİLER

 Skolastik düşünce; dini duyarlılığın ön planda olduğu zihniyettir. Ancak bu dini duyarlılık dinin özünü kavramaktan uzaktır. Eski yönetim tarzına, eski geleneklere aşırı bağlı olan bu zihniyet, Osmanlı'da gelişmelere engel olmuştur. 

İlmi düşünce ise bilime, akla ve tekniğe önem veren, olayları bilimin ışığında değerlendiren, gelişmelere, yeniliklere bilimsel açıdan yaklaşan zihniyettir.

Batı'da Ortaçağ'a hakim lan skolastik zihniyette kilise ilerlemenin yolunda bir engel görülmüş, bu zihniyet yerini Rönesans'la birlikte ilmi zihniyete bırakmıştır.

Rönesans nedir? Hakkında bilgiler

Rönesans’ın kelime anlamı “yeniden doğuş”tur. İlk olarak İtalya’da ortaya çıkan Rönesans, 15 ve 16 yüzyıllarda Batı Avrupa’da edebiyat, sanat, bilim alanındaki gelişmeleri ifade eder

Rönesans Neden Başlamıştır?
  • İspanya’daki Endülüs Emevi Devleti ve Avrupalı gezginler ile ticaret adamlarının (Burjuvaların) aracılığı ile İslam Medeniyeti tanınmış, birçok icat, bilgi Avrupa’ya taşınmıştır.
  • Matbaanın geniş kullanım alanına girmesiyle yeni buluş ve düşüncelerin yayılması.
  • Avrupa’da kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkârları himaye eden varlıklı kişilerin (Burjuvaların) ortaya çıkması.
  • Coğrafi Keşiflerden sonra zenginleşen Avrupa’da, sanattan ve edebiyattan zevk alan bir sınıfın (Burjuva) ortaya çıkması.
  • Antik çağ (Eskiçağ) eserlerinin incelenmesi
  • İstanbul’un fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerin İtalya’ya göç ederek eski Yunanca’yı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları.

Rönesans Neden İlk İtalya’da Başlamıştır?


Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında İtalya’da başlamıştır. Rönesans’ın ilk önce İtalya’da başlamasında; İtalya’nın coğrafi konumu, ekonomik durumu, dini ve tarihi önemi, siyasal durumu ve İslam Medeniyeti’nden etkilenmesi önemli rol oynamıştır.

İtalya’da Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında Hümanizm ile başlamıştır. Hümanizm; Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Ortaçağ’ın skolastik düşüncesine karşı Avrupa’da doğup gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü, insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan bir düşüncedir.

İtalya’da Eskiçağ’dan kalan antik eserleri incelemek ve benzerlerini yapabilmek amacıyla akademiler kurularak Yunanca, Latince ve İbranice metinler incelendi. Hümanizma, insanın kendini tanımasına, yasalarını yapmasına ve haklarını korumasına zemin hazırlamıştır.
Rönesans’ın Sonuçları
  • Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı.
  • Skolastik düşünce yıkıldı. Düşüncede serbest bir ortam doğdu.
  • Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı.
  • Kilise’nin otoritesi zayıfladı. Bu durum Reform Hareketlerini başlattı.
  • Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkeleri öne geçti.
  • Avrupa’da insan faktörü öne çıktı. İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmaya başladılar.
  • Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mimaride gotik tarzı terk edilerek barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, sadelik ve tabiiliktir.
  • Rönesans’la, Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişti.
Rönesans Döneminde Yenilikler
Rönesans hareketi ilim ve teknikteki ilerlemenin yanı sıra insan ve tabiat sevgisini de beraberinde getirdi. Rönesansın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mimaride gotik tarzı terk edilerek “barok ve rokoko” üslubu geliştirildi Bu barok ve rokoko mimari yapıları çok kaba ve ihtişamlıydı bu yüzden Rönesans mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, sadelik ve tabiilik olmuştur. Yani kaba ve ihtişamlıktan daha çok sadelik ve ölçülüğe, doğallığa yönelik sanat eserleri ortaya çıkarmışlardır.

İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayıldı. Rönesans daha ziyade Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişti

1 Eyl 2017

Gazete Çevresinde Kültür ve Edebiyat Hayatımıza Giren Öğretici Metin Türleri Hakkında Bilgi


Gazete çevresinde gelişen metin türleri: Makale, deneme, sohbet, fıkra, eleştiri, röportaj gibi gazete çevresinde oluşan metinlerdir.

Ç GAZETE ÇEVRESİNDE GELİŞEN METİN TÜRLERİ
1. MAKALE
* Bilim, fen konularıyla siyasal, ekonomik ve toplumsal konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete ve dergi yazılarına makale denir.
* Makale; bilgi vermek, bir düşüncenin savunuculuğunu yapmak amacıyla yazılır.
* Makalede yazar, düşüncelerini okuyucuya kabul ettirmeyi amaçladığından kanıtlayıcı bir anlatıma başvurur.
* Makalede öne sürülen yargılar nesnel verilerle güçlendirilir; tanımlama, örnekleme, tanık gösterme, karşılaştır­ma gibi yollarla açıklanıp kanıtlanır.
* Düşünceye dayalı bir metin türü olduğundan ve herhangi bir konuda okuyucunun kanılarının değiştirilmesi amaçlandığından makalede yalın ve duru bir anlatım kullanılır; sanatlı ve soyut ifadelerden uzak durulur. Bel­gelerden yararlanılabilir.
* Makaleler; sanat, edebiyat, siyaset, bilim ve insanla ilgili her konuda yazılabilir.
* Makale, alanında belli bir bilgi birikimine sahip kişilerce araş­tırma ve incelemeye bağlı olarak yazılır.
* Edebiyatımızdaki başlıca makale yazarları şunlardır: Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Hüseyin Cahit Yalçın, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Sü­leyman Nazif, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Ka­ray, Falih RıfkıAtay, Ahmet Hamdi Tanpınar...

Tanzimat Edebiyatında Makale:
Makale, edebiyatımıza Tanzimat Döneminde gazeteyle birlikte girmiştir. Makale türünün doğması ve yaygınlaşması gazetesayesinde olmuştur.
Türk edebiyatındaki ilk makale, Şinasi'nin "Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi"dir. Bu makalede Şinasi; gaze­tenin önemini, yazı dilinin yeninden düzenlenmesi gerektiğini ve halkın anlayabileceği bir düzeyde olması ge­rektiğini vurgulamıştır.
Daha sonra Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem ve diğer Tanzimat sanatçıları da sanat ve edebiyatla ilgili çeşitli makaleler yazmışlardır.
Namık Kemal, 1876'daTasvir-i Efkâr da yayımladığı "Lisan-ı Osmanî'nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülaha­zatı Şâmildir" adlı makalesinde edebiyatın gerçek sorunlarını ilk kez dile getirmiştir. Namık Kemal bu makale­de; yazı dilinin anlaşılır olması gerektiği, konuşma diline yaklaştırılması gerektiği, divan edebiyatının somut ger­çekleri yansıtmadığı gibi konular üzerinde durmuştur.
Ziya Paşa, 1868'de "Hürriyet" gazetesinde yayımlanan "Şiir ve İnşa" adlı makalesinde; ulusal değerlerimizi yansıtan halk edebiyatının örnek alınması gerektiğini dile getirir ve yapıtların, halkın anlayabileceği bir dille ortaya konması gerektiğini vurgular.

2. ELEŞTİRİ
* Bir edebiyat veya sanat eserinin her yönüyle anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan ya­zı türüne eleştiri denir.
* Eleştiri; bir sanat eserini tüm yönleriyle çözümleyerek açıklayan, onun olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya ko­yan çok yönlü yazıdır.
* Eleştiriler genelde nesneldir ancak öznel eleştiriler de vardır.
* Eleştirmen, değerlendirmeleriyle yazara ve okura kılavuzluk yapar.
* Edebiyatımızdaki başlıca eleştiri yazarları şunlardır: Namık Kemal, Hüseyin Cahit Yalçın, Cenap Şehabettin, Ali Canip Yöntem, Ahmet Hamdı Tanpınar, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Nurullah Ataç, Memet Fuat...
Tanzimat Edebiyatında Eleştiri:
Türk edebiyatında ilk eleştirinin Tanzimat Döneminde yazıldığını söylemek doğru değildir ancak Batılı anlama­da eleştiri, yani edebî eleştirinin ilk örnekleri bu dönemde verilmiştir. Tanzimat'tan önceki eleştiriler, İslami ede­biyatın sadece yazı tekniğinden söz eden eserlerden oluşmaktaydı.
Tanzimat Döneminde eleştiri; öncelikle divan şiiri aleyhinde birtakım düşünceleri taşır. Bunların başında Namık Kemal'in eleştirileri gelir. Namık Kemal; 1866'da "Tasvir-i Efkâr" gazetesinde yazdığı "Lisan-ı Osmanî'nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şâmildir"adlı uzun makalesinde edebiyatımızın gerçek sorunlarını di­le getirir ve divan edebiyatını eleştirir. Bunun dışında Namık Kemal'in; zamanında yayımlanmamış olan "Talim-i Edebiyat Risalesi" ile "Celalettin Harzemşah Mukaddimesi" vardır.
Divan edebiyatına yapılan eleştiriler bakımından aynı daire içine girebilecek yazılardan biri de Ziya Paşa'nın "Şiir ve İnşa (1868)"makalesidir.
Ziya Paşa'nın; yeni devrin ilk antolojisi olan "Harabat" uzun manzum mukaddimesi ile tekrar divan şiirine dönü­şünü, ona sempatisini göstermesi, hatta divan şiirinin kısa bir muhasebesini yapması üzerine Namık Kemal, Ziya Paşa'nın "Harabat" adlı eserini, "Tahrib-i Harabat" ve "Takip" adlı eserleriyle eleştirir.
Recaizade Mahmut Ekrem, edebiyatta genç nesle öncülük eden hocalığı ve teorik yazılarıyla önem kazanır. Recaizade'nin; konuları yeni kategorilere yerleştirmesi, edebiyattan estetiğe ve psikolojiye doğru bir çıkış ara­ması bakımından önemli olan "Talim-i Edebiyat" adlı eseri büyük ilgi görmüştür. Özellikle yeni şiir için bir be­yanname sayılabilecek "Takdir-i Elhan"ı ve "Zemzeme"mukaddimesi devrin teorik kitaplarının önemlilerindendir.
Edebiyat tarihlerine genelde eski edebiyat taraftarı olarak geçen ancak yenileşen edebiyatımızın temsilcileri arasında bulunan Muallim Naci'nin Recaizade Mahmut Ekrem'le giriştiği, daha sonra taraftarlarının devam et­tirdiği tartışmalar, şiirin gelişmesi ve eleştiri türü açısından çok önemlidir. Muallim Naci, bu konudaki düşünce­lerini, Ekrem'in "Zemzeme"sine karşılık olarak "Demdeme"adı altında toplar. "Istılahat-ı Edebiyye"si ise es­ki geleneğin son belagat (düzgün anlatma) kitabı olarak kalacaktır. Fakat onun eleştiri alanında asıl dikkati çe­ken görüşleri Beşir Fuat'ı tanıdıktan sonra başlar. Edebiyat üzerine karşılıklı yazışmalarından oluşan"İntikad", birbirinden çok farklı dünya görüşlerinin sahibi olan iki kişinin, medenî bir çerçevede tartışmalarını göstermesi bakımından üzerinde durulması gereken bir eserdir.

3. SOHBET/SÖYLEŞİ

· Herhangi bir düşünceyi, konuyu, yazarın karşısında biri varmış gibi günlük, sıradan ve rahat bir dille anlattığı fikir yazılarına sohbet (söyleşi) denir.
· Gazete çevresinde gelişen sohbet yazıları, düşünce yazılarıdır. Sohbetlerde de bir düşünce açıklanır, bilgi verilir.
· Sohbet yazarı ele aldığı konuda fazla derinleşmez, ileri sürdüğü görüşlerini kanıtlama yoluna gitmez, ancak sezdirmeye çalışır; bu yönüyle makaleden ayrılır.
· Dilindeki sadelik ve rahatlık yönünden de denemeyi andıran söyleşiler daha uzun soluklu yazılardır.
· Söyleşiler bazen röportaj ile de karıştırılırlar. Ancak aralarında çok temel bir fark vardır. Söyleşiler tek kişilik yazılardır. Oysa röportaj, bir uzmana ve bir de, röportajı yapacak kişiye ihtiyaç duyar.
· Sohbet yazarı kişisel görüşlerini özgürce ifade edebilme özelliğini taşır. Başkalarının o konuda ne düşündükleri önemli değildir. Herkesin sevdiği bir şeyden berbat bir şey olarak söz edebilir.
· Sohbetlerin çoğu günlük sanat olaylarını, kültürel olayları ve genel konuları ele alır.
· Bu türün dili yalın konuşma dili, anlatımı da konuşma havasında rahat ve samimidir. Yazar sorulu cevaplı cümlelerle, konuşuyormuş hissi verir.
· Diğer düşünce yazılarının planı sohbet yazı türü için de kullanılır. Giriş bölümünde ele alınacak konu tanıtılır. Gelişme bölümünde okuyucuyu sıkmadan konu açılır. Bu bölümde tanımlamalar, çözümlemeler, örneklemeler yapılır. Yazar kendi görüşlerini okuyucuya sezdirir. Sonuç bölümünde ise ulaşılan son karar bildirilir.
· Sohbet türünün en önemli ismi Ahmet Rasim’dir.

4. FIKRA
·       Hayatın içinden herhangi bir konunun daha çok sosyal, siyasal ve kültürel olayların kişinin penceresinden görüldüğü şekliyle yazılan ve kanıt esasına dayanmayan, kısa, günübirlik yazılara fıkra denir. (Bu tür yazılar; olay çevresinde oluşan, anlatmaya bağlı nükteli hikâyecikler biçimindeki Nasrettin Hoca fıkralarıyla karıştırılmamalıdır.)
·       Gazetenin belli bir köşesinde genel bir başlıkla yazılan fıkralarda mesele kısaca incelenir ve mutlaka bir sonuca varılır.
·       Daha çok alaylı bir dille, bazen eleştiri bazen sohbet tarzında yazılır. Okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir hava hâkimdir yazılarda.
·       Fıkralar yazanın bakış aşısı ve dünya görüşü doğrultusunda şekillenir.
·       Bir kamuoyu oluşturmayı hedefleyen bu yazılar, okuyanlarda etki yaratırlar. Kanıt esası taşımamasından dolayı kısadırlar.
·       Yazarın ilgisini çeken hemen her konu fıkranın konusu olmakla beraber daha çok toplumu yakından ilgilendiren günlük olaylar fıkra konusu edilir.
·       Konu derinlemesine ele alınmaz, ancak konunun can alıcı noktasına parmak basılır. Konu kısa ve topluca yani yüzeysel ama ustalıkla ele alınıp okuyucuların düşünmeleri sağlanır.
·       Fıkrada ele alınan konu hakkında bilgi vermek değil, o konu ile ilgili düşündürmek önemlidir. Bu nedenle fıkra okuyucuların belli konularda düşünmelerini sağlayan, tetikleyen bir ateşleyici rolündedir. Konunun böyle ele alınması fıkra yazısının kültür birikimi ile yakından ilgilidir.
·       Fıkralarda kesinlikten çok; güzel, hoş, dokunaklı bir sonuca varmak gayesi güdülür.
·       Fıkralarda körü körüne taraf tutmak hoş karşılanmaz. Fıkracı gerçeği olduğu gibi yansıtır. Fıkra yazarının taraf tutup tutmaması fıkranın en can alıcı noktasıdır.
·       Dil olarak sade bir şekilde yazılmasına rağmen iddialı bir yapısı vardır.
·       Fıkranın dili herkesin rahatça anlayabileceği şekilde yalındır; fıkralarda gereksiz sözlerden uzak durulmaktadır. İnandırıcı, etkileyici bir anlatımı vardır. Fıkraların üslûbundaki bu rahatlık onu makalenin ciddi ve ağırbaşlı üslûbundan ayırır.
·       Fıkra da klasik yazı planına göre yazılır. Giriş, gelişme ve sonuç. Ancak fıkralar kısa olduğu için bu bölümler makaleye göre daha az yer tutar. Gelişme bölümünde konu makaledeki gibi geniş işlenmez ve ispatlama yoluna başvurulmaz. Sonuç bölümünde ise bir sonuca bağlamaktan ya da kesin yargıya ulaşmaktan çok dokunaklı bir sonla bitirmek esastır.
·       Pek çok edebiyatçı başka türler yanında fıkra türündeki yazılarıyla da ün yapmışlardır.
Edebiyatımızda özellikle Ahmet Rasim fıkralarıyla tanınır. Refik Halit Karay, Ahmet Haşim, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Hasan Ali Yücel, Yaşar Nabi Nayır, Burhan Felek, Haldun Taner, Ahmet Kabaklı, Oktay Akbal, Çetin Altan, Ahmet Turan Alkan tanınmış fıkra yazarlarımız arasındandır. 
FIKRA İLE MAKALE ARASINDAKİ BENZERLİKLER
FIKRA İLE MAKALE ARASINDAKİ FARKLAR
·      Her ikisi de fikir yazısıdır.
·      Her ikisi de gazete ve dergilerde yayınlanır.
·      Her ikisinde de konu zenginliği vardır.
·      Özellikle gazete makalelerinin toplumu yakından ilgilendiren güncel konuları ele alması ve fıkranın da güncel konular üzerinde yoğunlaşması iki ortak noktalarındandır.
·      Her iki tür de aynı plana göre yazılır. 

·     Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken, fıkra yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.
·     Makalede yazar fikirlerini kanıtlamak zorundadır. Bunun için sağlam güçlü kanıtlar göstermesi gerekir. Fıkrada ise böyle bir zorunluluk yoktur. Fıkra yazarı isterse ispatlama yoluna gider isterse gitmez, her türlü örneği kullanabilir.
·     Makale bilimsel bir yazı olduğu için resmi ve ciddi bir anlatım kullanılır. Fıkrada ise samimi, rahat ve içten bir anlatım vardır.


5. DENEME
·       Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, kesin kurallara varmadan, kanıtlamaya kalkmadan, okuyucuyu inanmaya zorlamadan anlattığı yazı türüne deneme denir.
·       Deneme yazarı görüşlerini aktarırken samimi bir dil kullanır. Kendi içiyle konuşuyormuş gibi bir hava içindedir.
·       Deneme her konuda yazılabilir. Ancak daha çok tercih edilen konu her devrin, her ulusun insanını ilgilendiren, kalıcı, evrensel konulardır.
·       Bu türün en büyük ustası Montaigne kitabının önsözünde özetle şöyle demektedir: "Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılamanızı istemiyorum." Buradan da anlaşıldığına göre denemeler iddialı olmayan, ispat kaygısı taşımayan; temel anlamda insan doğallığına dayanan eserlerdir.
·       Denemede “ben”li anlatım ön plandadır.
·       Eskiden denemeye verilen "muhasebe" adı, onun konusu hakkında bir ipucu vermektedir. Çünkü denemeler toplumsal konulardan daha çok kişisel konulara, soyut dünyalara ve iç hesaplaşmalara daha yakındır. Bu yönüyle fıkra türünden ayrılır. Fıkralar toplumsal konulara kişisel yaklaşımlar getirirken deneme iç dünyanın samimi itirafı gibidir.
·       Deneme, Avrupa edebiyatında Fransız Montaigne ile başladı. Türk edebiyatında ise Tanzimat sonrasında özellikle de Servet-i Fünûn döneminde karşımıza çıkar. Ancak asıl gelişmesini Cumhuriyet döneminde gerçekleştirir. Bu türde Ahmet Haşim (Bize Göre, Gurabahane-i Laklakan), Nurullah Ataç (Karalama Defteri, Günlerin Getirdiği), Suut Kemal Yetkin(Edebiyat Üzerine, Günlerin Götürdüğü), Sebahattin Eyüboğlu (Sanat Üzerine Denemeler) güzel örnekler vermişlerdir.

6.RÖPORTAJ

Röportaj türü XX. yüzyılda gazete çevresinde gelişmiştir. Gazete haberinin olayların, olguların içine sinmek gibi bir endişesi yoktur. Sadece aktarma görevi üstlenmiştir. Ancak değişen dünyada röportaj, gazeteciliğin en önemli kolu olmuştur. Röportajla birlikte okur olayların olguların içine girmeyi başarmıştır. Bu da gazeteciliğin toplumda üstlendiği misyonla doğru orantılıdır.
Bu türe giren yazıları öğretici, bilgilendirici gazete yazıları arasına yerleştirenler olduğu gibi, bunun dışında düşünenler, röportajı tıpkı bir roman, bir öykü bir oyun gibi yaşatıcı yazılar arasında ele alanlar da vardır. Yaşatarak öğretme, okuyucuyu yaşamla yaşamın özüyle karşı karşıya getirme, röportajın belirleyici bir niteliğidir. Bir bakıma öykülerin, romanların, oyunların da belirleyici özelliğidir bu. Ancak bir röportaj ne bir roman, ne bir öykü ne de bir oyundur. Bilgiyi, haberi, gerçeği açık, yalın, çarpıcı bir dille okura ileten bir yazı türüdür Okuyucuyu sıkmadan, kendini tatlı tatlı okutan, gücünü ve inandırıcılığını belgelerden alan bir yazı biçimidir.
Gerçeği, gerçeğin ardında yatan nedenleri yansıtan röportajda, yalana dolana yer yoktur. Üzerinde durulan, anlatılmaya çalışılan konu ya da sorun, değişik boyutlarıyla ele alınır. Röportajcı, sadece izlenimleriyle, gözlemleriyle yetinmez. Üzerinde çalıştığı konuyla ilgili kendinden önce kimler ne söylemişse onu bulur, okur, notlar alır. Fotoğraflar çeker, teyplerden yararlanır, ses alır. Amaç gerçeği çarpıtmadan konuyu düş gücüyle renklendirmeden, kişisel düşünceleri katarak vermektir.
Bizde röportaj türünün anlamı oldukça sınırlıydı başlangıçta. "Mülakat" sözcüğünün anlamı içinde düşünülüyor, herhangi bir alanda tanınmış, ünlenmiş bir kişiye sorular sorma, soruların yanıtını alma biçiminde anlaşılıyordu röportaj. Ruşen Eşref Ünaydın'ın; aralarında Abdülhak Hamit, Halit Ziya, Mehmet Emin, Halide Edip... gibi ünlü yazar ve ozanlarla yaptığı Diyorlar kiadını verdiği konuşmalar, mülakat biçimindeki röportajcılığın ilk örneği sayılabilir.
Edebiyatımızda Yaşar Kemal, Fikret Otyam, Bekir Yıldız, Dursun Akçam, Yılmaz Çetiner, Halit Çapın, Hikmet Çetinkaya, Işıl Özgentürk, Refik Durbaş, Ruşen Eşref Ünaydın, Hikmet Feridun Es, Mete Akyol,.. bu türde başarılı örnekler vermiş önemli röportajcılardır.
Dünya yazınında, Jack London, E.Hemingway, M.Gorki gibi yazarlar röportaj türünün usta isimlerindendir.