büşra topal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
büşra topal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ara 2017

Büyük Hayal Kırıklıklarıyla Nasıl Baş Ediyoruz?


Büyük hayal kırıklıklarının altından nasıl kalkıyoruz?
Büşra TOPAL
İnsanın ömrü ortalama 79 yıl. Kimimiz daha erken kapatıyoruz dünyanın ışığını kimimiz o yaşı kaç kez deviriyoruz? 

Düşünebilme yetimizi kazandığımız andan beri hayal kuruyoruz. Küçükken oyuncaklardan başlayarak büyüdükçe daha da zorlaşan oluşma ihtimali daha da azalan güzel hayaller içinde geçiyor günlerimiz. Kimi gerçekleşse de çoğu pembe dünyamızda simsiyah bir delik olarak bizi de içine çekip yok oluyor.

 En büyük en olmayacak şey nedir? Çok zengin olmanın hayali, çok iyi bir kariyer sahibi olmak, tanınmış olmak, mükemmel bir dış görünüş, pahalı kıyafetler... Ve daha nicesi. Bunların hepsinin gerçekleşme ihtimali çok yüksek olsa da bazen bu hayaller bile imkansız oluyor. Ki dünyanın çeşitli yerlerinde ne imkansız hayaller kuruluyordur kim bilir. Afrikalı bir ailenin yemek masasında çeşitli yemeklerin hayallerini kuran çocuklar... Ülkesinde bomba, silah sesi olmadan uyumayı isteyen insanların hayali... Bunları düşündükçe bizim o pahalı eşyaların lüks evlerin hayalinin hayal bile olmayacak bir ihtimale sığdığını farkındayız.

Hayat herkese aynı şeylerin hayalini kurma imkanını vermiyor. Rüzgar hepimize çok farklı yerlerden çok farklı şiddetlerle esiyor. Kimimiz un ufak dağılırken kimimiz mıh çakıyoruz dünyanın orta yerine.

Büyük hayal kırıklıklarının altından nasıl kalkıyoruz?
Günlerce düşledik, rüyalarımıza girdi belki , herkese anlattık, istedik günün birinde gerçekleşmedi. Belki ağladık, bir daha hayal kurmamaya yemin ettik çok canımız yandı; ama yine de vazgeçmedik hayalden umuttan. 

Bir kırığın altından yeniden doğmak gerekiyor bazen. Bazense onararak yara izleri olarak devam ediyoruz. Ne şekilde olursa olsun benliğimizden bir şey kaybetmeden devam etmeliyiz. Bir hayal kırıklığı bizi biz yapmaktan alıkoymamalı.

Yeni bir hayalin peşinden koşarak belki uzaklaşabiliriz olumsuzluklardan. Bizi hayata bağlayan yeni bir amaç için geçirebiliriz her günü. Büyümek, olgunlaşmak için ne olmamız gerekiyorsa onun için çaba göstermek gerekiyor. İnsan her saniye biraz daha büyüyor belki farkında değiliz ama her saniye ömrümüzden geçen zamanlara bir saniye daha ekliyor. Biz geçmişe takılı kaldığımızda yarının güzelliklerden haberimiz olmayacak. Yarına bir sıfır eksik başlayacağız.

Her hayal kırıklığının ardından yemin etme bir daha olmayacak diye çünkü olacağını sen de biliyorsun. “İnsan denen canavar, yavaş yavaş her şeye alışıyor” (Patrick Ness) çünkü. Hayal kırıklıklarına da yaşamın bizi savurduğu tozlu taşlı yollara da. Biz her şeyin altından kalkabilecek kadar güçlüyüz kendimizi çok iyi tanıyoruz zamanın kıymetinin farkındayız ve gözyaşımızı silerek gülümseyerek kendimize, yok ediyoruz kırılan hayalin kırıntılarını.

Ağlamak insanı büyüten en güzel şey. Bir odada yalnız kaldığında kendin olmaya başladığında bir hayal kırıklığına ağlıyorsan en büyük yüklerin altından kalkmışsındır. Hayatımızda ne olup ne biterse, hiçbir şey istemediğimiz gibi olmasa bile en önemli kişinin sen olduğunu unutma. Büyük hayal kırıklıkları, bizi biz olmaktan çıkarmıyor. Sen yaşadıkça hayal kurdukça gerçekleşmeyince bile daha çok yüce oluyorsun. Bu hayatta senden başkası önemli değil kendin olmak için gözyaşı dökmekten ve hayal kurmaktan hiç korkma. Sen ve hayallerin var oldukça dünya güzelleşecek. Kendine ve hayallerine inan çünkü onlar yıldızlar kadar uzak ama bir göz kapatmayla ulaşılacak kadar yakın olabiliyorlar.

9 Ara 2017

Yarını Bekleme


Yarını Bekleme

Büşra TOPAL

5 Ara 2017

Kendini Tanımak


KENDİNİ TANIMAK

Büşra TOPAL

Kendimizi tanımak, iç dünyamızı şekillendirmek, duygusallıklarımız, öfkemiz, egomuz, yalanlarımız... Kendimizi ne kadar tanıyoruz?

Kendini bilmek, “insan olma”nın “insanca yaşama”nın ne olduğunun farkına varmaktır. Her bireyin doğduğu günden ölümüne kadar yaşama hakkı vardır. Peki biz bunu nasıl kullanıyoruz?


Özgürlüğümüz başka birinin özgürlüğüne engel olana kadar. Hepimiz yalandan nefret ederiz yalandan nefret eden kişiler en çok yalan söyleyen insanlardır halbuki.

İnsanlar doğumlarından ölümüne kadar bir çok ihtiyacını gidermek için çalışır çabalar emek harcar ve yaşar.

Ama bütün insanların ihtiyacı olan bir şey daha vardır: Kim olduğumuzu ve neden yaşadığımızı bilmek. Kaç yaşında olursak olalım her zaman bir noktaya gelince kendimize şu soruyu sormalıyız: Biz kimiz?

Sen kimsin?

5 Kas 2017

Kendimizi Çok Mu Zeki Zannediyoruz?

Kendimizi Çok Mu Zeki Zannediyoruz?

Büşra TOPAL

Zekilik kime göre çeşitleniyor kimin onayından geçip zeki damgasını vuruyoruz insanlığa?

Oldum olası insanların zeki varlıklar olduğunu söyleyip dururlar, gerçek acaba böyle mi? İki soru bilip  milyon kişinin önüne geçince bunu  zekilik sayıyoruz bence zeka buna bağlı değil.

Şimdi kaç yaşındasın? Bu zamana kadar kendin için ne yaptın? Evet belki çok ders çalıştın çok iyi bir mesleğe sahipsin çok iyi yaşantın var. Peki çok para kazanıyorsunuz diye zeki mi oluyorsunuz?

Herkes bir diğerinden üstün. Bazısının üç evi iki arabası var. Bazısının evi bile yok. Bir fikir sunuyorsunuz biri işe alınmazken siz alınıyorsunuz, bir soruyu bilmek milyonlarca kişinin önüne atıyor sizi. Peki bunlar sizi zeki mi yapıyor? Hayır. Zeka bence insanın sadece kendiyle yarışması gereken bir şey. Dün bunu yapamıyorken bugün bunu başardığım zaman ben dündeki kendimin önüne geçiyorum. İnsan her yeni gün kendinin önüne geçip geri de bırakırsa geçmişini bir şeyi başarır. Kendimizle kıyaslama yapmayı neden denemiyoruz?  Ben bugün böyleyim düne göre ne kattım kendime, kaç adım attım, kaç km koştum? Boşa mı buyuruyorum yoksa?

Şimdi de küçücük çocukların eline tablet telefon veriyoruz tuş kilidini açıyorlar hatta daha ilerisi oyun oynuyorlar, fotoğraf çekiyorlar... Biz bunu zeki olarak algılıyoruz hemen. Yıl 2017! Teknoloji uçmuş halde her geçen gün yeni telefonlar yeni tabletler çıkıyor milyon tane çağdışı özelliklerle. Çocukların eline o aletleri verip onun yanında oynadığımızda onları algılayabiliyorlar. Yani bir çocuğun yanında yemek de yapsan resim de çizsen eline tencereyi kaşığı boyayı kağıdı verdiğinde o da onları yapmaya başlayacak. Yani tuş kilidini açmayı öğrenince zeki olmuyor; buna şaşırınca bence biz biraz geri zekalı oluyoruz.
                                                            
Hayvanlar onlara yapmaması gereken bir şeyi anlattığında o da yapmıyor ama hiçbirimiz de bu köpek aşırı zeki demiyoruz. Hırsız gireceği eve korumalık yapan köpekler de aşırı zeki mesela. Söz dinleyen hayvanların hepsi deha olmalı o halde.

Hiçbirimiz hiç birimizden üstün değiliz. Matematik çözmek zeka damgası vurdurmamalı insana. Tıp okuyan aşırı zeki değil mühendis olan da mimar olan da... Hiçbir şey bildiğimiz yok tek bildiğimiz şey egomuz. Birinin bizi tatmin etmesi biraz alkışlanmak. Milyonların girdiği sınavda birinci olup madalya takılması gibi. Bence insanın sevdiği işi yapması da zeki olması anlamına gelir.  Yeteneğini kullanması da zeka belirtisidir. Çünkü kazanacağı paraya bakmıyor kaç saat çalışması gerekeceğine ya da. Mutlu olacağı bir şeyi yapıyor burada da o kişinin ne kadar zeki olduğunu anlamalıyız. Tek olay bu kimse kimseden o üniversitede o bölümde o sıralamaya sahip diye üstün değil.

Kendin için bir şey yap. Çok oku mesela çok yaz, çok sil, çok karala... Bugün dünden farklıysan dünyanın en zeki insanı sensin, sadece kendinle yarış.

Yani bu cümlelerin toplamı şu ki zekiyim ondan daha iyiyim demekten artık vazgeç düne göre bugün milyon basamak çıkmış ol yarın için hep biraz daha koş!

Büşra TOPAL

30 Eki 2017

Ölümün Elinden Bir Şeyler Kurtarmak İçin

Ölümün Elinden Bir Şeyler Kurtarmak İçin

Büşra TOPAL

"Anı yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır." (Andre Gide)

Ünlü Fransız yazar Andre Gide'ye ait olan bu  sözü gelin biraz düşünelim.
İçinde bulunduğumuz şu an bir dakika sonrasının anısı olarak kalıyor. O yüzden her anın kıymetini bilerek anıya çevirmeliyiz. Geçen her saniyeyi gerçekten yaşayarak keyif alarak geçirdiğimizde boş bir ömrün önüne geçmiş oluyoruz.  Yazarın da burada anlatmak istediğini nesnel bir dille ifade edersek; gittiğimiz yerlerin, arkadaşların, o anda yanında bulunduğumuz kişilerin ortamın fotoğrafını çekip ölümsüzleştirmek gibi de algılayabiliriz. 

Çünkü fotoğraflar ne kadar gerçeği yansıttığını düşündüğümüz ama çoğu zaman bunun tam tersi olduğunu gördüğümüzde yıllar sonrasında o günü hatırlayıp anıları tazelememize yardımcı oluyor. 

Aslında bu dönemde hepimiz anı ölümsüzleştiriyoruz. Hepimiz bir öz çekimimizle, bir tweetimizle ölümün elinden çok şey kurtarıyoruz. Sosyal medya dünyamıza geldiğinden beri her saniye fotoğraflarda kendimizi mükemmel bir hayat yaşıyormuş gibi göstermek zorunda hissediyoruz.

 Şu aralar belki de tek düşündüğümüz şey herkes herkesin hayatından daha üstün olmalı kimse mutsuz olduğunu öz çekimlere yansıtmamalı. Kimse ileriyi düşünerek fotoğraf çekmiyor. Kimse mektup yazmıyor. Kimsenin elinde gelecekte tutunabilecek bir gerçeği yok. 

Yazmak kelimesini bu konuya dahil bile etmiyorum. Şu an geçirdiğimiz anın an diye kalmasını istediğimiz dahilinde yazma kavramını hayatımıza sokuyoruz. "Anı yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır"sözünde yazar bence ölümün elinden kurtarabileceğimiz tek şeyin yazı olduğunu anlamamızı istiyor. Çünkü yazmak ne fotoğraf çekmeye benziyor ne tweet atma ya kağıt ve kalemi eline alınca kimseye kanıtlamak istemediğimiz sahte maskeleri çıkardığımızda saf bir yüreğin temiz bir zamanın penceresinin ardından dökülüyor kelimeler. 

Yıllardır süregelen mektuplaşmaların o saflığı sıra sıra dizilen o anı kitaplarının sayfalarındaki sevinci de hüznü de şeffaf yansıttığı günler... Birçok yazarın da sevdiği  anı yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır sözü belki de burada yaşantıyı kayıt altına alabileceğimiz en güzel şeyin yazmak olduğunu anlatıyor. Yazmak, yazmak, yazmak...

Anı kitapları başka hayatlara açılan birer kapıdır bence.

Bir Dinozorun Anıları- Mina Urgan
Mina Urgan bu kitabında açık yüreğini, yalın bir dille kaleme alıyor. Kitabı okurken sadece yazarın yaşamını değil tarihten bir zaman dilimini okuyormuş gibi bir hisse kapılıyoruz.


Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu- Salah Birsel
Tamamen kendi anılarından yola çıkarak 1976 yılında yayınlanan deneme türündeki eseridir. Hepimizin de bildiği gibi Salah Birsel'in en ünlü kitabıdır. Yazarın kalemi özlem üzerine kurulmuştur. Beyoğlu sokaklarını, evlerinin tarihsel gelişimini bizlere sunuyor.

Bir Sürgünün Anları- Aziz Nesin
Bursa'da geçirdiği sürgün günlerini, yaşadığı zorlukları, dramı alaycı bir dille anlatır.

On Üç Günün Mektupları- Cemal Süreya
Ciddi bir ameliyat için hastaneye yatan eşi Zuhal Akkanat'a hastanede kaldığı 13 gün boyunca her gün mektup yazar. Kitap 13 mektup içerir.

Belki bugünden sonra biz de an dediğimiz bir saniyemizi anı olmadan yazmaya başlarız. Ölümün elinden kurtarabileceğimiz tek şey yazılardır.

Büşra TOPAL

8 Eki 2017

Bir Roman Yazsaydım İlk Cümlesi...

Bir Roman Yazsaydım İlk Cümlesi...
Büşra TOPAL

Bir kitap neye göre yazılıyor? Ne düşündürüyor, neyi amaçlıyor, ne hissettirmek istiyoruz da taşırıyoruz satırları? Bir roman, bir hikaye, bir masal, bir şiir... Aslında hepsinin de bir amacı var; bir şeyler katmak...

Bir roman yazmış olsaydık giriş cümlesi ne olurdu?
Ülkece bir roman yazmış olsaydık kesinlikle ne romanın konusuna karar verebilirdik ne de giriş cümlesini kurabilirdik. Aşk mı? Siyaset mi? Hayatın zorlukları mı? Kadın mı? Şiddet mi? Hayır, hayır bu konular çok derin girersek dibe batarız.

Hepimizin bir hayali var: kiminin kitap çıkarmak, kiminin ev almak, kiminin araba, kiminin ise sadece sonsuz mutluluk... Gerçekleştiremediklerimizin hayalini  defalarca düşlüyoruz. Peki ya hayalini yazmayı düşündün mü hiç? Ya da onu çizmeyi? Çoğu şeyi feda edip onun için savaştın mı peki?

Yüz milyon kitap okumuşsan da kendi hikayene geldiğinde dilin lâl olacak. Kaç hayal kurduysan, kaçı yıkıldıysa, kaçına sahip olduysan hiçbirinin önemi yok. İster 18 ister 35 ister 50 ister 70 sayıların hiçbir önemi yok geriye dönüp baktığında ne bıraktığının önemi var şu hayatta. Neleri tecrübe ettin, ne dersler çıkardın? Ne için savaştın, pes ettin belki mücadele ettin. Kendin olmaya çalıştın. Hayata neler katarsan kendini o kadar büyütürsün bence. 


Eline bir roman aldığın zaman karakterler, isimler, şehirler, hayaller, umutlar hepsi farklı birer hayat taşımıyor mu? Her iki kapağın arasında milyon tane harf bin bir zihne çiçek açtırmıyor mu? Bir dil bir insansa bir kitapta bir hayat demek bence. O kapağın arasına dalınca sende o hayatta yaşamış oluyorsun. Her kitapta sende bir kahramansın.

Bir roman yazmış olsaydım giriş cümlem; yazdığım roman ne tür olursa olsun ilk cümlem "Hiç" olurdu. Belki yüzlerce sayfanın arasına dokunacaklar belki de içinde kendilerini bulacaklar ama o kapağı kapattığında ne yaşanırsa yaşansın hepsi bir hiç olacak. Romanların büyüsü mükemmel bir his gerçekleşmesi gerekecek kadar güzeller çoğu. Bir roman yazsaydım konusu aşk olurdu. Istıraplı bir aşk hikayesi kırgınlıklar, vazgeçişler, tutkular... Sonra ilk cümlesini "hiç" yazardım ve konuyu ele alırdım baştan sona. Aşka en güzel hiçlik yakışmıyor mu?

Bir romanı elime aldığımda ilk cümlesini ve de son cümlesini okuyorum ilk cümlesiyle son cümlenin arasında nasıl bir fark var diye düşünürüm hep bu da benim yazarla olacak bağımı güçlendirir belki bu da size örnek olur kitapların kapak resminden beğenip değil de içinde ki kelimelere göre seçeriz okuyacağımız hayatları.

Roman; iki kapak arasına sıkışmış onlarca kelimeden ibaret gibi görünse de asıl tanımı bu değil bence. Roman= Hayat. Sizde de öyle olmuyor mu? Bir romanı elinize aldığımız zaman sanki orada da yaşıyoruz ikinci bir hayatımız olmaya başlıyor başka bir dünyada yaşamaya başlıyoruz. Yeni bir kitapta başka bir zaman ve yine bir dünya... Bu heyecanı paylaştığımız pek az kişi olsa da romanların ömrü epeyce uzun.

"Hayatımı bir roman gibi yaşamayı seviyorum." demiş Gerard de Nerval. Belki de burada bir şeyin sonu olduğundan ve bunu gerçek gibi heyecanla yaşadığını anlatmak istemiş.

"İstediğini yap, bu dünya bir romandır ve çelişkilerden meydana gelir."  William Blake

Bütün sanatlar gibi roman sanatı da bir gelenek üzerine kurulur. Bu gelenek yalnız roman geleneği değildir; toplumun kültür geleneğini yaratan bütün davranışların tarihidir. Sanıyorum Kemal Tahir Türk tarihine eğilirken, zengin kültür geleneğimizden esaslı bir biçimde yararlanmanın gereğini duyan ilk romancımızdır… Belki de bunu gerçek anlamıyla kavrayan tek romancımızdı. Oğuz Atay

Belki de Oğuz Atay!ın dediği gibi yazdıklarımız, bizi anlatan şeylerden meydana geliyor tecrübelerimizi dokuyoruz satırlara.

Peki senin giriş cümlen kendi hayatının kelimelerinden mi oluşurdu yoksa hayalinin sözcüklerinden mi?

26 Eyl 2017

Niçin Yazıyorum? Nasıl Yazıyorum?

Niçin yazıyorum? 

Büşra TOPAL

Yaklaşık dokuz yıldır yazıyorum; fakat bu soruyu hiçbir zaman net cevaplayamam galiba. Neye, niçin kim için yazacağımızı bilseydik kelimeler etrafımızda dolaşır dururdu sadece. Beynimizde oluşan fikirler, dilimize düşmeden kursakta düğüm olarak kalan sözcükler, hayaller, tecrübeler ve dahası...

Hayat tecrübelerimizin kanıt olarak kalması için yazılar, şiirler, sözler yazıyoruz bence. Çekilen acıyı kanıtlamak için, gördüğümüz yerlere yazdığımız cümleleri yıllar sonra okuyunca da orada olmuş gibi hissetmek için, mutluluğun, acının, hüznün, yaşantının var olduğunu ispatlamak için belki de.

Bir şiir kolay yazılmıyor; yazmak için yaşamak gerekiyor yaşanan mutluluğu, hüznü her neyse tam anlamıyla okuyan kişiye yansıtmak amaç.

Peki niçin şiir yazıyoruz?

Instagram'a koyduğumuz özçekimlerin  altına şiirleri, sözleri yazmak için değil elbette. Ya da sevgilinin arkasından göndermeli atılan "story"ler için değil. Geçmiş günlerde dillerde dolaşıp mektuplara taşan sevgilinin güzelliğini hangi şair denk getirmişse taç olurdu şiirler günlere. 

Bence şiiri diğer tüm yazılardan ayıran bir özellik var kafiyesi, redifi... Yalnız bununla da kalmıyor elbette insan yazdığı şeyi şiirde son buldurmak istiyor. Sanki tüm diller lal olmuş da son sözü şiir söyleyecekmiş gibi. Ben şiiri yaşadığım aşka adayıp yazıyorum mesela. 

Niçin şiir yazıyorum peki? 

Ruhumu, vücudumu kalbimi, tüm hisleri şiire bürüyorum. İçimde yaşadığım hayalini kurduğum şeyleri bir çatı altında topluyorum yani şiirlerimde. Şiirin diğer yazılara göre daha farklı bir tılsımı var. Çünkü şiir az kelimeyle çok şey söyler. Cemal Süreya, Atilla İlhan, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve daha nicesi şiirlerinde göstermediler mi yaşadıkları aşkı?  Peki ya şiir olmasaydı aşkın denk varlığı olabilir miydi başka? Şiir biraz da ülke kimliğini belli etmez mi sizce de?

Niçin yazı yazıyoruz?

Makale, mektup, deneme, düşünce... Uzun uzun yazdığımız sayfalara hatta defterleri doldurduğumuz o cümleler. Belki kendimizi rahatlatmak adına, belki de konuşmanın hiçbir işe yaramadığı zamanlarda belki aşkı ilan etmekte belki hayata isyan etmekte. Süslü cümlelere gerek duymadan aklımızdan ne geçiyorsa yormadan, yorulmadan yazdığımız o cümlelerin altında neler yaşıyoruz acaba? Kendimize söz geçiremeyince, yalnız kaldığımızda kelimelere sarılıyoruz. Karşındakine laf anlatma düşüncesini, zorluğunu yaşamadan döküveriyoruz kâğıda nefretimizi. Rahatlıyoruz değil mi? Kendimize geliyoruz oh be diyoruz hatta. Bence insan şu çivisi çıkmış dünyaya yazılarla mıh çakmak için yazıyor. Laf anlatmaya çalışmak zor alıp eline kalemi nefretini mutluluğunu sonsuzlaştırmak kolay. Ne demişler söz uçar yazı kalır.

                                               
Nasıl yazıyorum?
Yazı yazmak ne kadar kolay görünüp bir kağıda kaleme baksa da dokuz  yıldır bunun zorluğunu yaşıyorum. Kendini geliştirmek, sürekli üretmek, çağa uymak, yinelememek bu konulara girmeyeceğim bile. Çocukluğumuzda hepimizin yaptığı gibi günlükle başlıyor yazı maceramız. Kimimiz her gece diye başladığımız olaya ertesi gün son getiriyoruz. Eski yazılarımı şimdi okuyorum da bir arpa boyu  yol aldığımı görmek bile  beni mutlu ediyor. Anılar, günlükler yazdığımız o defterlerin yerini şimdi "Twitter"  aldı. Neyse ki sosyal medya sayesinde bazı yazarların cümlelerini, çoğu şairin de şiirlerini ezberledik. Çünkü zamanımız kıymetli değil mi kitap alacağımıza telefon faturası öder olduk.

Nefretimi insanların yüzüne kusacak kadar, hayata, adalete, yaşantıya dil dökmek yerine kağıtlara kelimelerle kusar oldum. Çünkü dilin hiçbir şeye yetmediğini gördüğüm andan itibaren yazıyorum. Bu da bir intihar biçimi bir nev'i; ama  ben bu ölümü seviyorum. Elime kalemi, kağıdı her  aldığımda aslında dünyadaki yerimin orası olduğunu düşünüyorum benim gibi düşünen insanlar; sayfalar kelimeler kitaplar bizler için yaşıyor bence. 

Kendimden kaybolduğum zaman yazıyorum, kendimden kaçmak için değil elbet kendimi bulmak için döküyorum kelimeleri parmak ucumdan. 

Hayatla başa çıkmak için yazıyorum. Çünkü yaşarken unuttuğum ne varsa yazarken hatırlıyorum.

Büşra TOPAL/ edebiyatfatihi.net

11 Nis 2017

Yok Olduklarını Düşün

YOK OLDUKLARINI DÜŞÜN ...

Büşra TOPAL 

Hayatımızda telefon ve internet telefon kullanımı nefes alıp verme gibi olağan bir eyleme dönüştü artık ... Bunun sebebi de biziz. İnternet kullanımı, doğru kullanıldığı takdirde ne kadar faydalı ve işimizi kolaylaştıran birer unsur olduğunu biliyoruz. Artık bilgisayarları aşıp elimize kadar geldi bu kolaylık. Akıllı telefonlarımız, tabletlerimiz amacından çıkıp sadece internette kolay gezinmek adına tasarlanıyor. Ekranı büyütmek, bir şey ararken yazımı kolaylaştırmak, fotoğraf çekmek, günlük hayatta da dünyayı elimizin içine sığdıran birer tasarım harikalarına dönüştü. Zararları mı elbette var... 

 Böylesine devasa bir icadın zararları sağlığımızı etkilese bile kimsenin umurunda olmuyor. Çünkü çağımızın en büyük icadı hepimizin kullandığı telefon ve internet hayatımızı kolaylaştırıyor.

Şimdi gelelim biraz beyin fırtınası yapıp geçmişe dönmeye; hayal edelim 2017'de yaşıyoruz ama telefon ve internet çağımızda yok!

Düşünmek biraz zorluyor bizi. Çünkü neredeyse doğduğumuz günden bu yana bunlar gün geçtikçe gelişen birer teknolojik harikalar.

Telefonlar yok; uzaktaki akrabalarla, arkadaşlarla iletişim sağlamak çok zor çünkü mektup saniyelerle karşı tarafa iletilmiyor. Bugün hasta olmuşsundur ve mektubunla ailene bunu bildiriyorsun mektubun ailene ulaşma süresi ortalama 1 hafta ailen bunu okuduğunda senin için üzülüyor ama gel gelelim onlar bunu okurken siz çoktan iyileştiniz...

Yazılar daha güzel... Telefona tuttuğumuz kısa notlar artık yok kağıt, not defteri çantamızdan ayırmadığımız şeyler haline gelecek. Çok yazacağımız için el yazımız daha okunaklı ve güzel hale dönüşecek.

Fotoğraflar yok; gittiğimiz yerlerin, uzun zaman sonra karşılaştığımız dostlarımızla, komik olayları, ilgimizi çeken figürleri, elimizde tutacak bize yıllar sonra ispatlayacak bir kanıt olmayacak. Hafızamıza her ne kadar o kadrajı sığdırsak da zamanla unutacağız ve bu da belki de telefonun olmasının en ihtiyaçlarından.

Telefonun anlatılacak bir sürü yararı var ama en büyük yararları bunlar diye düşünüyorum.

İnternet yok;
internetin yok oluşunun yanında sosyal medya hesaplarımızında yok olacağı gerçeği var.

Hesaplarımız yok...

 Hemen hemen her saat elimize aldığımız telefonun amacı biraz da olsa hesaplarımıza bakmak arkadaşlarımız, akrabalarımız, ünlüler şu an ne yapıyor ne yiyor ne giymiş nereye gitmiş gibi sorulara cevap veren o story'ler , o postlar. Hesaplar olmasaydı kimin ne yiyip ne giydiğini görmeyecektik bu bir bakıma güzel bir şey olacaktı ;  çünkü her saniye başka bir şeye özenmeyecektik.

Kitap artışı...

 İnternet olmasaydı eski zamanlar gibi ansiklopedi ve kitaplara yönelecektik. İnternet sayesinde saniyede bulduğumuz bilgiyi saatlerce hatta günlerce sayfa sayfa karıştırarak bulacaktık evet okumamızı geliştirecektik fakat daha fazla ağacın kesilmesine  sebep olacaktık. Bunu yanı sıra yazarlara daha büyük saygımız olacak , kıymetlerini bilecektik.

 Daha az bilgi birikimine sahip olacağımız kesin. Kim bir konu hakkında sayfa sayfa bilgiyi yanında taşır ki ama şu an screenshot dediğimiz olay sayesinde bütün okuduğumuz bilgileri kayıt edip cebimizde taşıyabiliyoruz.

Banka ve alışveriş kuyrukları;
artık günlük ihtiyaçlarımızı dahi internet sayesinde yapıyoruz. Fatura ödemelerimizi online gerçekleştiriyor, bankalarda saatlerce sıra beklemek yerine internet sayesinde tek tuşla saniyelerimizi alıyor. Alışverişleri de mağazalarda saatler geçirmek, mevki mevki gezmek yerine dünyadaki ürünleri ayağımıza kadar getirttirebiliyoruz. Kısacası internet bize zaman kazandırıyor bu kalan zamanla da kitap okuyabiliriz.

Ama gel gelelim günlük rutinleri internet sayesinde yaptığımız için kalan zamanımız olması gerekirken saatlerce sosyal medyada zaman geçirip yapılması gereken görevlere bile yapmıyoruz. Tezatlığa bakın..

İşte bunun için interneti doğru kullanmak gerekiyor. Verilen dersleri, emir hitaplı cümleleri kenara bırakıp internetin bize ne kattığını, bizden neleri götürdüğünü oturup bir düşünün. Sonunda fark edeceksiniz ki internet ve telefon zararlı birer icat değil aksine hayatımıza faydası çok büyük. Bunları zararlı hale getiren bizleriz...

BÜŞRA TOPAL

15 Mar 2017

Bulutların Üstünde

Bulutların Üstünde

Büşra Topal

Ne ise uçmanın tanımı.  Neye varınca gökyüzünde oluyorsak, kanatlarımız olmadan nasıl süzülüyorsak bulutlar üstünde?

 Bilmiyorum ama mutlulukla eşdeğer olduğunu tahmin etmek zor değil.
Bedenimiz bir iç deniz... Neyin dalgası da  içimizdeki bu dinginlik? 

Neye bulutların üstü deriz ?
Ben mutluluğa , umuda diyorum.

Umut; hangi konuda hangi zamanda karşımıza çıkarsa çıksın güzel duruyor bedenin üstünde.  Daha bir yaşanılır oluyor, daha çok nefes alıp verme isteği uyandırıyor içimizde.
 
Mutluluğun tanımını yapamayız. Ufacık bile tebessüme mutluluk diyoruz artık ; çünkü gülme isteğimiz pek de  yok şu sıralar. Hayat şartları,  ülke,  aşk acıları,  daha fazla para kazanma hırsı , saplantı haline gelmiş yaşamlar...

 Mutlu kelimesini yakıştıramıyoruz  bir türlü ruhumuza. Sorsan herkes acılı , kederli... Ufacık bir tebessümü çok görüyoruz belki de birbirimize. Hayattan keyif almıyoruz.  Hayat bize hiçbir şey katmıyor. Peki ya biz hayata ne kattık şimdiye kadar? 

Bulutlar üstünde, biraz da mecaz anlamda bakmamak gerek bu kelimelere.

Bulutlar üstünde olduğumuz gerçek anlamda anlar da var. Mesela uzun bir zaman özlem çeken birinin sevdiklerine en kısa sürede ulaşmasını sağlayacak en büyük buluş : Uçak.
  


27 Şub 2017

Bağımlı

  
 Bağımlılık ... Hangi kelimenin yanına düşse uzun zamandır kopamadığımız hayatımıza karargah kurmuş ,  birlikte nefes aldığımız şeyler geliyor aklıma... Kurtulması da öyle okumak kadar kolay değil. 

Hayatımızda biraz yer ettiyse güzel şeyler bağımlı olmak kolay...

Sigara, içki vs.Bunların üstünde durmayacağım bu yazıda asıl anlatmak istediklerim bunlar değil, zararlı olduğunu hepimiz biliyoruz. 

Peki ya  ölümü bilerek her an hissederek, neden ölmeye çalışıyoruz ?

Bağımlılık deyince aklımıza artık bunlar gelmesin yaşadığımız evrene ait  başka şeylere de bağımlıyız

Bir insana bağımlıyız mesela...

Yanan anıların külüne bağımlı oluyoruz . Çıkan dumana...  Acıya da bağımlıyız, mutluluğa da. Git bir omuza bağımlı ol mesela, bir kucağa, bir gülüşe. Mutluluğa , bir çift ele... Güzel yarınlar geçireceğin insanlara. Seni değerli  hissedenlere....  Annene, annenin çiçeklerine. Git olacaksan bir insana  bağlı ol, bağımlı değil ! Onun yüreğine  bağımlı ol. Birine bağlı ol, onun getirdiği mutluluğa bağımlı. Ne olursan ol bu ikisini karıştırma.

Neye bağımlıyız ? Ya da neye bağımlı değiliz?

Peki sizin de kitaplara bağımlılığınız var mı ? Yani sonu gelince çok üzüldüğünüz, bir boşluğa düştüğünüz cinsten. Yoksa bir sonraki paragrafa geçin lütfen. Bu hissi bilmeyen kişilere anlatmak zor.