Vakitsiz Delirişler

Merve Güvenlier

Güz geldi, söz bitti, öz gitti içimde bir yerlerde. Sonbahar esintisi başlarken yüzümden düşen bin parçada kaybettim mutluluğu. Gece vakti yağan yağmurda arındım günahlarımdan. Eylülden kalan son güneşe tutunup yaktım kendi elimle yüreğimi. Bedenin derinliklerinde bir yerlerde düşen sarı bir yaprak kadar düşmüştüm. Belki günlerce bu düşüşü düşünüp ruhumu öldürmüştüm. Bir gece vakti kırmızı bir gül güldü bu düşüşe. Çünkü gülün topraktaydı doğumu, yaşamı, ölümü. Biliyordu düştüysem tutunacaktım toprağa, yeniden doğmak adına. İnce bir kökle bağlandım toprağa. Yavaşça küçük parmaklarıyla çözdü toprakla aramdaki bağı, topraktaki kardeşim. Dedi ki: ‘Yeniden doğmak istiyorsan hayatı öğrenmelisin. Hayatı öğrenmek istiyorsan önce onu yaşamalısın.’ Kız kardeşimi bir masalda anarak, selamladım ölümü. Gül yine güldü, dedi ki; ‘ rengimin kırmızısı, bir bülbülün kanından gelir. Sen bir bülbülsen öldür gülü, yoksa o seni tüketecek.’ Bugüne kadar hissetmediğim bir acıyla döndüm baktım kalbime. Küçük bir dikenden akıyordu kanım, kalbimden gülün kalbine. ,Dikeni çıkararak devam ettim yoluma, kanım hala aksa da. Savurdum gülün gülen yüzünü rüzgara. Yağan tüm yağmura eşlik edercesine döktüm yüzümü. Uzun uzun konuşarak bitirdim sözümü. Sahte kahkahalarda yitirdim özümü.



Güz geldi. Önce bir bulut savrularak geldi evimin üzerine. Sonra güneş gitti. Bir yaprak düştü, hüznü getirdi. Eylülde doğdum ben, eylülde öldüm ben. Çamurlu toprağı kazdı babam, acıyla kıvranırken annem. Toprağa gömdü bir yüzümü. Kaybettiysem orada kaybettim özümü. Bu yüzden eylülde güz geldi şehrime. Yere düşen yapraktaki bir tırtıl kelebek oldu. Bir gün bile dayanamadı şu hayata da gün batmadan düştü toprağa. Dedi ki: 'Ne kadar da uzunmuş hayat. Bir sokak lambası yaksın kanatlarımı. Yürek yanarken yüzüme su çarpsan ne fayda? Madem yanıyor içim, yansın içim dışım.’ Ardından düştü toprak üzerine bedeni. Küçük parmaklarıyla kucakladı kelebeği, toprağın altındaki kardeşim. İçimdeki okyanusu öyle bir tüketmiştim ki ağlayamadım da güldüm bu ölüme. Ardından boğuldu balık, susadı su, yakamadı ateş, kendinden başka kimseyi. Dünya döndü tersine. Çünkü her şey vaktinden önce yaşandı. Kelebek öldürdü kendini vaktinden önce. Bir kelebek dünyayı değiştirdi. Yıllar önce gülen yüzümün, hüzünle anılmasının nedenidir kelebek ama hala bundan haberi yok.

Söz bitti. Gülün gülüşünü, kelebeğin ölüşünü izledim. Bahardım, hafifçe esen rüzgarla dans ettiğim de oldu. Ardından güneş yaklaştı yüzüme. Bedenimi yaktıkça, olanca gücümle karşısında durdum. Rüzgar dindi, pervasızca kendimi savurduğum zamanlar da bitti. Güz geldiğinde, gücüm de bitmişti. Bu yüzden sabredemedim belki de yağan yağmura. Islandıkça, eridim. O kadar çok konuştum ki söz bitti. Tam o sırada bir kardelen çiçeği çıkardı ince boynunu topraktan zamansız. ‘Ben’ dedi. ‘Bekleyemedim, kar taneciklerinin üzerime düşmesini. Güneşi görmeli gözlerim. Yakarsa yaksın bedenimi, madem yanıyor içim, yansın içim dışım.’ Fakat güneş saklanmış bulutların arkasına, kar taneciklerinin gelmesine daha çok var. Karşılıklı sustuk kardelenle. O güneşi göremedi, güneşi göremediği için aşkından ölemedi. Ardından düştü havada uçan kuş, gün doğunca gece oldu, gece olunca gün doğdu. Konuşkan dilim, hâmuş oldu. Sözler silindi, söz bitti. Dünya döndü tersine. Çünkü vaktinden önce geldi kardelen. Bu duruma o da pişman.

Öz gitti. Gül bana gülmeden, kelebek ölmeden, kardelen sevmeden önce, gülerdim ben ve gülünce de acımazdı içim. Sonra sevmeyi öğrendim. Kendimi değil, bir bedeni değil, çok daha güçlü bir şeyi. Eğildim karşısında selamladım üç kez. O da bana selam etti birkaç mektubunda. Sevdim ve sevdi beni biliyorum. Gülümserken ve bazen ağlarken mutluluktan tutardı ellerimi ve geceleri okşardı saçlarımı bilirim. İlk önce kelebek öldü. Sonra bıraktı elimi. Yarım bir gülücük kaldı yüzümde, onu da ‘Onu’ ararken yitirdim. Yalnızca içime dönsem bulacaktım, ben ‘Onu’ gökyüzünde aradım. İşte o gün özüm beni bırakıp gitti, kaybolduğu gün nereye gittiğini anlamıştım. ‘Onu’ arıyordu, belki yanlış yerlere gidiyordu ama çabalıyordu. Gül sustu, kardelen sustu, kelebek zaten suskundu. İçten olmayan bir kahkahaya sığındım en sahtesinden. Çünkü özüm gittiğinden beri deliriyordum ve herkes susuyordu bu delirişe. Ardından bir papatya açtı güz vakti. Yine vakitsiz. Ardından kedi havladı, köpek miyavladı, bir yılan koşmaya başladı. Ben bulamadım aradığımı. Çünkü bir papatya vakitsiz açmıştı ve dünya döndü bu yüzden tersine. Bu yüzden kavuşamadık Onunla. Bir daha elimi de tutamadı, saçlarımı da okşayamadı. Bir papatya zamansız açtığı için, vakitsiz delirdim ben. Bu delirişe gül güldü, kardelen güldü, papatya güldü, kelebek hala suskun...

Merve Güvenlier/rengihayat.net


Yazıya Tepkini Göster!

Bir Yorum Yaz

YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...

1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.

Daha yeni Daha eski

Reklam

Reklamlar