12 Eki 2015

Yunus Emre'nin 21. Asra Mesajı; Sevgi, Hoşgörü Ve Barış

REKLAMLAR

Bir edebiyat bloğu olarak beğendiğimiz ve takip ettiğimiz edebiyat dergilerini tanıtmaya devam ediyoruz... Aşağıdaki makale ŞADİ AYDIN tarafından yazılmış olup edebiyat dergisi AY VAKTİ'nde yayınlanmıştır... Beğenerek takip ettiğimiz düşünce-kültür ve edebiyat dergisi AY VAKTİ'ne BURADAN ulaşabilirsiniz...İyi okumalar...


Yunus Emre'nin Yirmibirinci Asra Mesajı; Sevgi, Hoşgörü Ve Barış

Yunus Emre, kuşkusuz Türk Dünyası Edebiyatları’nın en büyük söz ustalarından biridir. Yunus’un şiirindeki mesajlar, evrensel olup bütün insanlığı kucaklayan sevgi, hoşgörü ve barış dolu sımsıcak, samimi ifadelerdir. Biz bu çalışmamızda, Yunus’un bütün şiirlerini yeniden gözden geçirerek, onun insanlığa yedi asır evvel sunduğu ve yaşadığımız şu günlerde bütün dünyanın şiddetle bu fikir ve düşüncelere ihtiyacı bulunduğunu hissederek, bu yazımızda Türk insanının, Yunus’un şiirinde adeta abideleşmiş kadim hususiyetleri olan sevgi, hoşgörü ve barış hakkındaki hissiyatını gözler önüne sermeye çalıştık. Yunus’un bu düşüncelerine geçmeden önce bu güzide şahsiyetin hayatı, sanatı ve Türk Edebiyatı’ndaki yeri  hakkında bir takım malumatın verilmesi zaruridir.



Türk Edebiyatı kaynaklarında, Yunus’la ilgili bilgiler oldukça sınırlı ve yetersizdir. Yunus Emre’nin, yaklaşık olarak 1238–1240 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. XV. asır Aşıkpaşazâde tarihinde, Yunus’un Orhan Gazi zamanında (1324–1360) yaşadığı yazılarak gerçeğe aykırı bilgiler verilir. Yine aynı yüzyıl şairi Uzun Firdevsî, halk rivayetlerine dayanarak yazdığı Bektaşi Velâyetnamesi’nde, Yunus’un Hacı Bektaş Veli’nin çağdaşı ve Tapduk Emre’nin müridi olduğunu, Sarıköy (Eskişehir)’de doğduğunu ve orada yaşayıp öldüğünü belirtir. Sivrihisarlı Baba Yusuf’un, 1507’de yazdığı Mahbub-ı Mahbub adlı manzum eserde, Yunus’un Sivrihisarlı olduğu belirtilir. Şuara tezkirelerinde, yalnızca XVI. yüzyıl tezkirelerinden, Âşık Çelebi’nin Meşairü’ş-Şuara adlı eserinde Yunus tanıtılmıştır. XVII. asırda kaleme alınan, Taşköprüzade’nin Şakayık-ı Numaniye adlı eserinde, Yunus’un Yıldırım Bayezid (1389–1402) devrinde yaşadığı ve Lamii Çelebi’nin(1472–1532) Nefehatü’l-Üns’ünde, Yunus Emre’nin Tapduk’un dervişi olduğu, uzun yıllar şeyhine hizmet etikten sonra Sakarya havzasında bulunan Sarıköy’de yaptırdığı zaviyesinde, bir süre halkı irşad ettikten sonra orada öldüğü yazılıdır. Yunus Emre üzerine geniş araştırmalar yapan Fuat Köprülü, A. Gölpınarlı, Cahit Öztelli, İ.H. Konyalı, Şehabettin Tekindağ gibi muhakkikler şairin hayatı ve öldüğü yer hakkında birçok yazılar yazmışlardır. Yunus’un ölüm tarihi, Adnan Erzi tarafından Bayezid Halk Kütüphanesi’nde bir mecmuada (Nu:7912) bulunmuştur. Bu kayıt şöyledir; “Vefat-ı Yunus Emre sene 720 – müddet-i ömr 82” Buna göre şairimiz miladi 1240–41 tarihinde doğup 1320–21 yılında vefat etmiştir.



Yunus Emre’nin düşüncelerini ve edebi kişiliğini ortaya koyan eseri divanıdır. Bu divanın göze çarpan hususiyeti, içindeki şiirlerden bir kısmının aruz bir kısmının ise hece vezni ile yazılmış olmasıdır. Aruz vezniyle yazdığı Risaletü’n-Nushiyye (1307–1308) isimli mesnevisi, klasik edebiyat tarzındadır. Biçim itibariyle Yunus, Ahmed Yesevî geleneğinin takipçisidir. Yani çoğunlukla hece vezniyle ve dörtlükler halinde yazmıştır. Yunus’un şiir dili XIII. ve XIV. yüzyıllar halk Türkçesidir. Yunus, Oğuz lehçesini, en yüksek bir edebiyat dili halinde yazmak ve sonra gelen bütün şairlere mükemmel örnekler bırakmak gibi bir mucizeyi başarmıştır.



Yunus Emre, Türk dili ile eserler veren tasavvuf edebiyatının ilk büyük şairidir. Şiirleri sehl-i mümteni dediğimiz, her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir. Yunus’un bütün şiirlerini kapsayan düşünce, tasavvuf düşüncesi ve yaşama biçimidir. Yunus’un eserlerinden, onun ümmi olmadığını aksine edebi bilgilere, Hint-İran-Yunan mitolojilerine, Kuran-ı Kerim, hadis ve diğer islami ilimlere vakıf olduğunu, tasavvufun en ince meselelerine aşina bulunduğunu anlıyoruz. Zamanında Anadolu’da hâkim olan tasavvuf felsefesini, Celaledddin-i Rumi’den hiç bir surette aşağı sayılamayacak bir manevi kabiliyet ile kavrayan ve onu emsalsiz bir kudrette en basit şekiller altında ifadeye muvaffak olan bu insan, harfleri heceleyemeyecek kadar ümmi olamazdı.



Dini-tasavvufi edebiyatımızın, en önemli özelliği, islam esaslarını halkın anlayabileceği sadelik içinde anlatarak yaygınlık kazanmasını sağlamaktır. Yunus, hiçbir şöhret ve çıkar fikri ve çıkar endişesi gözetmeden söylediği bu şiirleri ile islam esaslarını eşsiz bir şekilde ifade etmeyi başarmıştır. Tasavvufi Halk (Tekke) şiirini başlatan Yunus, zamanında bir dereceye kadar Türk şiirindeki üç akımı (Divan, Halk, Tekke)’da temsil etmişti. Yunus Emre Türkçe divan sahibi ilk şairdir.



Daha sonraki yüzyıllarda yetişen bütün tarikat şairleri, Yunus’un etkisinde kalmışlar, fikri ve edebi hüviyetlerini onun düşünceleri ve şiirleriyle yoğurarak biçimlendirmişlerdir. XIV. asırda, Sait Emre ile Kaygusuz Abdal’dan başlayarak, XV. asırda, Eşrefoğlu, XVI. asırda, Ümmi Sinan, XVII. asırda, Niyazî-i Mısrî gibi tanınmış tekke şairleri hep Yunus tesiri altında yetişmiştir.



Türk Edebiyatı tarihinde Yunus Emre’yi ciddi ve mühim bir mevzu halinde araştırıp ilim ve edebiyat âlemine “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İst. 1918” adlı çalışmasıyla tanıtan Profesör Fuat Köprülü olmuştur.


YUNUS’UN ŞİİRLERİNDE SEVGİ, HOŞGÖRÜ VE BARIŞ
Yunus’un öğretisi, insanları dostluğa ve kardeşliğe, birbirlerini anlamaya, birbirlerine zulmetmemeye, hoşgörüye, barışa ve sükûna çağırır. Samuel Huntington’un medeniyetler çatışması tezinin ağırlık kazandığı ve onu haklı çıkaracak bir takım nişanelerin görüldüğü şu zamanda, bu çatışmalardan ve dumanlı havadan kaçıp kendimizi Yunus’un deryasına bıraktığımızda, insanoğlunun aslından uzaklaşıp ve aşağıların aşağısına düştüğünü, sevgiden ve şefkatten ne kadar uzaklaştığını farkediyoruz. Ama yine de ümitsizliğe kapılmıyor ve bu sevgi, hoşgörü ve barış fakirlerini Yunus’un iklimine davet ediyoruz. Düşmanını bile dost gözüyle gören ve düşmanlığı içindeki düşmanlık duygusuna karşı kullanmayı öğütleyen Yunus ne güzel demiştir;



Biz kimseye kin tutmayız ağyar dahi dosttur bize
Nerde ıssızlık var ise mahalle vü şardır bize
Adımız miskindir düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız kamu âlem birdir bize


İnsanları birbirine karşı emniyete, güvene ve asayişe, dürüstlüğe davet ederken, başkaları için tuzak kuran, fenalık ve kötülük düşünenleri uyarırken şöyle seslenir;



Zinhâr gönül evinde tutma yaman endişe
Berikiyçün kuyu kazan âkıbet kendi düşe


İnsanoğlunu, şerre ve fenalığa sevkeden nefis ve şeytanı, en kuvvetli düşman olarak bilen Yunus, şayet kavga edilecekse düşman olarak nefsin yeterli olduğunu ifade ederken;



Hakikate bakar isen nefsin sana düşman yeter
Var imdi git nefsin ile vuruş savaş tokuş yürü


Yunus, kendi mektebinin düsturlarını şiirlerinde tavsif ederken kaba-saba, insanlıktan nasibini almamış, ahlâk ve terbiyeden uzak kimselerin, kabalıkları hatta onların tecavüzlerinin dahi karşısında, İsa peygamberin Kitab-ı Mukaddes’te “sana bir kimse sille vurursa öbür yüzünü çevir” öğüdünde olduğu gibi davranmayı ve buna hiç aldırmamayı tavsiye eder;


Dövene elsiz gerek sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın


Sevgi ve hoşgörüyü hayatına hayat yapan Yunus, bir gönül kazanmanın hacca gitmek kadar sevablı ve mühim olduğunu, gönül tahtında Allah’ın bulunduğunu ve bu makamın hiç bir surette incitilmemesi gerektiğini, kalp kırıp gönül yıkmanın Kabetullah’a zarar vermekle eşit, gönül yıkan kimsenin iki dünyadada bahtsız olacağını vurgularken şöyle seslenir;


Aksakallı bir koca bilemez hâli nice
Emek vermesin hacce bir gönül yıkar ise
Gönül Çalab’ın tahtı Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise

Yüz kez hacca vardın ise yüz kez kaza kıldın ise
Bir kez gönül yıktın ise gerektir çekesin âhı
Sorun bana aklı eren gönül mü yeğ Kâbe mi yeğ
Ben eydürem gönül yeğdir gönüldür hakkın durağı



Cennet maksadıyla yaşamını idame ettiren ve bu hedef için çaba sarfeden âdemoğluna, cennet sermayesinin bir gönlü tamir etmek ve bir kalp ele geçirmek olabileceğini nasihat eder. Bunu, diğer farz olan ibadetlerle aynı tutan Yunus, yetmiş iki milletin dahi elini yüzünü yıkadığını, suretin çok da mühim olmadığını siretin pak, niyetin halisliğinin önemini anlatırken, âşıklar, gerçek sevenler safına sadık bir insan olarak girmenin yolunun kalp çizgisinden ve gönül elde etmekten geçtiğini, hiç bir milleti birbirinden ayırmadan, onları yaratandan dolayı, teh-i kalpten sevmenin vücubunu hatırlatır. İbadet ve taatin de, ancak gönüllere karşı şefkatli ve mihribanca davranmanın neticesinde anlam kazanacağını, bütün insanlığa bir gözle bakmanın ırk, din, renk, milliyet mefhumlarının öne çıkarılmaması gerektiğine inanan bu arif, böyle düşünmeyen kimselerin hakikate karşı durduklarını söyler;


Yunus ferâizdir tutgıl gönüller evini yapgıl
Hakk bulmayı diler isen gönüllerde kur tuzağı
Uçmak uçmak dediğin girmeyi dilediğin
Uçmağın sermayesi bir gönül etmek gerek


Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen
Ta âşıklar safında tamam olasın sâdık
Bir kez gönül yıktın ise şol kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil


Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise hakikate âsidir



On üçüncü yüzyılın bu hakikat aşığı, insanın dünyaya geliş gayesinin sevgi, muhabbet, barış ve hoşgörmek olduğunu, hiç bir surette kavga ve gürültünün müşkilleri çözmede bir vesile olamayacağını, tanışıp kaynaşmayla meselelerin halledilebileceğini, dünyaya geliş maksadının insanlar arasında fasıl değil vasıl sağlamak olduğunu, fena ender fena olan dünyanın, bu kara kâsenin, süslenip delikanlılara genç görünmeye çalışan dul, ihtiyar kadının hiç kimseye vefa etmediğini ifade ederken, kısa ömürde en kazançlı ve bereketli ticaretin gönül ele geçirmek olacağını söyler;


Ben geldim sevgi için gönüller dost avı için
Ben gelmedim davâ için gönüller yapmaya geldim
Gelin biz tanışalım işi kolay kılalım
Sevelim sevilelim dünyada kimse kalmaz
 Şadi AYDIN


Kaynaklar:

1-Açıkgöz, Mehmed, Yunus Emre Divanı ve Şiirleri, Mutlu Yayınları, İstanbul.(tarihsiz)     
2-Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, İstanbul, 1997.
3-Büyük Türk Klasikleri, Ötüken-Söğüt Yay., C.I, İstanbul, 1985.
4-Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı, C.I, İstanbul,1997.
5-Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul, 1984.
6-Mazıoğlu, Hasibe, Türk Edebiyatı(Eski), Türk Ans., C.XXXII.
7-Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yay., Ankara, 1999.
8-Türk Dili ve Edebiyatı Ans. Dergâh Yay. C. VIII., İstanbul,1998.


Artikel Terkait

Yorumunuz onaylandıktan sonra görülecektir..Bir hesabınız yoksa "adı/url veya anonim"i seçerek kolayca yorum yapabilirsiniz.Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek "beni bilgilendir" kutucuğuna işaretleyebilirsiniz.


EmoticonEmoticon