GEZİ (YAZISI) ÖRNEĞİ:
OTORAY YOLCULUĞU NİĞDE - KAYSERİ
Niğde'ye yaklaşıyorduk.
Yanımda oturan bir Niğdeli şehrin eteğini saran ağaç kümeleri arasında pek iyi seçemediğim bir noktayı işaret etti. — Faruk Nafizin hanı, dedi.
Büyük şairin han sahibi olduğu günleri de inşallah görürüz. Fakat yol arkadaşımın bana gösterdiği bina sadece Faruk Nafizin unutulmaz Han Duvarları şiirinde tasvir ettiği han idi.
Kıyafetinden anlaşıldığına göre Niğdeli arkadaş bir esnaf yahut işçi idi. Böyle olmakla beraber Han Duvarları'nı ve Faruk Nafiz'i biliyordu. Daha garibi trende ilk gördüğü bir yabancının bu şiiri, şiirde tasvir edilen hanı ve Faruk Nafiz'i tanımamasını kabul etmiyor, ateş ve su nev'inden herkesçe malûm şeylerden bahseder gibi iki kelime ile bana maksadını anlattığına inanıyordu.
Güzel şiirin kudreti! iyi yazılmış bir manzum hikâye koskoca bir hanı, koynundaki tapu senedine rağmen asıl sahibinin elinden alıyor, Faruk Nafiz'e malediyordu.
Maamafih arkamızda ayakta duran ve bizi dinleyen uzun boylu bir sakallının "yok yahu.. O han falanındır" diye öteki mal sahibinin hakkını da ziyadan kurtardığını itirafa mecburum.
Niğde ile Kayseri arasındaki yolu, Faruk Nafiz'in istiklâl muharebesi senelerinde kona göçe üç günde aştığı o uzun mesafeyi, ben bugün otoray denen yeni icat bir âlet içinde, âdeta uçarak geçiyorum.
Akşamın beş buçuğunda daha Niğde istasyonunda kahve içiyordum. Sokak fenerleri yanarken Kayseri'de olacağım.
Bisikletin ilk icadı zamanlarında ona verilen Şeytan Arabası ismini bu otoraya saklamak lazımmış! Otoray görünüşte yirmi otuz kişilik büyücek bir otobüs. Fakat ikisi arasında âdeta nalınlı adam ile patenli adam farkı var. Otobüsün mütemadiyen taşla, toprakla boğuşmasına mukabil Otoray, cilâlı çelik raylar üstünde yağ gibi kayıyor.
Ulukışla ile Kayseri arasında günde iki sefer yapan bu arabaların, birinci ve ikinci sınıf yolcuları için, şoförün arkasında dört maroken koltuğu, cemekânlı bir kapı ile buradan ayrılan geri tarafında da demokratlara mahsus, yirmi otuz kişilik kanapesi var.
Bazı şakacı yolcular lüks kısma Lortlar kamarası, ötekine Avam kamarası adını takmışlar.
Bu Otoray, yolları âdeta çocuk oyuncağına çevirmiş. Meselâ Kayserililer bizim Ada vapurları biletinden daha ucuz bir para ile günübirliğine Bor bahçelerinde eğlenmeye gidiyorlar.
Şoför, daha doğrusu makinistin bana anlattığına göre Adana ve Kayseri 'de oturan iki akraba, meselâ bir ana kız pazar sabahları bulundukları yerden hareket ediyor, öğleyin Ulukışla'da birleşiyorlar; akşama doğru yine evlerine dönüyorlarmış.
Bu seyahat, artık yolculuktan usandığım bir zamana rastlamış olmakla beraber beni atlı karıncaya binmiş bir bayram çocuğu gibi eğlendiriyordu. Otoray, son derece munis bir dekor arasından akıp giderken kâh makinistin omuz başından önümüzdeki yola, kâh arkaya geçerek akşam ışıkları ile sararıp kızaran ovalara bakıyordum.
Yeni bir icat yalnız manzaraları ve hayatı değiştirmekle kalmıyor; duygularımıza, dünyayı görüş tarzımıza da tesir ediyor.
Yolculukta akşam, insanının gayri ihtiyarî garipsediği, kendini karanlık düşüncelere bıraktığı saattir. Halkın akşam garipliği terkibile anlattığı bu duyguda kendimizi uçsuz bucaksız mesafeler arasında kaybolmuş hissetmemizin, arkada bıraktığımız uzağı bir daha görmek şüphesinin, öndeki uzağa yetişememek korkusunun elbette bir payı vardır. Mesafelere hâkim olmak emniyeti işte bu şüphe ve korku mefhumunu kaldırıyor, insana bu geniş ovalarda kendi mahallesinde, evinin bahçesinde dolaşmak hissini veriyor.
Faruk Nafiz :
"Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar"
diye anlattığı bu yolu, vaktiyle bir yaylının şiltesine uzanarak, "kendini tekerleğin sesine kaptırarak" geçmiş olmasaydı da benim bindiğim otoray içinde tayyarede gibi geçseydi bu acı gurbet şiirini bilmem yazabilir miydi?
Reşat Nuri Güntekin
(Anadolu Notları'ndan)
1682 yılında Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, külliyeden; “Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz “ diye bahseder. Ünlü seyyah, ayrıca külliye için şu ilginç tanımlamaları kullanmıştır:
“Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San’atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde , yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır.
Üç tarafı kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince , fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur.
Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur.
Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne’nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar.
Bahar mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, deveboynu, müşkü rumi, yasemin, gülnesrin, şebboy, karanfil, reyhan, lale, sümbül gibi çiçekler hastalara verilip güzel kokuları ile hastalar iyileştirilirler. Fakat delilere bu çiçekleri verince kimini yerler, kimini ayakları altında çiğnerler. Bazıları dahi meyveli ağaçları seyredip, ah daha hel hope pe pohe pelo deyip, çimenlik temaşası ederler...”
örnek gezi yazısı:
ROMA’DA
Bu, Roma’ya üçüncü gelişimdir. Ama Roma,orada doğup orada büyüyenler için bile bitmez.Her heykel, her tablo, her anıt, size her görünüşünde güzelliğin yeni bir sırrını açacaktır.Roma’da heykel vatandaş olmuştur. 0, müzede değil, bizim gibi sokaklarda dolaşıyor,meydanlarda geziniyor, parklarda dinleniyor!
Sabahleyin ağzından sular dökülen aslanları seyrederek Doney’e gittim. Burası, büyük otellerin, şık mağazaların ve camlarından hare hare sular akan çiçeklerin sıralandığı büyük bir cadde üstünde, Via Veneto’da bir kahvedir ama Mehmet Akif’in “Mahalle Kahvesi’ değil, bir temizlik ve zarâfet sergisi...
Kaldırım üstündeki masalardan birine oturdum. Garson, ısmarladığım portakal suyunu getirdi. içinde dört köşe, pırıl pırıl bir buz parçası,yanında, ipek kâğıtlı keselere el değmeden doldurulmuş şeker...
Bardağı yudum yudum emerek caddeyi seyrediyorum: iskarpinler geçiyor... Siyah iskarpinler, beyaz iskarpinler... Bağlısı var, düzü var, fiyonklusu var. Ama iki şey yok: Boyasızı bir,çarpık ökçelisi iki.
Gözlerimi yavaş yavaş yukarı kaldırıyorum:Her kadın başı güzel taranmış ve her erkek çehresi jiletten yeni çıkmış. Roma sokaklarında dağınık kafa, kepekli saç ve tıraşsız surat göremezsiniz.Via Veneto yolcuları arasında bir şey daha yok: Hasta ve sarsak adam. Değil koltuk değnekleriyle asfaltı karıştıran topala, değil bastonuyla kaldırımları dürtükleyen köre, öksüren insana bile rastlayamazsınız. Avrupalı , öksürdü mü:
— Hastalandım, deyip yatağa giriyor.
Yusuf Ziya ORTAÇ
Göz Ucu ile Avrupa
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ'DEN SEÇMELER
ISPARTA
OTORAY YOLCULUĞU NİĞDE - KAYSERİ
Niğde'ye yaklaşıyorduk.
Yanımda oturan bir Niğdeli şehrin eteğini saran ağaç kümeleri arasında pek iyi seçemediğim bir noktayı işaret etti. — Faruk Nafizin hanı, dedi.
Büyük şairin han sahibi olduğu günleri de inşallah görürüz. Fakat yol arkadaşımın bana gösterdiği bina sadece Faruk Nafizin unutulmaz Han Duvarları şiirinde tasvir ettiği han idi.
Kıyafetinden anlaşıldığına göre Niğdeli arkadaş bir esnaf yahut işçi idi. Böyle olmakla beraber Han Duvarları'nı ve Faruk Nafiz'i biliyordu. Daha garibi trende ilk gördüğü bir yabancının bu şiiri, şiirde tasvir edilen hanı ve Faruk Nafiz'i tanımamasını kabul etmiyor, ateş ve su nev'inden herkesçe malûm şeylerden bahseder gibi iki kelime ile bana maksadını anlattığına inanıyordu.
Güzel şiirin kudreti! iyi yazılmış bir manzum hikâye koskoca bir hanı, koynundaki tapu senedine rağmen asıl sahibinin elinden alıyor, Faruk Nafiz'e malediyordu.
Maamafih arkamızda ayakta duran ve bizi dinleyen uzun boylu bir sakallının "yok yahu.. O han falanındır" diye öteki mal sahibinin hakkını da ziyadan kurtardığını itirafa mecburum.
Niğde ile Kayseri arasındaki yolu, Faruk Nafiz'in istiklâl muharebesi senelerinde kona göçe üç günde aştığı o uzun mesafeyi, ben bugün otoray denen yeni icat bir âlet içinde, âdeta uçarak geçiyorum.
Akşamın beş buçuğunda daha Niğde istasyonunda kahve içiyordum. Sokak fenerleri yanarken Kayseri'de olacağım.
Bisikletin ilk icadı zamanlarında ona verilen Şeytan Arabası ismini bu otoraya saklamak lazımmış! Otoray görünüşte yirmi otuz kişilik büyücek bir otobüs. Fakat ikisi arasında âdeta nalınlı adam ile patenli adam farkı var. Otobüsün mütemadiyen taşla, toprakla boğuşmasına mukabil Otoray, cilâlı çelik raylar üstünde yağ gibi kayıyor.
Ulukışla ile Kayseri arasında günde iki sefer yapan bu arabaların, birinci ve ikinci sınıf yolcuları için, şoförün arkasında dört maroken koltuğu, cemekânlı bir kapı ile buradan ayrılan geri tarafında da demokratlara mahsus, yirmi otuz kişilik kanapesi var.
Bazı şakacı yolcular lüks kısma Lortlar kamarası, ötekine Avam kamarası adını takmışlar.
Bu Otoray, yolları âdeta çocuk oyuncağına çevirmiş. Meselâ Kayserililer bizim Ada vapurları biletinden daha ucuz bir para ile günübirliğine Bor bahçelerinde eğlenmeye gidiyorlar.
Şoför, daha doğrusu makinistin bana anlattığına göre Adana ve Kayseri 'de oturan iki akraba, meselâ bir ana kız pazar sabahları bulundukları yerden hareket ediyor, öğleyin Ulukışla'da birleşiyorlar; akşama doğru yine evlerine dönüyorlarmış.
Bu seyahat, artık yolculuktan usandığım bir zamana rastlamış olmakla beraber beni atlı karıncaya binmiş bir bayram çocuğu gibi eğlendiriyordu. Otoray, son derece munis bir dekor arasından akıp giderken kâh makinistin omuz başından önümüzdeki yola, kâh arkaya geçerek akşam ışıkları ile sararıp kızaran ovalara bakıyordum.
Yeni bir icat yalnız manzaraları ve hayatı değiştirmekle kalmıyor; duygularımıza, dünyayı görüş tarzımıza da tesir ediyor.
Yolculukta akşam, insanının gayri ihtiyarî garipsediği, kendini karanlık düşüncelere bıraktığı saattir. Halkın akşam garipliği terkibile anlattığı bu duyguda kendimizi uçsuz bucaksız mesafeler arasında kaybolmuş hissetmemizin, arkada bıraktığımız uzağı bir daha görmek şüphesinin, öndeki uzağa yetişememek korkusunun elbette bir payı vardır. Mesafelere hâkim olmak emniyeti işte bu şüphe ve korku mefhumunu kaldırıyor, insana bu geniş ovalarda kendi mahallesinde, evinin bahçesinde dolaşmak hissini veriyor.
Faruk Nafiz :
"Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar"
diye anlattığı bu yolu, vaktiyle bir yaylının şiltesine uzanarak, "kendini tekerleğin sesine kaptırarak" geçmiş olmasaydı da benim bindiğim otoray içinde tayyarede gibi geçseydi bu acı gurbet şiirini bilmem yazabilir miydi?
Reşat Nuri Güntekin
(Anadolu Notları'ndan)

Evliya Çelebi Darüşşifayı Anlatıyor
1682 yılında Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, külliyeden; “Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz “ diye bahseder. Ünlü seyyah, ayrıca külliye için şu ilginç tanımlamaları kullanmıştır:
“Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San’atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde , yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır.
Üç tarafı kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince , fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur.
Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur.
Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne’nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar.
Bahar mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, deveboynu, müşkü rumi, yasemin, gülnesrin, şebboy, karanfil, reyhan, lale, sümbül gibi çiçekler hastalara verilip güzel kokuları ile hastalar iyileştirilirler. Fakat delilere bu çiçekleri verince kimini yerler, kimini ayakları altında çiğnerler. Bazıları dahi meyveli ağaçları seyredip, ah daha hel hope pe pohe pelo deyip, çimenlik temaşası ederler...”
örnek gezi yazısı:
ROMA’DA
Bu, Roma’ya üçüncü gelişimdir. Ama Roma,orada doğup orada büyüyenler için bile bitmez.Her heykel, her tablo, her anıt, size her görünüşünde güzelliğin yeni bir sırrını açacaktır.Roma’da heykel vatandaş olmuştur. 0, müzede değil, bizim gibi sokaklarda dolaşıyor,meydanlarda geziniyor, parklarda dinleniyor!
Sabahleyin ağzından sular dökülen aslanları seyrederek Doney’e gittim. Burası, büyük otellerin, şık mağazaların ve camlarından hare hare sular akan çiçeklerin sıralandığı büyük bir cadde üstünde, Via Veneto’da bir kahvedir ama Mehmet Akif’in “Mahalle Kahvesi’ değil, bir temizlik ve zarâfet sergisi...
Kaldırım üstündeki masalardan birine oturdum. Garson, ısmarladığım portakal suyunu getirdi. içinde dört köşe, pırıl pırıl bir buz parçası,yanında, ipek kâğıtlı keselere el değmeden doldurulmuş şeker...
Bardağı yudum yudum emerek caddeyi seyrediyorum: iskarpinler geçiyor... Siyah iskarpinler, beyaz iskarpinler... Bağlısı var, düzü var, fiyonklusu var. Ama iki şey yok: Boyasızı bir,çarpık ökçelisi iki.
Gözlerimi yavaş yavaş yukarı kaldırıyorum:Her kadın başı güzel taranmış ve her erkek çehresi jiletten yeni çıkmış. Roma sokaklarında dağınık kafa, kepekli saç ve tıraşsız surat göremezsiniz.Via Veneto yolcuları arasında bir şey daha yok: Hasta ve sarsak adam. Değil koltuk değnekleriyle asfaltı karıştıran topala, değil bastonuyla kaldırımları dürtükleyen köre, öksüren insana bile rastlayamazsınız. Avrupalı , öksürdü mü:
— Hastalandım, deyip yatağa giriyor.
Yusuf Ziya ORTAÇ
Göz Ucu ile Avrupa
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ'DEN SEÇMELER
ISPARTA
Evsâf-ı şehr-i şîrîn-i Isparta
(...) tarihinde (Selçuklu Sultanı)
Alaaddin (Keykubad) zamanında Ermenilerden alınmıştır. Daha sonra da (…)
tarihinde Osmanoğulları tarafından fethedilmiştir. Anadolu’da Hamid sancağının
idare merkezidir. Paşaya verilen arazinin yıllık geliri 400.000 akçedir. Savaş
olduğunda Paşa, bu gelirine karşılık olarak orduya 400 asker verir. Alaybeyi
(alaykomutanı) ve çeribaşısı (askerlikte bir rütbe)vardır.
Dokuz zeamet ve 585 timarı vardır. Timar
ve zeamet sahipleri toplam gelirlerinin beş binde biri kadarını harcayarak
(savaşlar için) asker hazırlarlar. Hâs, zeamet ve timar sahiplerinin toplam
asker sayısı 8000 bulur. (Buna göre de Paşa, has olarak 400’ünü vermekte)
Şeyhülislâmlık (müftülük),
nakibüleşraflık (peygamber soyundan gelenlerin işlerini gören kimse) kurumları,
sipahi birlikleri komuta merkezi, yeniçeri birlikleri komuta merkezi vardır.
Ayan, eşraf ve bilginleri çoktur.
150 akçe şerif kazadır. Çevresinde (…)
adet köyden oluşur. Kadının yıllık geliri 6000 kuruş, paşanın 30.000 kuruştur.
Cevizden (cevz-i ma‘dûddan) elde edilen gelir yıllık yedi bin kuruştur. Vergi
(bâc u bâzâr) ve cezalaradan (kâr-i dilâzar) da yedi bin kuruş gelir elde eder.
Ve bu sancak eyâleti gâyet geniş bir
alanı kaplar. Cümle (…) kazâ yeridir. Ve Isparta şehri, on yedinci askeri
bölgedir (iklim-i örfiyye). Ve Anadolu (Rum) şehirlerindendir ve
Hamitoğullarının yerleşim yeridir. Ve güzel bir şehirdir (medîne-i müzeyyene).
Bilginleri ve sûfîleri geçmişte de, bugün de çoktur.
Ve toplam (…) aded mihrâb (camii)
vardır. Başlarında Firdevs Beğ câmi‘i gelir ki Koca Mi‘mâr Sinân binâ etmiştir.
eş-Şeyh Velî Hazretlerini Ziyaret: Hamîd sancağında Ağrasa (bugünkü
Atabey) kasabasındandır. Doğduğu yerde bir zâviye yaptırmıştır ve orada
gömülüdür. Şeyh Velî hazretleri, Firdevs Beğ câmi‘inde vâizlik eden Allah’ı
bilir bir kimse imiş, pek çok kerameti görülmüş. (….)
Ve bu Isparta şehrin alâ kadri’l-imkân
iki günde seyr [ü] temâşâ edüp kıble cânibine (güneye doğru) yola çıktık. Güzel
ve bakımlı köyleri geçerek sekiz saatte ……[6]
Çelebi
Isparta’dan ana hatları ile bu şekilde bahsetmekte, bunlardan başka çevredeki
bugünkü ilçe ve köyleri de (Sav eserde Karye-i Sarı Ali Beğ diye yer alır)
görmüş ve ondan sekiz saat sonra gördüğü Bizans kalıntılarını anlatarak Isparta
bahsine son verir.
Isparta’nın
anlatıldığı yukarıdaki bölümü dil özelliklerinin özelliklerinin daha iyi
anlaşılması için aynen alıyoruz:
Evsâf-ı
şehr-i şîrîn-i Isparta
Sene (…) târîhinde Ermen destinden
Sultân Alâeddîn fethidir. Ba‘dehu sene (…) târîhinde Âl-i Osmâniyân’dan (…)
fethidir. Anatolu eyâletinde Hamîd paşasının tahtıdır. Başka sancakdır.
Paşasının taraf-ı pâdişâhîden hâss-ı hümâyûnu 400.000 akçedir. Hîn-i seferde
hâssına göre dörd yüz âdem ile sefer eşer. Alaybeğisi ve çeribaşısı vardır.
Ve tokuz ze‘âmeti ve beş yüz seksen beş
tîmârı vardır. Ve cümle erbâb-ı zü‘amâ ve erbâb-ı tîmârın mutasarrıf oldukları
mahsûlâtları ne kadar mâl olursa beş binde bir yarar cebelüleri ile sefer
eşerler. Paşası askeri ile cümle sekiz bin asker olur.
Şeyhülislâmı ve nakîbüleşrâfı ve sipâh
kethudâyeri ve yeni çeri serdârı ve a‘yân u eşrâfı ve ulemâsı çokdur. Ve yüz
elli akçe şerîf kazâdır. Ve nâhiyesi (…) kuradır. Kadıya senevî altı bin guruş,
paşaya otuz bir guruş ber-vech-i adâlet hâsıl olur. Ve cevz-i ma‘dûdu yedi bin
guruş vardır. Bâc u bâzârdan ve kâr-i dilâzardan berrânî yed bin guruş dahi
hâsıl olur.
Ve bu sancak eyâleti gâyet vâsi‘
diyârdır. Cümle (…) kazâ yerdir. Ve Isparta şehri on yedinci iklîm-i
örfiyyedendir. Ve Rûm şehirlerindendir ve diyâr-ı beyti Elhamîd’dir. Ve bir
medîne-i müzeyyenedir. Ve sâhib-i irşâd u keşf [ü] kerâmât sâhibi selefde ve
hâzırda çok kimesneler vardır.
Ve cümle (…) aded mihrâbdır. Evvelâ
Firdevs Beğ câmi‘i Koca Mi‘mâr Sinân binâ etdi.
Ziyâret-i eş-Şeyh Velî: Hamîd sancağında Ağrasa
kasabasındandır. Sılalarında bir zâviye binâ edüp anda medfûndur. Firdevs Beğ
câmi‘inde vâ‘ız ve nâsıh ârif-i billâh kimesne idi. Çok sebak kerâmâtı zâhir u
bâhir olmuşdur.
(….)
Ve bu Isparta şehrin alâ kadri’l-imkân
iki günde seyr [ü] temâşâ edüp kıble cânibine ma‘mûr u müzeyyen kurâlar ubûr
ederek sekiz sâ‘atde,
Karye-i Sarı Alî Beğ: Ma‘mûr müselmân köyüdür ve ze‘âmetidir.
Andan yine kıbleye altı sâ‘at vâsi‘ sahrâlar ve ma‘mûr kurâların ubûr edüp,
Karye-i Karakaldırım nâm mahalle gelindi. Andan kâmil sekiz
sâ‘atde kıble cânibine Kara kaldırım üzre ubûr etdik ki mezkûr Karakaldırım
Arab u Acem’de meşhûr-ı âfâkdır kim yüz iki yüz âdem âb-ı rûy ile hüsn-i hâl
ile ubûr edemez. Cümle aşkıyâ ve harâmîlerin ârâmgâhları ve kemîngâhlarıdır.
Ve bu Karakaldırım’ın her cânibi fîl
cüssesi misâl seng-i hârâlardır kim üstâd mühendis destinden henüz çıkmış zann
olunur. Ve bu şâhrâhın iki cânibinde olan ibret-nümâ mermer sandûklarla her biri
birer hücre zann olur. Ve ba‘zısının kapaklarını açmışlar. Cümle lâşe ile ve
üstühân-ı na‘şe ile memlûdur. Ve her sandûka üzre lisân-ı Yûnân ile ikişer üçer
satır târîhleri vardır. Ve böyle niçe yüz bin sandûklar nümâyândır.
Ve niçe bin kenîse ve manastır ve kal‘a
ve değirmen arkları ve kırklar ellişer ayak taş nerdübân ile enilir amûd-ı
müntehâlar üzre su sarnıcları ve ibret-nümâ âsâr-ı binâlar var kim sekiz
sâ‘atlik yolu tutmuşdur. Ammâ hâlâ vîrândır. Hamd-i Hudâ selâmetle bunları ubûr
edüp,
Menzil-i Yenice Hân: Dâr-ı emândır. Adalya hâkinde bir
yalçın kayalı dereli yerde üç kıt‘a hândır Adalya ve Istanaz mâbeyninde vâki‘
olmuşdur. Âyende ve revende ârâmgâhdır. Henüz binâ olunur. Ve bir kahvehânesi
ve birkaç nev-binâ dükkânları var.
Ve Adalya kal‘asının dizdârı Celeb
Ca‘fer Ağa hânın mukâbelesinde nev-binâ bir çeşme-i âb-ı zülâl inşâ ederken
hakîrin bi’l-bedâhe bu târîhi celî hatt ile tahrîr olunmuştur. Târîh:
Sâhibü’l-hayra suna mâ-i Kevser
Şâd ola rûh-ı Hüseyn-i Hayder
Evliyâ dedi anın târîhin
Şâd [u] hurrem ola ayn-ı Ca‘fer
Sene 1078.
Andan kıble cânibine sarp kayalar ve
dereler içre çengelistân ve ormanistân yerler içre güzer ederek beş sâ‘atde, …
SEYAHATNAME'DEN SEÇMELER-2
GEBZE
benim için çok faydalı oldu
YanıtlayınSilBence çok ta iyi site degil
SilD
Silsite süper ama anlayana çünku once arastırsanız anlarsiniz süper inanilmaz güzel
Sil:) İçten yorumunuz için teşekkür ederiz :)
SilNe demek rica ederim
Silİyimis
YanıtlayınSil;-(
YanıtlayınSilBu gerçekten gezi yazısımı????
YanıtlayınSilbilmiyorsan bize ne bu yazılar süper
SilHiç güzel değil. 😒
Sil(k) cheer (f)
YanıtlayınSilfena değil
YanıtlayınSilörnekler çok iyi özellikle de tanınmış yazarları seçmeniz çok iyi olmuş .TEŞEKKÜRLER!
YanıtlayınSilbütün gezi yazılarını özeti verilmiş ya başka yokmu
YanıtlayınSilBence çok iyi süpersiniz 💯
YanıtlayınSilBence çok iyi süpersiniz 💯
YanıtlayınSilTeşekkürler (y)
Silsüper ya abicim
YanıtlayınSilBence edebiyat sitesinin bazi yerlerinde yabanci kelimeler var onlar cevirilmeli ayrica unlu sairleri siirleri yerine kendi ogrencilerinizin siirlerine yer verirseniz hem buradaki ogrenciler icin de ornek olmus olabilir
YanıtlayınSilBence edebiyat sitesinin bazi yerlerinde yabanci kelimeler var onlar cevirilmeli ayrica unlu sairleri siirleri yerine kendi ogrencilerinizin siirlerine yer verirseniz hem buradaki ogrenciler icin de ornek olmus olabilir
YanıtlayınSilBence edebiyat sitesinin bazi yerlerinde yabanci kelimeler var onlar cevirilmeli ayrica unlu sairleri siirleri yerine kendi ogrencilerinizin siirlerine yer verirseniz hem buradaki ogrenciler icin de ornek olmus olabilir
YanıtlayınSilhiç guzel degil
YanıtlayınSilELİNİZE SAĞLIK GÜZEL FAKAT İŞİME YARAMADI ÇÜNKÜ ELİME KIYAMADIM
YanıtlayınSillow low
YanıtlayınSilYorum Gönderme
YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...
1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.