AÇIKLAMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AÇIKLAMASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ara 2016

KARACAOĞLAN KOŞMASI,ZİHNİYET UNSURLARI,AÇIKLAMASI,TEMASI,KONUSU,TÜRÜ,İNCELEMESİ


Ala gözlerini sevdiğim dilber 
Şu gelip geçtiğin yerler öğünsün 
Kadir mevla'm seni öğmüş yaratmış 
Kısmeti olduğun kullar öğünsün 
 
Huri melek var mı senin soyunda 
Ah-ü zarım kaldı uzun boyunda 
Kadir gecesinde bayram ayında 
Üstüne gölg'olan dallar öğünsün 
 
Huri kızlar sürmelemiş gözünü 
İlin aşiretin çeksin nazını 
Kaldır perçemini görem yüzünü 
Yüzüne dökülen teller öğünsün 
 
Karac'oğlan der ki garibim garip 
Garibin halinden ne bilsin tabip 
Akşamdan soyunup koynuna girip 
Boynuna dolanan kollar öğünsün 
 
KARACOĞLAN


Tüm inceleme : www.edebiyatfatihi.netAÇIKLAMA :

Karacoğlan'a ait bu koşma aşık tarzı şiir geleneğine bağlıdır.
YAPI ,AHENK UNSURLARI , İÇERİK İNCELEMESİ
NAZIM BİRİMİ: Dörtlük
NAZIM BiÇİMİ :Koşma
NAZIM TÜRÜ : Güzelleme
ÖLÇÜSÜ: 11'Lİ HECE ÖLÇÜSÜ 
KAFİYE ÖRGÜSÜ : abcb/dddb/eeeb

TEMASI : AŞK , SEVGİLİ

ZİHNİYET UNSURLARI
Koşmada zihniyet unsurlarını şu kelime ve kelime grupları temsil etmektedir.edebiyatfatihi.net

  • KADİR MEVLAM 
  • NAMAZ
  • HURİ MELEK
  • KADİR GECESİ
  • BAYRAM AYI dini zihniyet unsurlarıdır.


Aşiret ise dönemin sosyal zihniyeti hakkında bilgi vermektedir.

GELENEĞİ : Aşık tarzı halk şiiri


1 Ara 2016

NABİ'NİN GAZELİ ,AÇIKLAMASI,NAZIM ŞEKLİ,BİRİMİ,BİRİMELRİN AÇIKLAMASI,YORUMU,

NABİ'NİN GAZELİ ,AÇIKLAMASI,NAZIM ŞEKLİ,BİRİMİ,BİRİMELRİN AÇIKLAMASI,YORUMU,
GAZEL


Cem'in tamâma irüp devri câm kalmışdur
O camdan da bu meclisde nâm kalmışdur
                                         Telmih

Rüsûm-i lütf u kerem halk içinde mensidür
Fakat alıp virilür bir selâm kalmışdur

Rakîb sâye-i lütfunda oldı perverde
Anınçün ey gül-i ter böyle hâm kalmışdur
              Nidâ
Cihan içinde murâdum ne ise virdi kaza
Hemân bir almadıgum intikam kalmışdur

Ümîd kâtib-i takdirden müsâadedür
Cerîde-i emelüm nâ-tamâm kalmışdur
Nâbî


GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
  • Cem'in devri sona ermiş ve (ondan) kadeh kalmıştır. O kadehin de bu mecliste (sadece) ismi kalmıştır.
  • Cömertlik ve iyilik âdetleri halk içinde unutulmuş, Fakat alınıp verilen bir selam kalmıştır.
  • Ey taze gül (sevgili)! Rakip senin iyiliğinin gölgesinde beslenip büyüdüğü için böyle ham kalmıştır.
  • Kader, dünyadaki bütün isteklerimi verdi. Ancak almadığım sadece (kötülüklerden) intikam kalmıştır.
  • Kaderi yazan (Allah)’dan, tamamlanmamış olan emel defterimitamamlamak için izin vermesini umuyorum.
Nazım Şekli: Gazel
Nazım Birimi: Beyit
Ritim ve ahenk: Aruz Ölçüsü "mefâîlün / feilâtün / mefâîlün / feilün" kullanılmıştır.
Kafiye Düzeni: aa/ba/ca/da/ea
Kafiyeleri:  "âm" zengin uyak
Redifleri: "kalmışdur" 
Dil: Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımı ağır dil.
Tema: Hayattan, dönemden şikâyet.
Gelenek: Divan Edebiyatı geleneği. Divan Edebiyatı’nın kaynakları: “Bilinen hikâyeler, kişiler, söz sanatları, mazmunlar, İslam dini”dir.

GAZELİN AÇIKLAMASI: Cem, Pişdâdiyan sülalesinin dördüncü hükümdarı olup Nuh Peygamber zamanında, İran mitolojisine göre yedi yüz ya da bin yıl yaşamıştır. Cem, halkını âlimler, askerler, çiftçiler ve sanatkârlar olmak üzere 4 kısma ayırmış. İnsanlara faydalı olan birçok sanatı o icat etmiş. Güneş yılını o kabul etmiş ve Nevruz’u yılbaşı kabul etmiştir. Şarabı bulanın o olduğu söylenir.
Efsâneye göre Cem, dünyayı dolaşırken Azerbaycan'a gelince burayı beğenip gündoğusunda yüksek bir yere mücevherlerle süslü bir taht yerleştirmiş. Güneşin doğuşuna yakın kendisi de mücevher iş­lemeli kaftanlarını giyip bu tahta oturmuş. Güneş doğunca taht, tâc ve kaftan parlamaya başlamış. Halk bunu görünce o güne nevruz (yeni gün) Cem'e de Cem-şid (Işık şahı) de­miştir.
  
Birimlerde İşlenen Konular
1. Birim Cem'in devri sona ermiş ve ondan geriye bir kadeh kalmış, o kadehin de bu mecliste sadece adı kalmıştır.
2. Birim Yaşanılan devirde halk içinde cömertlik ve iyilik unutulmuş, geriye sadece kuru bir selam kalmıştır.
3. Birim Şair sevgilisine seslenmiş, aralarını bozmak isteyen rakiplerin, cömert sevgilisinin yanında kaldığı için olgunlaşamadığını anlatmıştır.
4. Birim Kader, şaire dünyadaki bütün isteklerini vermiş, sadece kötülüklerden intikam alma fırsatını vermemiştir.
5. Birim Şair, kaderi yazan Allah'tan, tamamlanmamış olan emel defterini tamamlamak için izin vermesini ümit etmektedir.
Gazelin birinci ve üçüncü beyitleri arasında anlam bakımından bir ilişki yoktur. Çünkü Divan Edebiyatı’nda anlam bir beyitte tamamlanır. Diğer beyitlerde farklı anlam birlikleri bulunur. Gazellerde bütünün değil, parçanın, yani beyitin güzelliği esastır.

1 Kas 2016

“NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” ŞİİRİNİN KAFİYE VE REDİFLERİ,İÇERİĞİ, ÖLÇÜSÜ,TEMASI,KONUSU,DİL VE ANLATIMI,AÇIKLAMASI

“NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” ŞİİRİNİN KAFİYE VE REDİFLERİ,ÖLÇÜSÜ,TEMASI,KONUSU,ZİHNİYETİ,AÇIKLAMASI

“NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” ŞİİRİNİN KAFİYE VE REDİFLERİ,İÇERİĞİ, ÖLÇÜSÜ,TEMASI,KONUSU,DİL VE ANLATIMI,AÇIKLAMASI
“NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” ŞİİRİ ÜZERİNE 
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüyâ rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
            (A.HamdiTanpınar)
            Yaşamla ölümün bıçak sırtı düzleminde, sersem sepet gezinip duran insanoğlunu, her zaman ilgilendirmiştir zaman kavramı. Özellikle de sanatçıları: Şairleri, yazarları, ressamları, müzisyenleri… Bu kişilerin yaşam boyunca ortaya koydukları, koymaya çalıştıkları şeyler de, zamanla didişmekten başka bir şey değildir aslında.
            Şairler ve yazarlar, zamanı alt etmek için kendilerine yazılı anlatımı kalkan olarak seçmiş kişilerdir. Şairler, yapıtlarında (şiirlerinde) zaman sözcüğünü şiirsel düzlemde kullanırlar ve ellerindeki kalkanı daha da sağlamlaştırmaya çalışırlar.
            Şiir, zaman kavramını somutlama aracı olarak kullanılmaktadır şairler tarafından.
            Ahmet Hamdi Tanpınar da şiirlerinde zaman kavramına yer veren, zamanı şiirle yoğurmaya çalışan şairlerimizdendir. Bu yazıda, Tanpınar’ın “Ne İçindeyim Zamanın” adlı şiirine bu açıdan bakılacak ve şiir  incelenecektir.
            Önce şiirin, içeriğe de yansıyan biçim özellileri üzerinde durmak gerekiyor. Bu özellikleri şöyle belirleyebiliriz:
a-      Şiir dörtlüklerden meydana gelmektedir.
b-     Şiirde sekizli hece ölçüsü kullanılmıştır.
c-      Şiirde çapraz uyak düzeninden (abab, cdcd, efef, ghgh) yararlanılmıştır.
Yukarıda sözü edilen biçim özellikleri şiire bir yandan kısıtlamalar getirirken, öte yandan da şiirin genişlemesine olanak tanımıştır.
            Kısıtlamalar getirmiştir: Belirli bir ölçü ve uyak düzeninde ister istemez sınırlara dayanırsınız.
            Genişlemesine olanak tanımıştır: Her dörtlükte şiirin bütünü içinde düşüncenin, duygunun yayılması söz konusudur.
            Şair, şiirin ilk dizesine “ne… ne de”yi yerleştirerek kararsızlığı gündeme getirmektedir. Zamanın içinde olmamak, bir varlık, bir nesne, bir şey olarak zaman dışı olmak yaşamamak olmasa gerektir. Zamanın büsbütün dışında olmamak ise, sanırım, yaşamsallığa, bir varlık olarak “hayatiyet bulma”ya işarettir.
            Yaşamı, nesneleri, zamanı adlandıran insanoğlu olduğuna göre “yekpare, geniş bir an”, “ezel ve ebed” içerisindeki algılamamızın bir yansımasıdır olsa olsa.
            Bu yorum içinde ilk dörtlüğe bir bütün olarak bakıldığında, görülecek olan şudur: İlk iki dizedeki zaman karşısındaki kararsızlık, netleşememe, üç ve dördüncü dizelerde yerini belirginliğe bırakmaktadır. Zaman, insanın sınırlandırıcı düş gücüyle, kavramlaştırıcılığı ve adlandırıcılığıyla bir savunma düzeneği olmuştur. Bu nedenle, zamanın içinde ya da dışında olmak, kâr ya da zarar değildir. Kısaca, insan, tek parça anların ayrılmaz akışında debelenip durmaktadır.
 https://www.edebiyatfatihi.net/

            Rüyalar belki de yaşamımızın en gerçekçi göstergeleri,kendimizle buluştuğumuz,hesaplaştığımız anlar toplamıdır.
         Tanpınar,ikinci dörtlükte “bir garip rüya rengi”nden söz etmektedir. Rüya,yaşamımızın en gerçekçi göstergesi olmasına karşın somut bir şey değildir. Dolayısıyla,rüyanın –gerçek anlamda-renginden konuşmak da söz konusu olamaz. Birinci dizedeki “bir garip rüya rengi”,ikinci dizedeki”her şekil”i uyuşturan,devinimsiz kılan,yaşamla yarı yaşam olan rüya hali arasındaki çizgiyi anlatan bir “yakıştırma”dır. Uyku ile uyuşukluk örtüşmesinde rüyanın payı elbette inkar edilemez ve sanırım bu iki dizede (Bir garip rüya rengiyle/Uyuşmuş gibi her şekil) rüya halinin,insanın uyuşukluğuna denk düşme düşüncesi şiirleştirilmiştir.
İlk bakışta,bölümün ilk iki dizesiyle sonraki iki dizesi arasında bir karşıtlık varmış gibi görünmektedir. Çünkü ilk iki dizede rüya halinden kaynaklanan uyuşukluk söz konusu iken, son (üçüncü ve dördüncü) dizelerde bir devinimden, devinimle bağdaştırılacak bir nesneden,tüyden,söz edilmektedir. Tüyün ifade ettiği eğretileme ise sonunda şaire,şairin ruh haline ve oradan da bedensel yapısına yansımaktadır:”Rüzgarda uçan tüy bile/Benim kadar hafif değil.”
Üçüncü dörtlükte, şairle (ya da şiir kişisiyle) ilgili ve ikişer dizeden oluşan bir yapı var. İlk iki dizide maddi durumu anlatan bir betimleme söz konusu: “Başım sükutu öğüten/ Uçsuz bucaksız değirmen.” “Baş” (duygu dünyasına yön veren nesne), değirmene, üstelik uçsuz bucaksız değirmene benzetilmektedir. Değirmende  -şairin düşleminde-  öğütülen, un ufak edilen, zaman karşısında yoksanan ise “sükût”tur. Uçsuz bucaksızlık içindeki dağınık sessizlik…
Dörtlüğün üçüncü ve dördüncü dizelerinde soyut bir varlık (iç), somut bir varlığa (derviş) benzetilmektedir. Burada bu benzetmeden çok, son belirleme (muradına ermiş bir dervişin durumu) önemlidir. Şair, bu belirmeyle zaman karşısındaki durumun gözler önüne sermektedir: “Benim sorunum zamanla!”
Bu dörtlükte kullanılan benzetme sözcüklerinin dizelere yerleştirilme biçimi de dikkat çekicidir. Bu biçim, şöyle gösterilebilir:
Başım…………………………….
………………………..değirmen
İçim………………………………..
…………………………….derviş
(Benzetme ögeleri, çapraz olarak dize başında ve sonunda yer almaktadır.)
            Bu dizilişte, benzetme ögelerinin, dörtlüğün hem biçim, hem de içerik belirlemesinde etkili olduğu görülebilir. Zaman kavramının bilinçli ya da kurgusal olarak algılandığı yer, dünyamızdır. Çünkü  -en azından şimdilik-  zamanı algılayan insanoğlu dünyada yaşıyor. Şair de sanırım bu düşünceden hareketle, insanın zaman karşısındaki çaresizliğini biraz olsun hafifletmek için “Kökü bende bir sarmaşık/ Olmuş dünya sezmekteyim” benzetmesine tutunmaktadır.
Masmavi bir ışık ortasında (yaşamla ölüm arasında, zamanın tedirgin ettiği bir dünyada) dönenip duran şair, son iki dizeyle başa, zaman karşısındaki kararsızlığa dönmektedir.
“Ne İçindeyim Zamanın” şiiri, biçim olarak kolay bir şiir olarak görünmesine karşın, zaman gibi “belalı” bir kavramı ele alması bakımından duyumsanması bile güç bir şiir olarak karşımızda durmaktadır.
(Fahrettin Koyuncu, Düş Körükçüleri, Suteni Yayıncılık, 1997)

29 Eyl 2016

ZİYA PAŞANIN GAZELİ ,AÇIKLAMASI ,YORUMLAMASI

Sevgili takipçilerimiz , bu yazımızda 19.yüzyılın önemli devlet adamı ve şairi Ziya Paşanın ünlü gazelini açıklayıp yorumlayacağız... Ziya Paşa Tanzimat döneminde Doğu-Batı çatışmasını en çok yaşayan sanatçı olup şiirlerinde yaşadığı döneme eleştirel bir bakış açısı getirmiştir...Aşağıdaki gazelinde bunu görmekteyiz...www.edebiyatfatihi.net

3 Şub 2016

MİHRİBAN ŞİİRİNİN KAFİYE VE REDİFLERİ,SÖZ SANATLARI,TEMASI,AÇIKLAMASI,BİÇİM ÖZELLİKLERİ,İNCELEMESİ


MİHRİBANSarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.

Yâr deyince, kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lâmbada titreyen alev üşüyor
Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.

Önce naz, sonra söz ve sonra hile...
Sevilen, seveni düşürür dile
Seneler, asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban.

Tabiplerde ilâç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.

Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne...
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı...
Çözemedim... Çözülmüyor Mihriban.

Dosta Doğru
ABDURRAHİM KARAKOÇ


İNCELEMESİ
www.edebiyatfatihi.net
BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ
Nazım birimi: Dörtlük /6 birimden oluşmuştur.
Nazım biçimi : Koşma biçiminde ,  aşık tarzı halk şiiri geleneğinde yazılmıştır.


AHENK UNSURLARI:
Ölçüsü: 11'li hece ölçüsüyle yazılmıştır.SON DİZELER 4+4+3 DURAK  ŞEKLİNDEDİR. DİĞER DİZELER İSE 6+5 DURAKLAMALIDIR. FAKAT 3.DİZE DE BAZI YERLERDE 4+4+3 BAZI YERLERDE DE 6+5 DURAKLAMA KULLANILMIŞTIR.

KAFİYE VE REDİFLERİ:
Mihriban Şiirinin Kafiye ve Redifleri:
1. Dörtlük
gönlümü, ölümü: "l" yarım kafiye , "ümü" ler redif
ilmiyor mihriban: Redif ,"z," yarım uyak
LÜTFEN DİKKAT : 
HER dörtlüğün son dizesi kendi arasında kafiye ve rediflidir. "(I)LMIYOR" REDİF , "Z" YARIM UYAK
BU YÜZDEN KAFİYE ŞEMASINDA aynı harfi veriyoruz...aaab/cccb/dddb/eeeb 
2. Dörtlük
düşüyor, şaşıyor, üşüyor: "ş"  yarım kafiye , " ıyor" redif
3. Dörtlük
hile, dile, bile: "ile" zengin kafiye
4. Dörtlük
yarama, arama, var ama: "ama" zengin uyak
5. Dörtlük
gülüne, külüne, tahammülüne: "ül" tam kafiye  , "üne" REDİF
6. Dörtlük
anlamı, gamı, tamamı: amı‘lar zengin kafiye

KAFİYE ŞEMASI: abab/cccb/dddb/eeeb/fffb/gggb
AYRICA ŞİİRDE ALİTERASYON ,ASONANS diğer ahenk unsurlarıdır.


Mihriban Şiirinin Söz Sanatları:
Nida : (seslenme) Mihriban 

Teşbih (Benzetme) : Sarı saçlarını deli gönlümü

Teşhis (Kişileştirme) : Lambada titreyen alev üşüyor , şaştım kara bahtın tahammülüne

Tenasüp (Uygunluk) : Titremek, alev, üşümek kelimeleri arasında tenasüp yapılmıştır.

Tenasüp (Uygunluk) : Tabip, ilaç, yara kelimeleri arasında tenasüp yapılmıştır.

Tenasüp : Bülbül ve gül kelimeleri arasında tenasüp yapılmıştır.

Mübalağa (abartma) : Kar koysan köz olur aşkın külüne

Tekrir (Tekrarlama) : Mihriban sözcüğü her birimde tekrar edilerek tekrir sanatı yapılmıştır

TEMA: AŞK
ŞİİR DİLİ : Sade , yalın , lirik bir halk dili kullanılmıştır.
GELENEK: Aşık tarzı halk şiiri geleneğine bağlı yazılmıştır.Hece ölçüsünün kullanılması , sade ve yalın bir dil bu geleneğin özellikleridir.
www.edebiyatfatihi.net
Abdurrahim Karakoç ve Mihriban
Ferhat YILDIRIM /FIRAT ÜNİV
“Abdurrahim Karakoç, 9 şiir kitabına, halk edebiyatı türünde sosyal olayları ve bireysel duyuşları aynı anda özümseyebilen, dağı delen Ferhat’ın yüreğinde taşıdığı Şirin’i “Mihriban” zirvesiyle yüceltirken, dağın bağrından akıtacağı suyun halkına bereket getireceği umudunu hep diri tutmuş bir idealisttir. ”Maraş diyarı” menşeli şairlerden olan Karakoç, çok yönlü bir yapısı olan şairlerdendir.” Diye bahsediyor bir hemşerilisi Karakoç hakkında. Burada Karakoç’un hayatından, eserlerinden ya da kaç şiirinin bestelendiğinden bahsetmeyeceğim ama bu demek değildir ki önemli biri değil hissettiklerini açık ve samimi bir şekilde ifade eden ender kişilerdendir. Hayatını ya da eserlerini isteyen her kişi en kısa yoldan internetten edinebilir. Benim anlatmak istediğim ise Karakoç ile nasıl tanıştığım ya da onu nasıl tanıdığımdır. Ortaokul yıllarında duyduğum bir hikayeden sonra Abdurrahim Karakoç hakkında daha çok bilgi edinme yoluna girdim. İşte sizlere bu hikayeden bahsetmek istiyorum. Olur da hala Karakoç’u tanımayanlar ya da tanımak istemeyenler belki ilgilenirler. Hikayeye gelince:
Rivayete göre; Karakoç üniversiteyi kazanmış ve üniversitenin ilk günü erkenden gelip sınıfın kapısını tam karşıdan gören bir sıraya oturmuş ve içeri girenler hakkında (kendi kendisine) önyargıda bulunmaya başlamış.”Şu iyi birisine benziyor. Buna dikkat etmek lazım. Bundan korkulur” gibilerinden. İşte tam bu sırada içeri sarışın, melek yüzlü, masum mu masum bakışları olan bir kız girmiş. Karakoç bunu görür görmez âşık olmuş. Tüm kimyası birden değişmiş. Zaman geçtikçe önce bu kızın adının “Mihriban” olduğunu öğrenmiş, sonra Mihriban’la tanışmış. Zaman geçtikçe Mihriban’la giderek daha samimi olurlar ve artık ortak bir arkadaş grupları oluşur. Çevresinde bunlar yaşanırken Karakoç’un içindeki ateş giderek büyüyor. Yanındayken dokunamamak, sarılamamak dayanılmaz bir hal alıyor. Arkadaş grubunda yedikleri, içtikleri ayrı gitmiyor. Her gün beraberler okulda, öğrenci evlerinde. Tüm bunlar olurken arkadaşları da artık durumdan anlıyorlar çünkü Karakoç, Mihriban’ı görünce ne yapacağını şaşırıyor, okula gelmediği günlerde hemen kız arkadaşlarına koşup soruyor. Tabi bu durum Mihriban’ının da dikkatinden kaçmıyor, kimseye belli etmese de içten içe bu durumdan hoşnutluk duyuyor. Zaman geçtikçe erkekler Karakoç’u, kızlar da Mihriban’ı sıkıştırıyorlar birbirlerine açılmaları konusunda. Tabi bu arada Mihriban’ın talipleri de çıkıyor netice de genç ve güzel bir bayan. Ama Mihriban bu tekliflerin hiçbirine burnun ucuyla bile bakmamıştır. Karakoç, Mihriban’a talip olanları duyunca beyninden vurulmuşa dönüyor ve hemen o kişilerin yollarını kesip onları tehdit etmeye başlıyor. Bir yandan böyle davrana Karakoç bir yandan da tekliflerin reddedildiğini öğrenince de sevinçten ne yapacağını bilmiyor. Bu durumu öğrenen Mihriban, bazen kızmış gibi yapıyor ama bu durum çok hoşuna gidiyor. Aradan zaman geçiyor, samimiyetlikleri, sevgileri giderek artıyor. Artık üniversitenin son yılına gelinmiştir ama hala kimse birbirine açılmamıştır. Bu durum arkadaşları arasında espri konusu bile olmaya başlamıştır. Her ikisi de birbirini sevdiğini bilmektedir ama ne hükümse hiçbiri bir türlü açılma yolunu seçmiyor. Karakoç, tipik bir Anadolu genci gibi utangaç, çekingen birisidir ve Mihriban’la konuşursa onu üzeceğini ya da aşkının karşılık bulmayacağından çekinmektedir sürekli. Mihriban ise böyle konularda ilk adımın daima erkeklerden gelmesi gerektiğini düşünmektedir. Zaman Karakoç için çok hızlı geçmektedir ve artık üniversitenin son dönemi gelip çatmıştır. Bir taraftan erkekler Karakoç’ sıkıştırırken, kızlar da Mihriban’ı sıkıştırmaya başlamışlar. Çünkü birbirini böyle çok seven arkadaşlarının artık birbirlerine kavuşmalarını istiyorlar. Artık bu durumdan arkadaşları da rahatsız olmaya başlıyor. Üniversitenin bitmesi yaklaştıkça arkadaşları bu işin çözülmesi için çareler düşünürken; içlerinden biri:”Birbirlerine açılmaya kadar ikisiyle de konuşmayalım.”önerisini ortaya atıyor. Hepsi arkadaşlarının mutluluğu için bunu kabul ediyor ve o günden sonra Karakoç’un tek konuşabildiği kişi Mihriban, Mihriban’ın da konuşabildiği tek kişi Abdurrahim’dir. Aslında her ikisi de bunca yıllık arkadaşlarının kendileriyle niçin konuşmadıklarını çok iyi bilmektedirler ama ikisi de bu durumu düzeltmek için hiçbir şey yapmamaktadırlar. Aslında Karakoç çok kere aşkını anlatmaya çalışmıştır ama ne zaman Mihriban’la yalnız kalsalar bir türlü konuşamamakta, kendisini anlatamamaktadır. Sanki her şey kendisine engel oluyor, hissine kapılıyor. Çünkü ne zaman konuşmak istese ya yalnız kalamıyorlar ya da bir türlü konuşamıyor. Artık her ikisi de bu durumdan sıkılmaya başlamıştır, üniversite çekilmiyordur. Derken yine Mihriban’a biri talip olmuştur ve bu sefer Mihriban teklifi düşünmesi için zaman istiyor. Bunu duyan arkadaşları niçin böyle bir şey yaptığına bir türlü akıl erdiremiyorlar ve dayanamayıp Mihriban’a cevabının ne olacağını soruyorlar. Mihriban da artık bu durumdan sıkıldığını ve Karakoç’a çok kızgın olduğunu söyleyerek, bu sefer teklife hayır demeyeceğini arkadaşlarına söylüyor. Arkadaşları duyduklarının şokunu atlatmadan Mihriban oradan uzaklaşıyor. Sessiz ve kimsesiz bir köşeye çekilip hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Arkadaşları bunun bir şaka olduğunu düşünüyor çünkü birbirini böyle seven iki aşığın sonunun böyle olacağına hiç inanmıyorlar. Bir yandan da bu durumu Karakoç’ söyleyip söylemeyeceklerini kara kara düşünmeye başlıyor ve bu durumu öğrenmesi durumun Karakoç’un gidip konuşacağını düşünerek, ona söylüyorlar. Eve gidip, anlatmak için yola çıkıyorlar. Eve geldiklerinde Karakoç onlara doğru sevinçle koşarak, bağıra bağıra “Bitti, bitti, sonunda bitirebildim” diyor. Arkadaşları da biran söyleyeceklerini unutup,”Ne oldu, neyi bitirdin?” diye merakla sormaya başlamışlar. Karakoç’ta, Mihriban’a kendimi anlatacak bir şiir yazmaya çalıştığını ve sonunda bitirebildiğini söylemiştir. Arkadaşları da sevinçle sonunda konuşacaksın öyle mi ama bir sorun var. Karakoç’ta merakla ” Ne oldu, Mihriban’a mı bir şey oldu, o iyi öyle değil mi?” soruları arka arkaya sıralamaya başlıyor. Birkaç saniye sonra ortamı büyük bir sessizlik kaplar ve herkes birbirine çaresizce bakmaya başlar. Durumu Karakoç’a nasıl anlatacaklarını kara kara düşünmeye başlarlar. Karakoç birden bağırır ve “Ne oldu?” birisi bir şey söylesin, der. Arkadaşları da çaresizce vaziyeti anlatırlar. Tüm yaşananları duyan Karakoç ceketini alıp, kendisini sokağa atar. Arkasından koşan arkadaşları onun izini kaybederler. Birkaç gün Karakoç’u kimse görmez. Arkadaşları giderek korkmaya başlar ve Karakoç’un kendisine bir şey yaptığını düşünürler. Tüm bu yaşananlardan habersiz olan Mihriban ise bu arada üniversiteye gelmez ve nişan hazırlıklarıyla uğraşmaya başlar. Mihriban’ı arayan kimse bulamaz. Bir gün sonra Karakoç ortaya çıkar. Üstü başı çamur içindedir ama yüzü üstünden de beter bir haldedir. Arkadaşları, onu teselli etmeye çalışırlar ama o, hiç kimseyle konuşmaz. Yaşayan bir ölü misali üniversiteye gider, gelir. Bu arada Mihriban da ortaya çıkmıştır ve arkadaşlarına nişanlandığını söylemiştir. Karakoç’un durumunu görünce dayanamaz ve arkadaşlarına ne olduğunu sorar. Nişanı duyan arkadaşları Karakoç’un, Mihriban’ın gözünde küçük düşmemesi için çok sevdiği bir yakınını kaybettiğini söylerler. Bunu duyan Mihriban dayanmayıp Karakoç’un yanına gider ve “Başın sağolsun” der. Şaşkın bir şekilde Mihriban’a bakan Karakoç’un gözünden iki damla yaş akar ve başını sallayarak, daha fazla dayanamaz ve oradan hızla ayrılır. Bu olay Mihriban’ın Karakoç’u gördüğü son olay olur. Mezuniyet törenine bile katılmayan Karakoç’a ne olduğunu hiç kimse bilmez.
Tabi ki hikaye bu şeklide bitmiyor ama hikayeye devam etmeden Karakoç’un, Mihriban için yazdığı şiirden bahsedelim.Karakoç, Mihriban için bir çok şiir yazmıştır ama bu şiirin ayrı bir yeri vardır çünkü; bu şiirle aşkını anlatacağını düşünmüştür ama hiçbir şey hayal ettiği gibi gitmemiştir ve bu şiiri Mihriban’a verememiştir.İşte bir gencin yüreğinin derinliklerinden koparak oluşan o meşhur şiir:

                             
MİHRİBAN 

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban 
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban 

Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban 

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban 

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban 

Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban  

Tüm bu yaşananlardan sonra herkes bir tarafa dağılmıştır ama Karakoç’un nerede olduğunu hiç kimse bilmemektedir. Mihriban ise Edebiyat Öğretmeni olarak atanmıştır. Aradan birkaç sene geçtikten sonra günün birinde Mihriban’ın bulunduğu ilde edebiyatçılardan oluşan bir grubun bir söyleşi vereceği ve herkesin bu söyleşiye davetli olduğunu anons eden sesi duyan Mihriban buna gitme kararı alır. Anonsta hangi edebiyatçılarında olduğu söylenir ama Mihriban kimlerin olduğunu anlayamaz. O gün gelir ve Mihriban en ön sıralardan birine oturur. Konuşmacılar sahneye çıkar ve söyleşi başlar. Konuşmacılardan biri söyleşinin sonunda genç bir şairin şiir okuyacağını söyler ama bu genç şairin kim olduğunu söylemez. Söyleşi Mihriban için çok zevkli geçmiştir ve bir ara gizemli şairi düşünür “acaba kim?” diye. Söyleşinin sonuna doğru konuşmacılardan biri işte sizlere sözünü ettiğimiz genç şair der ama tam ismini söyleyecekken, söyleşinin havasına kapılan seyirciler daha ismini bile duymadan alkışlamaya başlar ve konuşmacı da ismi söylemekten vazgeçer. Sahneye çıkan Karakoç’tur. Seyircileri selamlayan Karakoç, bir yandan da seyirciler arasında tanıdık kimse olup olmadığına göz ucuyla bakar ve birden ön sırada ki sarı saçlı bayan dikkatini çeker ve o tarafa döner. Dönerken de aklına üniversitenin ilk günü yaşadıkları gelir. Hafif bir tebessümle döner ve gözlerine inanamaz. Karşısında duran kişinin Mihriban olduğunu görünce yüreğinin sanki yerinden fırlayıp Mihriban’ın kucağına konduğunu hisseder. Karakoç bunları yaşarken Mihriban ise o yağız delikanlının ayaklarına kapanmak için kendisini zor tutar. Tüm bunlar yaşanırken Karakoç o meşhur, insanı aşık eden o yüce duygularla dolu şiirini okumaya başlıyor.”Sarı saçlarını deli gönlümü / bağlamışım, çözülmüyor Mihriban “ diye başlıyor okumaya Karakoç, okurken de Mihriban’a bakıyor.İlk mısraları duyar duymaz yüreğinde biriken tüm sevginin gücüyle haykıra haykıra ağlamaya başlıyor.Seyirciler bir yandan kendilerini şiirin büyüsüne kaptırırken bir yandan da bu bayanın neden ağladığını merak ediyorlar.Karakoç şiirini bitirip seyircileri tekrar selamladıktan sonra kulise dönüyor.Soyunma odasına girip ağlamaya başlıyor.Hayatın ne kadar acımasız olduğunu haykırıyor.Kendi kendine “Ben seni böyle mi görecektim?” diye söylenmeye başlıyor.Yüreğindeki sevgi ve acıya daha fazla dayanamayan Mihriban koşarak kulise yöneliyor.Karakoç’u ararken de bir yandan da çocuk gibi seviniyor.Kapıya vuruyor ve içeriden “Buyurun.” Sesini duyunca içeri giriyor ve Karakoç’un kapıya yaşlı gözlerle baktığını görüyor. Karakoç’un konuşmasına bile izin vermeden “SENİ SEVİYORUM” diye haykırmış. Senin de beni sevdiğini biliyorum, bu şiiri de bana yazdığını duymuştum arkadaşlardan,  yeter artık bitsin bu hasret. Ne olur artık dayanamıyorum sensizliğe. Mihriban bunları söylerken gözlerinden akan yaşları silmeye çalışan Karakoç’un elleri yüzüne değince Mihriban’ın tüm vücudunu bir titreme kaplıyor. Bir yandan Mihriban’ı dinleyen Karakoç bir yandan da hafızasını yoklar. Mihriban sakinleştiğinde “ sen evlenmedin mi?” diye sorar. Mihriban; “seni üniversiteden sonra çok aradım ama hiç kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Nişanı sadece sana cesaret vermesi için yaptım ve sonra da attım. Ama tüm bunlar yaşanırken sen ortada yoktun. Seni çok aradım.” Bunları duyan Karakoç gözyaşlarına engel olmaz yanındaki sandalyeye çöker. Kara kara düşünmeye başlar. Mihriban bu durum karşısında “sen üniversitede de böyleydin, sürekli hindi gibi düşünürdün.” der.Aradan biraz zaman geçer ama Karakoç hala düşüncelidir.Bu duruma bir anlam veremeyen Mihriban tekrar “ Bu şiiri bana yazdığını ve seninde beni sevdiğini biliyorum.” Der.Bunun karşısında Karakoç ayağa kalkar ve Mihriban’a bakıp, ben o şiiri sana değil kızıma yazdım,der.Duyduklarına inanamayan Mihriban  olduğu yere yıkılır.Hemen yardım isteyen Karakoç, Mihriban’ı hastaneye kaldırır ve hastane odasında Mihriban’ın ayılmasını beklerken bir şiir daha yazar.Mihriban uyanmadan odadan ayrılır.Mihriban uyandığında etrafına şaşkınlıkla bakar ve nerede olduğunu anlamaya başlar aniden aklına Karakoç gelir ve odadaki hemşireye beni buraya kim getirdi, diye sorar.Hemşire de bir erkeğin getirdiğini ve size verilmek üzere bu zarfı bıraktığını söyler.Zarfı açıp okur, okurken de gözyaşlarına hakim olamaz.Hemşire ne olduğunu sorduğunda; “ çok sevdiği bir yakınını kaybettiğini” söyler.
Zarfta şu yazıyormuş:

MİHRİBAN ( UNUTURSUN) 

“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.

Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.

Yıllar sinene yaslanır;
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.

Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.

Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir herşeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.

Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
                     ABDURRAHIM KARAKOÇ  
Tüm bu yaşananlardan sonra şiiri okurken ya da en azından şarkısını dinlerken bu olayı dikkate almayı unutmayınız. O zaman Abdurrahim Karakoç’un şairliğine bir kere daha hayran olacaksınız. Yalanların doğru olduğu bir zaman da böyle bir sevgiyi görmeyeli uzun zaman olmuştu, değil mi? Karakoç yüreğini kara’ya dökmede başarılı şairlerimizdendir. Ne yazık ki; bir sanatçının değerinin anlaşılması için ölmesi gerekiyor. Umarım asırlardır süren bu gafletten uyanır, sanata ve sanatçıya hak ettiği değeri veririz. Mihriban olayında olduğu gibi hayatta geç kalmamanız dileğiyle…

30 Kas 2015

BURSA'DA ZAMAN ŞİİRİNİN KONUSU , TEMASI , AÇIKLAMASI , AHENK ÖGELERİ ,TAHLİLİ

Ahmet Hamdi Tanpınar, sadece Türk edebiyatının değil,  Türk kültür ve fikir hayatının da  önemli bir ismidir. Genç yaşlarında,Yahya Kemal, Rıza Tevfik, Ahmet Haşim, Ziya Gökalp, Ahmet Haşim gibi gerek sanat gerek fikir dünyasının önemli isimlerin yanında bulunup sohbetlerine dahil olması muhtemelen sanatçının alt yapısının oluşmasında bir hayli önemli rol oynar.
Tanpınar için “sanat” bir bütündür. Resim, heykel, mimari, şiir, roman, hikaye, tiyatro vs birbirinden ayrı düşünülemez. Tüm bu sanat dalları birbirleri ile etkileşim içindedir. Sanat hakkında bir diğer görüşü de; sanatı öncelikle bir “uygarlık meselesi” olarak görmesidir. Ona göre, üzerinde yaşadığımız coğrafyada Türk toplumu iki uygarlığın etkisinde kalarak kendi sentezini oluşturmuştur. Bu sentez, gerek Doğu gerekse Batı uygarlıklarının  iyi ve kötü yanlarını içinde barındırır.
“Görmekle bakmak arasında fark vardır.” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar çevresindeki her şeyi aşırı bir dikkatle gözlemler. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde ders verdiği yıllarda, öğrencilerini yanına alarak, sık sık İstanbul’da dolaştığı ve mimari yapılarla edebiyat arasındaki ilişkiyi onlara göstermeye çalıştığı anlatılır.
Tanpınar, müzikle de yakından alakalıdır. Türk müziğini ince ayrıntıları ile bilirken, klasik Batı müziği sanatçılarını da tanır ve onların müzik formlarına hakimdir. Sanatı bir bütün olarak gören Tanpınar’ın mimariye ve resme de ayrı bir ilgisi vardır. Avrupa’ya ait bir çok önemli eseri yorumlayan Tanpınar, Bursa’daki Yeşil Türbe ile Paris’te bulunan Notre Dame Kilisesi’ni de estetik bakımdan karşılaştırmıştır. Çok yönlü olan sanatçı muazzam bir mitoloji bilgisine de sahiptir. Tanpınar eski sanat eserlerimizi değerlendirirken, eskiye nasıl yaklaşmamız gerektiğini şu şekilde ifade eder:
“Geçmişi öğrenmek, geçmişin hırdavatçılığını yapmak demek değildir. Geçmişi öğrenmek, onu değerlendirmek, ondaki güzellikleri ve kalıcı unsurları, Batı’nın ulaştığı uygarlık çizgisinde Batılı bir sanat anlayışına kavuşturmaktır.”
Görüldüğü gibi hayat ve sanat anlayışı makul bir sentezciliğe dayanan Tanpınar’ın romanlarında ve hikayelerinde yer alan kahramanlar da hep bu görüş etrafında ortaya çıkar. Onun kahramanları genellikle, yüksek tahsilli fakat Doğu ve Batı kültürü arasında sıkışmış, bunalımlı kişilerdir. Bu biraz da Tanpınar’ın kendi kişisel dünyasıdır. Eserleri çatışmalar üzerine kurulmuştur. Madde ile maneviyat, hayal ve düşünce çatışmaları ile kültürler arası çatışmalar eserlerinin bel kemiğini oluşturur.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Fransız şiirinden bilhassa sembolizmden etkilendiği görülür. Paul Valery ise onun en sevdiği şairler arasındadır. Şiirlerinde Ahmet Haşim’in özellikle Yahya Kemal’in etkisi fazladır. Şiirlerini daha çok serbest müstezatla yazan Tanpınar, şiirde de kendi sentezini oluşturmuştur.
Onun şiir görüşünü fazlasıyla yansıtan, içinde tarih, mimari, şehir, maneviyat ve aşkın olduğu şiirlerinden biri de “Bursa’da Zaman”dır.

1 Kas 2015

KANUNİ MERSİYE TEMASI , AÇIKLAMASI ,ÖLÇÜSÜ ,ZİHNİYETİ ,GERÇEKLİK ,TAHLİLİ

TERKİB-İ BEND
 (Kanunî Mersiyesi) ve açıklaması
TERKİB-İ BEND (Kanunî Mersiyesi)
Mersiye-i Hazret-i Süleymân Hân aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân
(Birinci bend)
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng
 
An ol günü ki âhir olub nev-bahâr-ı ömr
Berg-i hazana dönse gerek ruy-ı lale-reng
 
Âhir mekânının olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinde irse gerek câm-ı ayşa seng
 
İnsân odur ki âyine veş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem isen kîne-i peleng
 
İbret gözünde niceye dek gaflet uyhusu
Yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-çeng
 
Ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng
 
Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engerüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng
 
Yüz yire kodu lûtf ile gül-berg-i ter gibi
Sanduka saldı hâzin-i devrân güher gibi
 
Vezin: mefûlü / fâilâtü / mefâîlü / fâilün
Günümüz Türkçesiyle
1. Ey şan ve şöhret düşüncesinin tuzağına ayağı bağlı olan kişi, bu kararsız dünyanın işleriyle uğraşma hevesi daha ne zamana kadar sürecek?
2. Ömrünün ilkbaharının son bulup lâle renkli yüzünün güz yaprağına döneceği o günü düşün.
3. Sonunda senin de hayat kadehine feleğin elinden bir taş gelecek ve yerin, kadehin son yudumu gibi toprak olacak.
4. Gerçek insan, yüreği ayna gibi temiz ve lekesiz olan in¬sandır. Eğer sen de insansan, göğsünde bu kaplan kini ne arıyor?
5. Bâkî da ibret alması gereken gözünde bu gaflet uykusu ne zamana kadar sürecek? Sana aslanpençeli pâdişâ¬hın başına gelen olay ibret alman için yetmez mi?
6. O, mutluluk ülkesinin usta binicisi pâdişâhın atına, dola¬şırken dünyâ alanı dar gelirdi.
7. Macar kâfirleri onun kılıcının suyuna baş eğdiler. Fransız kâfirleri de kılıcının cevherinin tadını tadıp beğendiler.
8, Taze gül yaprağı gibi yüzünü yavaşça yere koydu. Devran hazinecisi de onu değerli bir mücevher gibi sandığa yerleş¬tirdi.
 
4. Bent:
1. İlkbahar bulutu senin acından benim gibi ağlayıp dövün¬sün; ağlaya ağlaya ufukları çepeçevre dönüp dolaşsın.
2. Sabah vakti öten kuşların iniltileri dünyayı tutsun. Güller saçlarını başlarını yolsunlar, bülbül âh çekip feryat etsin.
3. Dağlar yas tutup, sümbüller saçlarını yolsun, ağlasınlar; sel gibi akan gözyaşlarını eteklerine döksünler.
4. Güzel huyunun kokusunu andıkça, Tatar miskinin göbe¬ğinin içi, derdinle lâlenin içi kapkara olsun.
5. Gül senin ayrılığın üzüntüsüyle yollara kulak verip dinle¬sin. Nergisin yaptığı gibi kıyamete kadar senin gelmeni beklesin.
6. İnci gibi gözyaşları döken göz ağlamaktan dünyayı denizlere döndürse, yine de senin gibi büyük, değerli bir inci meydana getirmez
7. Ey gönül, bu anda bana dost olan yalnız sensin. Gel bari ney gibi birlikte ağlayıp inleyelim.
8. Ahımız ve iniltilerimizin sesini göklere yükseltelim. Bu yedi bend, padişahın derdini çekenleri büsbütün coştursun.

Şiir ve Zihniyet: Osmanlı devletinde tahtta en uzun süre kalan 16. yüzyıl Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine, aynı yüzyılda yaşayan Bâkî'nin ünlü mersiyesini okudunuz.
Şiirde dönemin zihniyetini yansıtan toplumsal, siyasi, askerî, ekonomi, sa¬nat, dil, din ile ilgili unsurlardan bazıları şunlardır:
• Birinci bendin altıncı beytinde "mülk-i saadet" ifadesinden, ekonominin iyi olduğunun, insanların refah içinde yaşadığının işaretidir.
• Dünyanın geçici oluşunun vurgulanması dönemin sanatçılarının dünyaya bakış açısının izleridir.
• Aynı beyitte padişahın atıyla dünyayı dolaşmasına değinmiştir. Bura¬dan Osmanlı'nın ulaşımını atlarla sağladığı ve ülkeleri fethedebilecek kadar güçlü bir devlet olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
• Bâkî'nin şiirlerinde Kanunî devrinin görkemli, zengin hayatını bulmak mümkündür. Bakî rahat ve ihtişamlı bir devrin şairi olduğunu hemen hissettirir.
• Bilindiği gibi 16. yüzyıl Osmanlı'nın her alanda (askeri, siyasi, kültürel, iktisat) en parlak dönemidir. Birinci bendin seki-zinci beytinde Avrupa ül¬kelerinden Macaristan ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'nin büyüküğünü kabul ettiğini görüyoruz. Bu, dönemin siyasi görünümünün edebî esere yansımasıdır.
Şiirde Ahenk: Ahenk, aruz ölçüsü ve uyaklarla sağlanmıştır. Okuduğunuz şiir, "mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün" kalıbıyla yazıl-mıştır.
I. BENT:
nam ü neng a
bî-direng a
nevbahar-ı ömr x -eng: zengin uyak Terkiphane
rûy-ı lale - reng a
kuffar-ı Engerus x
eyledi Freng a
 
gülberg-ı ter gibi b gibi: redif Vasıta beyti
güher gibi b
 
IV. BENT:

bî-karâr c
nev-bahâr c
subh-dem x –ar: zengin uyak Terkiphane
hezar c
hem nefes x
zâr-zâr c
bülend d "-end": zengin uyak Vasıta beyti
bend d
Şiir Dili: Şiirde sözcükler; gerçek, yan ve mecaz anlamlarıyla kullanılmış, dizelerde sanatlı anlatımlara yer verilmiştir. Özel-likle 1. bentte Arapça ve Farsça sözcüklere, tamlamalara çokça yer verilmiştir. Öyle ki bu bentte "ey" sözcüğünün dışında Türkçe sözcük kullanılmamıştır.
Tenasüp (anlamca ilgili sözcüklerin aynı birimde toplanması) sanatına sıkça yer verilmiştir. Şair üçüncü beyitte hayatı kadehe, benzetiyor. Kadehin son yudumu gibi toprak olacağını söyleyerek sanatsal ifadelere yer veriyor. 1. bendin dördüncü beytinde paslanmış ayna, kaplan derisine benzetilmiştir.
ŞİİRDEKİ BENZETMELERBenzeyen Kendisine Benzetilen
Dünyanın zevkleri tuzak
İnsan vücudu içki kadehi
Ecel taş
Kalp ayna
Kanunî aslan, baş süvari
Kanûnî'nin yüzü gül yaprağı
Kanûnî'nin vücudu elmas (mücevher)
Dördüncü bendin ilk beytinde ilkbahar bulutunun ağlamasında bir kişileşti-rilme söz konusudur. İkinci beytinde tenasüp sanatı vardır. "Nale, mürgan, sulh-dem, gül, âb u figan, hezar" sözcükleri anlamca ilgilidir. "Hezar" söz¬cüğüyle tevriye yapılmıştır. Hezar hem "bülbül", hem "binlerce" anl***** geliyor. Üçüncü beyitte, sümbüllerin saçını çözüp ağlaması kişileştirme (teşhis) sanatına örnektir. Dördüncü beyitte gül, insan gibi düşünülmüş (teşhis), intizar hem gözlemek hem de beklemek anlamında "tevriyeli" kul¬lanılmıştır. Aynı beyitle hüsnitalil sanatı da vardır.
Şiirde Yapı: Bu şiirin nazım şekli "terkib-i bencfdir. Nazım birimi de adından anlaşılacağı gibi "bent”tir. Alt birim olan "beyit-ler bir araya gelerek ana birim olan "benfi oluşturur. 5-15 arasında değişen bendlerden kurulur. Her bent genellikle 5-10 be-yitten oluşur. Bendler, "terkiphane" ve "vasıta" bölümlerinden meydana gelir. Vasıta beytinde, dizeler kendi aralarında uyak-lıdır. Vasıta beyti, her bendin sonunda tekrarlanırsa, nazım şekli "terci-i bend" adını alır. Terkib-i Bend, bir musammattır. Nazım birimi beyit değil, benttir.
Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikâyetler, dinî, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılır, toplumsal yergilere yer verilir.
 

 
Terkib-i Bend’in Uyak Örgüsü:I. Bent:
------------a
------------a terkiphane
------------x
------------a bent
------------b vasıta beyti her bentin sonunda değişir.
------------b vasıta beyti
II. Bent:
-----------c
-----------c
-----------x terkiphane bent
-----------c
-----------d
-----------d vasıta beyti
 
Sonraki bentlerde de aynı düzen devam eder.
Okuduğunuz şiirin tamamı sekiz benttir. Son, yani sekizinci bent şair tara¬fından sonradan eklenmiş olup Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'ya övgü niteliği taşır. Bakî mersiyenin yedi bent olduğunu şu mısrada söyler.
"Ashâb-ı derdi cûşa getürsün bu heft bend” (heft = yedi)
Birinci bentte şair, yaşadıkları sürece yükselmek, daha çok şeyler elde et¬mek isteyen kişilere, Kanunî Sultan Süleyman'ı ör-nek göstererek, bu dün¬yanın gelip geçici olduğunu hatırlatıyor. Onlara, dünya tutkularına kapılma¬malarını; iyi, temiz kişiler ol-malarını, ölümü akıllarından çıkarmamalarını öğütlüyor. Ardından Kanunînin dünyayı titreten, güçlü, "muhteşem" bir hü¬kümdar olduğu hâlde, ölümden kurtulamadığını belirtiyor. Sonraki bentlerde dördüncü bentte olduğu gibi Sulta'nın ölümünden duyduğu üzüntüyü tabiata mal etmek ister; bunun için hüsn-i talil sanatını bol bol kullanarak tabiattaki normal olayların "Kanuni'nin ölümünden duyulan üzüntüden ileri geldiğini" söyler. Şairin üzüntüsü ve tuttuğu yasa bütün tabiat âdeta eşlik eder.
 
Tema Konu Nazım Şekli Nazım Birimi Türü Birim Sayısı GelenekTEMA : Kanuni’nin ölümünden duyulan üzüntü. 
Terkib-i bent Bent Mersiye Sekiz Divan şiiri geleneği. (mersiye)
1. bent: Düşünce ağırlıklı ölüm teması ele alınmıştır.
2-6. bent: Kanuni'nin ölümünden duyulan üzüntü işlenmiştir.
7. bent: Kanuni’den sonra tahta geçen Sultan Selim içindir.
8. bent: Şair tarafından sonradan eklenmiş olup Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'ya övgüdür.
Şiirde Tema: Bu şiirde ölüm teması işlenmiştir. "Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümünden duyulan üzüntü" şeklinde sınırlandırıp konuya dönüştürebiliriz. Kanuni'nin iyi ve üstün yanları da temayı destekleyen özelliklerdir.
Şiirde Gerçekçilik ve Anlam: Sanatsal gerçeklik, kurmaca (tasarlanmış, zihinde var olan)nın olanaklarının estetik öğelerle donatılması sonucunda değer kazanan bir gerçekliktir. Şair, ölüm gerçeğini sanatsal bir anlatımla kendi yorumunu katarak vermektedir.
Şiir ve Gelenek: Bu metin, divan şiiri geleneğine göre yazılmıştır. **üm teması, insanlığın var oluşundan bu yana yaşanan tek hayat gerçeğidir. Edebiyatımızda ölüm teması, İslamiyet’ten önce de sonra da şairlerimiz tarafından işlenmiştir. **üm tema-sını işleyen şiirlere İslamiyet'ten önce "sagu", İslamiyet'ten sonra divan edebiyatında "mersiye", halk edebiya¬tında "ağıt" adı verilir.
Yorum: Kanunînin ölümü üzerine şairle birlikte tüm doğanın yas tutması Kanûnî'nin güçlü, muhteşem bir hükümdar oluşuyla açıklanabilir. Kanuni Sultan Süleyman'ın büyük bir imparatorluğa hükmetmesi bir gerçektir; ama ölüme hükmedememesi en büyük gerçektir. Şairlerin ölüm karşısındaki duyarlığı her dönemde sanata yansımıştır. Nitekim Tanzimat Dönemi'nde Abdülhak Hamit'in, eşi Fatıma'nın ölümü üzerine yazdığı "Makber" şiiri bu¬nun bir örneğidir.
Metin ve Şair: Bakî, Kanunî döneminde yaşamış, müderrislik, kadılık yap¬mıştır. Şair, Kanunî yaşarken ona olan sevgisini "met-hiye"lerle, öldükten sonra duyduğu üzüntüyü "mersiye'lerle şiirlerine yansıtmıştır. Bu da şair ve yazdığı metin arasındaki bağı, ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Yaşadığı sürede değerinin tam anlaşılmadığını düşünen Bâkî'nin aşağıda¬ki beyti, kendi duygusunu şöyle dile getirir:
“Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bakî
Durup el bağlayalar karşuna yaran saf saf”
(Ey Bakî! Dostlar senin kadrini musalla taşında bilerek karşında durup saf saf el bağlasınlar.)
Bakî, padişaha sunduğu az sayıda kasideleri, Kanunî'ye yazdığı Mersiye'si, özellikle din dışı konulardaki gazelleriyle divan ede-biyatımızın en güçlü şairlerinden sayılır. O, duygularını tabiatın güzellikleriyle birleştirerek dile getirmeyi başarmış; yaşadığı sürece dünya zevklerinden yararlanmanın doğru olacağını ileri sürmüş bir sanatçıdır.
ALINTIDIR!!

11 Ara 2010

FUZULİ'NİN BENİ CANDAN USANDIRDI "USANMAZ MI" REDİFLİ GAZELİNİN EDEBİ SANATLARI,AÇIKLAMASI,TEMASI,TAHLİLİ

FUZULİ'NİN "USANMAZ MI" REDİFLİ GAZELİNİN BEYİT BEYİT AÇIKLAMASI VE YORUMU

   GAZELDEKİ TÜM SÖZ SANATLARI ŞÖYLE :