Ülkemizin önemli edebiyat tarihçilerinden araştırmacı-yazar Nihat Sami Banarlı , Türkçenin Sırları adlı kitabında , samîmî bir Türkçe sevgisini ve Türkçeyle yapılan yılların çalışmalarını ortaya koymuştur.
Banarlı bu eserinde Türkçemizin nasıl yanlış kullanıldığını , hangi ideolojik çevreler tarafından nasıl yıpratılmak istendiğini enfes üslubuyla okuyucuya aktarmıştır.
Türkçemizin bu denli zenginliği ve güzelliği ve bizim bu fevkâlâdelik karşısındaki âciz kullanımlarımız bu kitapta bir tokat gibi yüzümüze çarpmıştır. Tokat her ne kadar çok yumuşak ve akıcı bir dilde atılmış olsa da tesiri inanın çok yüksek olmuştur.

BİR DİL KONFERANSI
Nihat Sâmi Banarlı, kitabın bu bölümünde bir Osmanlı diplomatının başından geçen bir hâdîse ile başlıyor. Diplomatımızın katıldığı bir mecliste zamanın en güçlü devleti sorulunca diplomatımız tarafından verilen cevap Osmanlı İmparatorluğu oluyor. Bu cevaba çok şaşıran ve sorunun sâhibi olan diplomata Osmanlı diplomatı şu zekâ dolu cevabı veriyor: Siz dışarıdan biz içeriden yıkmaya çalıştığımız halde o hâlâ ayakta duruyor.
Diplomatımız Fuad Paşa’nın bu hoş cevabı bize bir gerçeği hatırlatıyor. Çünkü ülkeyi hem dıştan hem de içten yıkmak isteyenler Avrupalı devletlerdir.
Bu fâliyetler bu gün hâlâ devam etmektedir.


Yeryüzündeki en güzel dil, Türk dilidir. Bizim en mühim vazîfemiz, dilimizi gelecek kuşaklara doğru, uyduruk kelime olmadan, halkın kullandığı sözcüklerin en güzellerini seçerek ulaştırmaktır.

Özellikle Türk dili müzik ile hep iç içe olmuştur. Ozanlarımız şiirlerini kopuz eşliğinde söylemiştir. Şiirlerimiz, dolayısıyla dilimiz daima müzik ile beraber olmuştur.

UZUN HECE

Eskiden, iklim ve coğrafyanın da etkisiyle Türkler, daha kolay anlaşabilmek için az veya tek heceli kelimeler kullanmışlardır.

Uzun heceler Arap, Fars, Yunan ve Latin dillerinde mevcuttur. Bu dillerin konuşulduğu topraklarda imparatorluklar kuran Türk milleti, uzun heceyi sevmiş, bize uydurmuş ve artık bizim yapmıştır.

Atalarımızın bize bıraktığı en önemli iki şey Türk vatanı ve Türkçe’dir. Bu güzel Türkçe’ye o milletin çocukları düşman olamazlar.

İMPARATORLUK DİLLERİ
Bizim dilimiz pek çok toprakta sayısız devleti kurmuş, hükmetmiş ama daima hükmetmiş bir milletin dilidir. Yâni imparatorluk dilidir. Böyle diller, topraklarında bulunan milletlerin dilinden istedikleri sözcükleri alır, onu millîleştirirler. Kelime köken olarak millî olmasa bile sesi millîdir. Türkçe de bu dillerden biridir ve en mühimlerindendir.
BİR DİL NASIL GÜZELLEŞİR
Dilleri dil yapan, o dili güzel kullanan, seven, değer veren şairlerdir.
Şiirlerde kullanılan uzun hece, şiiri tek sesli olmaktan çıkarır, âhenk katar.
Bir dili güzelleştirmek için o dili sevmek, ona tek bir uyduruk kelime katmamak ve halk arasında kullanılan kelimelerin en güzellerini kullanmakla olur.

BAHAR VE TÜRKÇE
Bahar ve Türkçe. Bu iki güzel kelimenin bir dil yasasında yan yana gelişi yeni değildir. Bundan asırlar önce Türkçe’nin bâzı büyük ülkücüleri onları yan yana düşünmüşlerdi.
Mevsim gibi, tabiat gibi, Türkçe’nin de bir bahara kavuşmasını isteyen o gönüller bunu sâdece bir dilek, bir temennî hâlinde bırakmamışlar, bunu için çalışmış ve muvaffak olmuşlardı.
Bunlardan biri, XV. asrın Türkistan şâiri Ali Şîr Nevâî’dir. Nevâî’nin Türkçesi ve müdafâ ettiği dil, ortak İslam medeniyeti çerçevesinde, zengin, güzel sesli, tabiî bir Türkçe’dir. Nevâî Farsça şiir yazmaya îtîrâz ediyor, kendi şiirlerini Türk diliyle yazıyor fakat “öztürkçe” gibi bir yapma dil düşünmüyordu.
Fakat bahar’la Türkçe’yi daha açık, daha şiirli, daha dikkate değer bir söyleyişle yan yana getiren, daha büyük bir şâir Fuzûlî’dir.
Fuzûlî Türkçe şiir söylemenin zor olduğunu fakat Allah yardım ederse bu güçlüğü yeneceğini söylüyor.
Bu iki büyük Türkçe âşığı gibi biz de onların yolunda ilerleyerek Türkçe’yi bahara kavuşturacağız.

BEYAZ LİSAN

Servet-i Fünûn ve devamı niteliğinde olan Edebiyat-ı Cedîde sade dilden uzaklaşmıştır. Ağırlaşan dil yüzünden anlaşılmakta güçlük çekmişlerdir.
Büyük Türk şahsiyeti Ömer Seyfettin ile dilde yeni bir uyanış başlamıştır. Bu yeni uyanmış dile Yeni Lisan diye Ömer Seyfettin tarafından ad konulması, yegâne edebiyat tarihçimiz Fuad Köprülü tarafından abartılı bulunmuştur. Buna rağmen bu büyük Türk şahsiyetini takdir etmek îcâb eder.
Yahyâ Kemâl Beyatlı da şiirde bir uyanış gerçekleştirmiştir ve buna Beyaz Lisan demiştir.
Sonraları da başta ağır bir dil benimseyen şâirler sade bir dil kullanmışlardır.

ALTIN YUMURTLAYAN TAVUK
Altın yumurtlayan tavuğun hikâyesinde olduğu gibi Türkçemiz evvelden bize altın kadar değerli kelimeler verirdi. Sonradan bu güzel tavuk dilciler tarafından baltalanmıştır.
Genç Kalemler dergisiyle Yeni Lisan anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu anlayışla verilen başarılı eserler halk tarafından benimsenmiş, Türkçe altın yumrtlayan bir tavuk olmuştur.
Ancak II . Dünya Savaşı’ndan sonra bazı kendini bilmezler yüzünden dilimiz bozulup yıpratılmıştır.

BENİM DÜNYAM
Türk milleti, yabancı dilden kelime alırken o kelimeler âdeta bir mûsıkî, bir sihirli ifade, bir âhenk katar. Öyle ki o kelimeler gerçeklerinden daha sihirli ve mânâlı olur. Unutmamalıyız ki kelimeler bir takım boş sözler değildir. Onlar bu milletin duygularıyla yoğurulmuş, mânâ ve ehemmiyet taşıyan anlaşma araçlarıdır.

KELİMELERİN İZDİVACI
Kelimelerin izdivâcının en güzel örneği Türk Dili’dir. Türk dilinde bu kelimelerin yabancı sayıp dilden atmaya çalışanlara izin vermemeliyiz.
Onlar bir anlatım ve mûsikî ile evlendi. Onların yerine uydurma, saçma, tek ton sözcükler koymak bir dilin ve aynı zamanda bir milletin zevkinin de katledilmesidir.

GÜZEL EVİN HİKAYESİ
Ev kelimesi Türkçe için çok önemlidir. Çünkü Türk’ün hayatında ve kültüründe çok mühim bir yeri vardır.
“ev” kelimesinin aslı “B” harfidir. Bu harf pek çok dilde evi sembolize etmektedir. Dilimizdeki b-v değişimiyle eb kelimesi ev olmuştur.
Türkçemiz bir imparatorluk dili olduğu için öztürkçe olarak kabul gören birçok kelimenin esasında yabancı kökenli olduğunu görmekteyiz. Sonuç olarak bu kelime öztürkçe olmasa da bizimdir.
Bize karşı olan şahısların çalışmalarına izin verilmesi ve II . Dünya Savaşı sırası ve sonrasında yürütülen aşağılık dil politikası olmasaydı Türk Dili ve medeniyeti şimdi çok daha ileride olurdu.

GÖNÜL SÖZÜNE DAİR
Türk Dili, çok eski kelimelerin yerine daha güzellerini buldukça eskilerini terk eder ve yeni güzel kelimeleri kullanır. Değişmeyen tek şey gelecek olan kelimelerin güzellikleridir.
Bu eski kelimelerden biri de “gönül” dür. İlk zamanlar Kön-Kül olan kelime, zaman içinde gönül olmuştur. Bir âhenk ve bir mûsikî kazanmıştır.
Alçaklık kötü mânâlı bir kelimedir. Ancak bizim halkımız bu kelimeyi gönül ile birleştirerek alçak gönül gibi çok hoş bir anlam elde etmeyi başarmıştır.
Yabancı dillerde bu mânâda bir çok kelime olmasına rağmen Türk halkı bu âhenkli sözden vazgeçmemiştir.

YUNUS’UN TÜRKÇESİ
O devirler Türkçe’nin karanlık devirlerindendir. Yûnus Emre’nin düzgün bir Türkçe ile söylediği o ilâhîler Türkçe için büyük bir ışıktır. Yûnus Emre Anadolu Türkçesi’ne o çağlarda görülmemiş bir mûsikî işlemiştir.
Dinin ve tasavvufun Arapça ve Farsça sözleri, terimleri Yûnus’un Türkçesi’nde Türkçeleşmiştir. İlâhîlerinin tılsımlı sözlerini Türk halkının yaşayan dilinden derlemiş, kelime uydurmaya tenezzül bile etmemiştir. Bulamadıklarını Arabîden ve Fârisîden almış, fakat öyle bir edâ ile kullanmıştır ki kelimeler sanki öteden beri Türkçe imişler gibi millî bir ses, millî bir çehre kazanmıştır.
Türk milletinin hakim olduğu İslam medeniyeti asırlarında o üstün durumuna ulaşırken fethettiği topraklar gibi fethettiği kelimeler de olmuştur. Yanlış ve saptırılmış bir dil anlayışı içindekilerin de göremediği o hakîkât budur.
Yûnus Emre Anadolu Türkçesi’nde “uzun hece” lerin de hemen hemen ilk şâiridir. “Türkçe’nin aruzla anlaşması” yine Yûnus’la duyulur.
Yûnus Emre’nin Türkçeyi kavrayışı ve kullanışı dilin sesi ve mîmârîsi millî olmalıdır anlayışına fazlasıyla uyar ve bu anlaşıya yedi asır önce varmıştır.

RAKSEDEN DİL
Şiir kelimelerle yapılan mûsikîdir.
Kelimelerle mûsıkî yapıldığı gibi kelimelerle resim de yapılır; Fikret, Akif, Hâşim ve Yahyâ Kemal, mükemmel birer resim sanatkârlarıdır.
Yine şiir adı altında kelimelerle yapılan diğer bir güzel sanat raks’dır. Türkçemizde bu şekilde rakseden şiirlerin en yenisi de Endülüs’de Raks’dır.
Zil, şal ve gül … alliterasyonuyle başlar ve:
… bu bahçede raksın bütün hızı …
Şevk akşamında Endülüs üç def’a kırmızı …

âhengiyle devam eder. Şiirin:

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir,
İspanya neş’esiyle bu akşam bu zildedir;
Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri …

mısralarında, zil seslerinin ve rakseden güzelin bir ayrı mûsıkî olan etek fışıltılarını duyabilirsiniz. Şiir:

Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır,
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.

derken hem rakseden güzelin, hem mûsıkînin hem de renklerin döndüğünü hayranlıkla duyup seyredebilirsiniz.
Çünkü karşınızda Yirminci Asır Türkiye Türkçesi ve onun en güzel birkaç mısrâsı raksediyordur.

İLMİ YENEN BİR VEHİM
Atatürk dil inkılâbında çalışmak üzere Yahyâ Kemal’in çağırılmasını istemiştir. Yahyâ Kemal ise bu konuda ilmi olmadığını, vehmi olduğunu ve bu vehimle baş başa kalmak istediğini belirtmiştir.
Atatürk tabiî Türkçeye dönme kararı aldı ve bu kararı uygulamaya koydu.
Bir gün meclisteyken Atatürk Yahyâ Kemal’e dil davâsında haklı çıktığını belirtir ve ardından yanındakilere dönüp: Görüyorsunuz ya, Yahyâ Kemal Bey’in vehmi sizin ilminizi malûp etti! der.
Bazen vehimler sahte ilimleri bile yenebilirler.
Atatürk bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi Türk edebî diline yerleşen bütün kelimelerin Türkçe sayılması gerektiğini savunmuştur.

FUZULİ’NİN DUASI
Fuzûlî büyük bir şâir ve bir Türk Dili milliyetçisidir.
Fuzûlî duâsında da Allah’tan Türkçe’yi Arapça’dan ve Fârîsî’den güzel ve üstün kullanmayı dilemiştir ve bu konuda Allah’tan yardım almışçasına mutlu olmuştur.
Mâlesef bu gün Türk çocukları, bu büyük Türk şâirini Tanzîmat’tan beri izlenen bu yanlış tutum sayesinde tanımıyor.

KELİMELERİN TADI
Öyle şâirler vardır ki dilimizde kelimeleri bir lezzet gibi kullanırlar.
Meselâ düşme sözcüğü Fuzûlî’de: ayrılmak, uzak kalmak, ihtiyatlı davranmak gerektiği, yıkılmak, uğraşmak, varmak, yola koyulmak gibi nice anlamlarda kullanılmıştır.
Yahyâ Kemal’de düşmek: dalmak, ümitlenmek, bir acıdan zevke doğru kaymak; Ahmet Hâşim’de: ay ışığının toprağa güzel bir aksi, insana bir hal olmak, yanmak; Faruk Nâfiz’de: kendini bir kış ye’sine kaptırmak; Cenap Şahabettin’de ise dize kapanmaktır.
Görüldüğü gibi güzel Türkçemizde kelimeler ne kadar çeşitli ve güzel anlamlarda kullanılmıştır.

YAHYA KEMAL TÜRKÇESİ
XIII . asırda bir Yûnus Emre Türkçesi, XV . asırda bir Nevâi Türkçesi olduğu gibi XX . asırda da bir Yahyâ Kemal Türkçesi vardır.
Yahyâ Kemal tarih içinde Türk milletini meydana getiren büyük mîmârîye ve bu mîmârîyi yaratan sanata hayran olmuş; şiir gibi mûsıkî gibi mîmârî gibi güzel sanatların böyle bir milleti nasıl ifâde ettiğini araştırmış ve bulmuştur. Şiirlerini de bu zengin malzemelerle oluşturmuştur.

EFENDİ EFENDİMİZ
Bir çoklarının Osmanlıca dedikleri dil, yalnız Arabî ve Fârîsî’den gelen sözlerle oluşmaz. Türkler fethettikleri yerlerden bir çok kelimeler almışlardır. Efendi kelimesi de bunlardan biridir. Kelimenin aslı Yunanca’dır. Dilimize yavaş yavaş giren bu kelime daha sonra yayılmış, kapsamı artmış, her kesimden insan farklı pek çok anlamda kullanmıştır.

KÖŞE

Köşe kelimesi dilimize Fârîsî’den girmiştir. Aslı, Acemce’de guuşe sesiyle söylenir. Fakat biz onu köşe diye seslendirmişiz, kelimenin mânâsını tam anlamıyla vermşişizdir.
Köşe sözcüğünü farklı kelimelerle izdivâç ettirerek duygular, sevgi sözcükleri, geometrik şekil isimleri yapmışız. Onu sevip dilimize almışız ve onu Türkçe yapmışız. Diğer güzel kelimelerimizde de olduğu gibi…


TÜRKÇENİN GÜL BAHÇELERİ
Salatalığı satıcılar “körpe bâdem” diye satarlar. Salatalık ve özellikle asıl adı olan hıyar pek hoş söyleyişler değildir. Onun yerine Türk halkı bu mecazı kullanır.
Yolda, Kandil Gülleri diye bağıran satıcı da aslında gül değil, kandil çörekleri ve kandil simitleri satmaktadır.
Bu gün Türkiye’de çoğu Türk kadını, Güldalı, Güldâne, Ayşegül gibi güllü adlar taşıyordur. Bu yüzden Türkçe’nin gül bahçeleri Türk halk zevkinin yarattığı mecaz bahçelerdir.

HAYALİN ÖLÜMÜ
Türk’ün sevdiği asırlardan beri halkın dilinde, edebiyâtında, mûsıkîsinde yaşattığı, vatan kadar millîleşmiş, canlı bir kelimemizdir hayâl.
Türk milletinin hayatının her alanında severek koyduğu bu kelimeyi şimdileri imge, görüntü, hatta görüt diyerek yok etmeye çalışıyorlar.
Şiirlerimizde hayâl yerine görüt denseydi aynı âhenk sağlanabilir miydi? Böyle girişimlerde bulunmak politikacıların ve düşman ideolojilerin emrinde bir milletin hayâlini ziyân etmekten başka bir şey değildir.


MERDİVEN

Merdiven sözcüğü yalnız Türkçede vardır. Aslı hangi dilde olursa olsun onu Türk halkı millîleştirmiştir.
Merdivenin aslı Fârîsîde neverd-i bâm idi. Fakt bu söyleyiş ile kullandığımız merdiven arasında hayâl meyâl bir benzeyiş vardır. Merdiven Türkçedir. Artık Fârîsî olamaz. Ona “çıkaç” yada “çıkak” diyerek özleştirme (!) çabası içindekilere Türk halkı en güzel cevâbı merdiven demeye devam ederek vermiştir.

ÖRNEĞİN FACİASI
Örnek kelimesinin aslı Ermenice “orinag” dır ve Türkçeleşmiştir. Bu kelimenin önce Türkçede görenek’den değişmiş olacağı ortaya attılar fakat bu Türkçedeki değişim kâidelerine uygun değildir. Bu kelime eski Türkçe metinlerin hiç birinde hiçbir şekilde yoktur. Çünkü bu kelimenin aslı Türkçe değildir. Türk halkı bu sözcüğü millîleştirmiştir.
Örneğin sözcüğü ise tam bir uydurmacadır. Ermenice orinag-imn (orinagin) sözünden Türkçeye bir kelime daha fazla katmak isteyenlerin uydurmasıdır fakat Türk halkı bu tip oyunlara gelmeyecektir.

O GÜL ENDAM YERİNE KONULAN CADI
Kelimeler de mîmârî eserler gibi millet tarafından bir günde yapılmaz, türetilmez.
Mîmârî sözcüğünde nasıl bir sanat değeri varsa bunu ona veren bu millettir ve kimsenin ona yapıt demeye hakkı yoktur. Reşat Nûri, Ömer Seyfettin, Hâlide Edip gibi romancılarımızın dilini bazıları uydurma Türkçeye çevirmeye çalışıyorlar. Türkiyede bu işi yapanların çoğu milliyetçiliğin şiddetle aleyhindedirler. Bütün bunlar o milliyetçi düşmanlarının işidir.

GÜZEL VE GÜZELDEN ANLAMAK
Bir dilde bir konuyu ifade için kullanılan kelime sayısı ne kadar kabarıksa o dili konuşan milletin o mevzuda o kadar büyük bir hayatı var demektir.
Güzel de bu kelimelerden biridir. Bir dilde güzele tekâmül eden çok sayıda kelime olması, o dili kullanan milletin güzel olan her şeyden o derece iyi anlaması demektir. Bu da o milletin sanatçılarının eserlerine o derece güzel vermesini sağlar.

NASIL ALDATIYORLAR?
Bazı kendini bilmezler bizim bin yıl boyunca sevip yaşattığımız Divan Edebiyâtı’nı bizim olmadığına inandırmak için kötülüyorlar. Divan Edebiyâtı da Arapça ve Farsça kelimelerin yanında Türkçe kelimeler de vardır ve bunlar çoğunluktadır.

İSTANBUL KONUŞMASI
Türkçemizin son yıllarda şiddetle ziyân edilen bir hazînesi de İstanbul konuşmasıdır. Her milletin dili o millete kültür merkezliği yapan şehirlerde işlenir. Bizde bu mevkî İstanbul olmuştur. Bu konuşma pek çok şâirimiz tarafından benimsenen ve benimsetilen bir konuşmadır. Zaten o şâirlerimizi de büyük yapan etkenlerden biri de budur.

GRAMERCİ

Büyük ünlü uyumu temeli monoton olan bir kâîdedir. Türkçeleşmiş pek çok sözcük bu kâîdeyi parçalamıştır. Büyük Türk zerâfeti ana’yı, anne, alma’yı, elma, Selçik’i, Selçuk yapmıştır. Bu asırların bir getirisidir.

CANAN, NALAN VE GÜLDALI
Öyle bir milletiz ki çocuklarımıza anlamını bilmediğimiz halde sadece kâfiyeli olması için isimler vermişiz. Böylelikle bir âhenk yakalamışız. Anlamlarını bilseydik belki bu isimleri çocuklarımıza vermeyecektik. Bu isimleri koymamızın nedeni güzel sesleridir.
Bazı çıkar çevreleri “â” sesini kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bu yıkıcılar bilmiyorlar ki o güzel âhenk bu milletin ruhunda yekpâre durmaktadır.

ATA, HOCA, ÖĞRETMEN
Büyük Türk milletinde herkes tarafından sevilen, sayılan, ululuğuna inanılan kimselere hoca denirdi. Hocalar halk tarafından büyük saygıyla, ayakta karşılanırdı.
Ata kelimesi de Türk toplumunda eskiden beri baba, bilgili şahıs, dede gibi bir çok mânâya gelmiştir.
Muâllimlerimize hocam diye seslenen halkımıza şimdileri öğretmen gibi bir sözcük kullandırılmaya çalışılıyor. Fakat yapılan bütün bu çalışmalara rağmen hâlâ öğrenenler, öğretenlere “hocam” diye hitâb ederler.

DİL SAVAŞLARI
Dillerin sesleri ve mîmârîleri millî olurlar ve öyle kalırlar. Yabancı kelimeler biz istesek de istemesek de dilimize girer. Biz bu yeni gelen ve gelecek olan kelimeleri de Türkçeleştirmeyi bilmeli ve halkımıza yardım etmeliyiz.

ELİF… GÜL… ANKARA…
Kelimeler canlı birer varlıktır. Doğarlar, yaşarlar, gelişirler ve ölürler. Yer, harf ve nesne isimleri de buna güzel birer örnektir.

SULTAN ABDÜLHAMİD’İN TÜRKÇECİLİĞİ
Osmanlı hükümdar ailesi kuruluştan îtibâren hem devlet işlerinde hem de halk dilinde Türkçeci olmuş; Türkçe’yi konuşmuş, Türkçe’yi yaşamış, Türkçe’yi yaşatmışlardır. Başka toprakların fethiyle Türkçemizi o topraklara da götürmüşlerdir.
Osmanlı sultanları ve şâirleri eserlerini Türkçe vermişlerdir.
Sultan Abdülhamîd bilinenin aksine Türkçe konuşmayı ve Türkçe yazmayı özendirmiştir. Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılmamasın tavsiye etmiş; ilk kez resmî olarak millî bir dil hareketi başlatmıştır.

STALİN VE DİL
Târih içerisinde bazı diktatörler milletlerin dil hürriyetlerine müdâhale etmiştir. Kendilerine uygun gördükleri bir dili kullanmaları için halkı olanca güçleriyle zorlamışlardır.
Stalin, Türkleri, Balkan devletlerini zorla dil değiştirmeye çalışmakla suçlamaktadır. Bu tamamen yalandır. Bunun en iyi kanıtı şimdi o topraklarda yaşayan milletlerin kendi din ve dillerini kullanmalarıdır.
Stalin’in dilciliği, Rusya için değil fakat Türkiye için hakîkî bir felâket olmuştur. Bu sebeple, Türkiye’de yapılan dil hareketi bir beşinci kol faâliyetine imkân vermiş bir harekettir.

TÜRKÇE’Yİ ARAYANLAR
Avrupalı dil bilimciler de, Türkçe’yi araştırmakta, hakîkî Türkçe’yi bulmaya çalışmaktadırlar. Yaptıkları araştırmalar sonucu, gerçek Türkçe’nin 40-50 yıl önce var olduğunu, şu anda bu dilin yok olduğunu söylüyorlar.
İstanbul Türkçesi bütün Türk milletinin ortak zevki ve eseridir. Ona sahip çıkmalı ve doğru bir şekilde yaşatmalıyız.

FETHEDİLMİŞ TOPRAKLAR GİBİ
Alay kelimesi dilimize, Bizans ordu teşkilâtındaki allagion kelimesinden geçmiştir. Hangi dilden olursa olsun, bu gün Türkçeliğinden şüphe edilmeyecek kadar, Türkçe’nin âhenk ve dehâsına bürünmüştür.
İlk zamanlar bir askerî terimken, kısa zamanda milletimiz ona bir çok anlam kazandırmıştır.

EN BÜYÜK GAFLET
Bütün dillerin Türkçe’den çıktığı, bir çok milletin aslında Türk olduğu şeklindeki dil ve târih yanlışları, zamanla bunun aksini öğrenen çocukların milletimize olan îtimâdını sarsmıştır.

DİL VE EDEBİYAT DERSLERİMİZ
Dil ve edebiyât derslerimize olan bazı eleştiriler sol ideolojilere âlet eden ve edilen öğretmenler nedeniyledir.
Aslında bu dersler, Türk edebiyâtı ve Türk edebiyât târihinin öğretilmesi içindir. Çoğu edebiyât hocaları bunu uygulamaktadır fakat destek görememektedirler.
Bir milletin kullandığı kelimeler üzerinde tereddüd uyandırmak, çocuklarımızın Türkçe’ye olan güvenini sarsar.

ÜÇ DİLİN SÖZLERİ
Türkçemiz, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Farsça, Arapça ve Türkçe gibi üç büyük dilden fazlasıyla faydalanmıştır. Dede Korkut hikâyeleri, Karacaoğlan… dilimizin kelime hazinesinin genişliğinin gösteren en önemli kaynaklardır.
Türkçe kelime çeşitliliği bakımından çok zengin bir dildir.

FUAD KÖPRÜLÜ VE TÜRK DİLİ
Türkçe’ye özleştirme saçmalığıyla dilimize girmiş, bizim olmuş pek çok kelimeyi çıkarmaya çalışıyorlar. Onlara en büyük darbeyi Atatürk vurmuştur. Fuad Köprülü ona yardım edenlerin başında gelmektedir. Dilimize uydurma kelimelerin girmesine, dilimizin uydurma bir dil olmasına en çok karşı çıkan Türk şahsiyetlerinin başında gelen; Türk milletinin en büyük dilcilerindendir. Bize düşen ise o büyük şahsiyetin açtığı yoldan emin adımlarla gitmektir.

HÜZÜNLÜ LATİFELER
Kelime sonlarındaki bazı seslerin sertleşmesi, dilimize anlamsız bir sertlik ve mânâ farklılıkları getirmiştir.



1- Eddin’lerle Ettin’ler
Bazı isimlerin sonundaki “edin” lerin sertleşmesi bir sorundur. Nureddin, Kemâleddin, Seyfeddin gibi isimlerde olunca ortaya ilginç sorunlar çıkıyor.

2- Mutluluk Dramı
Dilimizde kelimelerde mümkün olduğu kadar değişik sesli heceler kullanma zevki vardır fakat “mutluluk” da üç tane “u” vardır. Bizim milletimiz bu kelimeyi genellikle birleşik şekilde kullanır.

"SEL"  VE "SAL" HİKAYESİ
Bazı dilciler bir çok dilin Türkçe olduğu gibi saçma bir çok fikir ortaya atarlar ve o dillerdeki ekleri bize mâl ederler. Bunlardan ikisi –sel ve –sal dır. Bu eklerin hiç biri Türkçe değildir. Bunun dışında Arapça’dan alınan “ î ” ekini de atmaya çalışmaktadırlar.
Bu tip hareketler dilimizi yıpratmak ve yozlaştırmaktan başka bir şey değildir.

YİNE BİR DİL DRAMI
Kendi güzel dilini, özleştireceğiz diye yıpratmaya çalışılanların elinde bırakılan ve buna kayıtsız kalan tek ülke Türkiye’dir.
İşte biz bu katliamı yapanlara Nihat Sâmi Banarlı gibi düşünenlerin yolunda emin adımlarla giderek en güzel cevabı vereceğiz.

DİL İNKILABI’NDAN 28 YIL SONRA
Yıllardan beri Türkiye’de dil işleri tam bir çıkmaz içindedir. Dil İnkılâbı’nın üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen ciddi ve güvenilir bir yola girilememiştir.

Îtimâdı Yıkanlar
Dil hareketlerine karşı îtimâdın azalmasının nedenleri şunlardır:
a- Dilcilerimizin bir çok kelime uydurması
b- Yabancı bir çok kelimeyi Türkçe saymaları
c- Atatürk’ün ölümünden sonra, dilcilerin amaçlarından sapması

Dilde Dürüst Kalanlar
Türkçe’ye sâdık kalmış bazı dilciler ise;
a- Türkçe’yi sâdeleştirmeye;
b- Türkçe ve Türkçeleşmiş kelimelerden kurulmuş bir dil olarak, ses ve mîmârî bakımdan tam bir istiklâlini sağlamaya;
c- Türk ilim dilinde Türkçe terimler kullanmaya;
d- Dilimizi zengin ve millî bir hâle sokmaya çalışmışlardır.

İlim ve İhtisas
Dil işi ciddî bir ilim ve ihtisas işidir. Bu işle bir takım amatör kimseler değil ilim ve ihtisas sahibi kimseler uğraşmalıdır.


Sol Emeller
Dünyanın her yerinde her türlü millî temellere sarsmak ve yıkmak hevesinde anarşist emeller vardır. Çağdaş medeniyetlerde eşit ve zengin bir lisanı olmayan hiçbir millet, o medeniyet dünyasında söz sâhibi olamaz.

Dil İnkılâbının Gâyesi
Türkçemizi, muâsır medeniyetimizin önümüze koyduğu bütün ihtiyaçları karşılayacak bir mükemmelliğe erdirmektir.

Özdil Çıkmazı
Yeryüzünde hiçbir medeniyet dilinin özdil olduğu görülmemiştir. Bu gün de böyle bir mevcut değildir. Pek çok dil birbirinden çok sayıda kelime almıştır. Türkçemiz de bunlardan biridir ve en mühimlerindendir.

Bir Dil Târifi
İngiliz dili, İngilizce ve İngilizceleşmiş kelimelerden kurulu bir dildir. Bu târif bütün diller için ve güzel dilimiz Türkçe için de fazlasıyla geçerlidir.

Dil Donkişotluğu
Milletler birbirinden kelime almaya mecburdurlar. Mârifet bu kelimeleri o milletin kendi dil potasında eriterek gerek ses, gerek gramer bakımından, derhâl veya en kısa zamanda millî bir kelime hâline koyabilmektir.

Dilde Şeref Hâtıraları
Yabancı dillerden alınmış kelimelerin, dilde millîleşerek yaşamaya hak kazanmışlarını aynı dilde yaşatmak gerekmektedir. Bu bir dil için çok mühimdir.

Dilde Millî Olması Gereken Unsurlar
Bir dilde muhakkak millî olması gereken iki temel unsur vardır. Biri, o dilin sesidir. Milletler, hem kendi kelimelerini hem de başka dillerden aldıklarını, kendi dillerinin mûsıkîsine uydurarak kullanırlar.

Dilde Cümle Yapısı
Dilin millî kalması için o dilin mîmârîsi, gramer kâideleri ve cümle yapısıdır.

Türkiye’de Ciddî İlim, Hakîkati Görmüştür
Şemseddin Sâmi Bey yıllar önce dilimizde meydana getirilen ziyâna dikkat çekmiştir ve dilimizin dünyanın en güzel dillerinden biri olduğunu belirtmiştir.

Bunun İçin Hiç Kuşkulanmazlar
Birbirine zıt iki dilde bir çok müşterek kelime bulunması bu dilleri kuşkulandırmaz. Çünkü sesleri ve mîmârîleri millîdir. Türkçe’yi millî bir dil olarak daha da zenginleştirerek kullanmak îcâb eder.

Ölü Doğmayan Kelimeler
Esâsen yaşayan Türkçe bir halk ve edebiyât dili olarak, hiç fakir değildir. Bir çok şâir dilimizin zenginliğini kanıtlayacak fevkalâde şiirler yazmışlardır.

Türkçe, Bir Mecazlar Ve Cinaslar Lisânıdır
Dünya edebiyâtında kâfiyeyi, hele cinaslı kâfiyeyi bulanlar Türklerdir. Türkçe’de kelime sayısı az fakat kelimelerde mânâ sayısı çoktur.

Türkçe Ve Türkçeleşmiş Kelimelerde Mânâ Zenginliği
Türk milleti, kelimelerini bir mücevher gibi işleme sanatını yalnız Türkçe kelimelerde değil Türkçeleşmiş kelimelerde de tatbîk ederek onları da çok mânâlı hâle getirmiş ve millîleştirmiştir.

Gizli Maksatlar
Ülkemizde, bilerek veya bilmeyerek bir çok kişi dili özleştirme adı altında yapılan kötü maksatlı olaylara katılıyor. Bunun gizli amacı Türkçe’yi fakir bırakmak ve dilimizi sevilmez bir hâle getirmektir.

Terimler Meselesi
Sonradan uydurulan, bazı ideolojik çevreler tarafından özleştirme adı altında türetilen bir çok anlamsız kelime dilimizi gerileştirme tehlikesi altında bırakmıştır. Uydurulan bu terimler ihtiyacı karşılayamayacak kadar kötüdür. Çünkü o kelimeler bir milletin ruhundan değil ideolojik çevrelerin kalemlerinden çıkmıştır.

Moskova Metodu
Bizde şu an dil adına yapılan hareketler Moskova rejimi tarafından Türkistan’daki Türklere uygulanan dil yıkıcı sistemle büyük bir benzerlik göstermektedir.

Atatürk’ün Dil Tecrübesi Ve İki Bayram Tebrîki
Yahyâ Kemal Türkçe’yi kurtarmak için çok çalışmıştır. Ona göre millîleşmiş olan yabancı kelimeleri de kullanmalıdır.

Atatürk’ün Tecrübesi
Atatürk, ilim dilimizi millileştirmek ve zenginleştirmek ihtiyâcını duymuş ve bunun üzerinde çalışmıştır. Her zaman da öztürkçe ifâdeler kullanmıştır fakat daha sonraları işin çıkmaza girdiğini görünce bu fikrinden vazgeçmiştir.

Güneş – Dil Teorisi
Kısacası bu teoriye göre; Türkçe bütün dillerin kaynağıdır. Dolayısıyla her kelime Türkçe kökenlidir.

Fatih Rıfkı’nın Çok Açık Yazısı
Burada Atatürk’ün yazarla yaptığı bir konuşma ve bunun sonucunda dilde öztürkçeleşmenin aşırı olduğu, bir çıkmaza girdiği anlatılmaktadır.

Esas Dâvâ Ne İdi?
Güneş – Dil teorisinin asıl maksadı: Dilimizi fakirleştirmek değil, zenginleştirmesi, bunun için de Türk dilinin hakîkî hazinelerinin araştırılması ve bulunmasıdır.

Atatürk’ün Sevinci
Yapılan çalışmalar meyvesini vermişti. Bilinçsizce yapılan dil kıyımı durmuştu. Bunun için Atatürk çok mutluydu fakat o öldükten sonra gidilen doğru yoldan sapılmıştır.
Başka Bir Kurnazlık
Yabancı kelime girişine karşı hiçbir şey yapılmamasındaki asıl amaç İslâm medeniyetinden aldığımız ve millîleştirdiğimiz kelimelerin imhâ edilmesidir.

Dil Kurumunun Durumu
Türk Dil Kurumu’nun en büyük yanlışı kendisini kuran Türk büyüğünün, dilde çok ince bir vasiyeti olan Güneş – Dil teorisini pek çabuk unutmuş, onun esprisinden uzaklaşmış olmasıdır.

Tutulacak Yol
İlk önce Türk İlimler Akademisi kurulmalıdır ve hemen ardından hızlı ve emin adımlarla çalışmaya başlamalıdır.

Dâvâ Yürüyecektir
Türkçe’nin ilim dili olarak sadeleşme, millîleşme ve zenginleşme hareketi durdurulamaz. Önemli olan yeni gelen her kelimenin Türkiye Türkçesi’nin fonetiğine, estetiğine ve gramerine uygun olmasıdır.
Böylelikle o dil saygı ve sevgi görecek ve Türkçe kurtarılacaktır.

Yazıya Tepkini Göster!

Bir Yorum Yaz

YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...

1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.

Daha yeni Daha eski

Reklam

Reklamlar