HAFAKAN 

Beyza DALAR
Bilemiyorum. İyi mi, kötü mü? Buna engel olan çığlıklarım vardı. Takılı kalmış bir plak gibi tekrar eden çığlıklarım, kabuslarım. Ve ben hangisi daha fazla huzura sahip diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Acının yangın mavisi rengindeki soğukluğu her yerdeydi. Kimi zaman bir uçurum kenarında, kimi zaman dolunayın ürkütücü ama bir o kadar da kusursuz olan kraterleri izini bıraktığı için yalnızlaşan ve soyutlaşan bir ormandaydı...

Ya da... Gözlerinden umut aldığım küçük bir çocuktu. Bir elinde yarım kalmış çikolatası, diğer elinde ucunda kopardığı ekmeği çiğnerken peşimden koşan. Esmer teninde, kaşının sağ tarafında pembeleşen yarasıyla tüm bakışları arasına hırçın yeşillerin karıştığı elalalarına çeken.

Bilemem yine, iyi mi? Kötü mü? Bu sefer çığlığımın da yanı sıra dört duvar arasına sıkışmış ruhum vardı. Tenimde cani titremeler geçiren bir ürperti vardı. Düşüncelerim donuyordu. Bir kalıba sığdıramadığımdan etraftan toplamak da zordu onları. Burnuma düşen kar tanesini elimle savurdum. Oturduğum yerden dizlerimi karnıma çektim. Belliydi kar yağacağı. Bir haftadır burnumdan içeri sakince giren, ama sonra ciğerlerimi prangalara vuran bir koku vardı. Ve nihayet o prangaların çıkmasını sağlayan ilk kar tanesini düşürmüştü gökyüzü. Bir hikayenin cümleleri dalgalanıyordu gökyüzünde. Haince başlayan ama yazarının bir şefkat abidesi olduğu. Belki bir kurtarıcı olmasının yanı sıra, bir hikayenin önsözüydü o kar tanesi...

"Uçurum sivriydi. Dalgalar ise sanki uçurumu yıkacakmış gibi vuruyordu yamaçlarına. Dehşet ve korkunun ses tellerindeki nazik tınısına bürünmüştü gece. Soğuk dalgalar, bu tınının arkasına sığınmış suçu her zamanki gibi insana atıyordu. Tek görünen renk asi dalgaların ne yazık ki hiç de masum olmayan beyaz köpüğünün rengiydi. Yıldızların birbirine yolladıkları mahçup bakışlar vardı gökyüzünde. İhanet etmek istemiyorlardı denizin haricine. Çünkü patıltıları en çok denize yakışırdı. Bilirlerdi ama yine de heryerdelerdi..."

Huzur nedir? Bu soruyu o kadar çok soruyordum ki kendime... Bir cevap bulduğumda ruhumda ve varlığımda dolaşan huzurun aslında bir hiç olduğunu anlayacaktım. Rengini bulutların sakin beyazından değil, medusanın asi yılanlarının zehir köpüğü beyazından alan, umudunu masmavi gökyüzünden yağan yağmurdan değilde, ölmeden önce akıttığı iki damla şifa olan Anka'nın gözyaşı ile besleye... Mutluluğu pembe dalyaların arasında değilde, ölümü müjdeleyen zakkum çiçeğinin kokusunda arayan.

Ölümü dolunayın merak uyandıran ışığının altında değilde, çürümüş bedenlerin özgür ruhlarının dolaştığı eski bir mezarlıkta arayan biri.

"Topla duygularını, gözyaşlarını çürük ve terkedilmiş bir şehrin buram buram yalnızlık kokan kara kaldırım taşlı sokaklarından. Sisli gece lambasının insafına kalmış başını kaldır. Sitem et, donuk çığlıkların utanmazca yağan yağmura sığınsın. Gözyaşlarının altına sakladığın duaların çıksın. O esmer çocuğun gözlerinden aldığın umut ile at adımını." 


"Düşüncelerin çıplaklaşıyor. Üzerinde elalemin giydirdiği kaç kat kıyafet var? Kıyafet değil onlar. Kara kaldırım taşlı şehrin günah çuvalları. Kırmızı değil rengi, en azından aşkı betimleyen bir kırmızı değil. Kana susamış bir katilin silahının namlusunun değdiği günahkar bir bedenin, günahkar kanının rengi. Şimdi nerede? Üzerine giydirilen onlarca çuvaldan birinde. Çıkar pençelerini. Dağıt, huzursuz ve günahkar kumaş parçalarını bir deri, bir kemik kalmış düşüncelerinden. At onları en büyük günahkar olan beyaz köpüklü denize, o vahşi uçurumdan."

Yavaş yavaş yağan kar taneleri ile maziye gömülen sonbaharın arafta kalmış uaptaklatını ezdi ayaklarım bu sefer. O bilindik sokağa döndü pusulam. Alacakaranlığın kızıl ışıkları, güneşi yeni güne davet etmesine rağmen terkedilmiş, karanlık binaların gölgesine sığınmış sokağa. Yıllardır silinmemiş ama mavi boyası yavaş yavaş kabuklanarak dökülen demir tabelada yazıyordu adı hala. Hafakan. Yürek oynaması. Buranın verdiği etki hiç geçmiyordu neredeyse atmayı bile unutacak olan kalbimde.

"Katran karası gecelerden alırmış adını. Hiçliğe adanmış ruhların, unutulan insanların ve kimsesizlerin yurduymuş. Üzerinde kara bulutların dolaştığı kara bir belaymış adeta. Kalbi ve ruhu aydınlıklarla yıkananları kara karanlıklarla kirletirmiş. İsimsiz yazarların silik harfli daktilolarının sesleri yankılanırmış duvarlarında. Deniz düşkünü ressamları, balçıklıklı bataklıklara alıştırırmış. Seven kalpleri araflar da bırakırmış. Aşkları manolya çiçeği misali bir kere kokladınmı kokusunu kaybedermiş. Çocukların çığlıkları mahcubiyet ve zorunluluk arasına sıkışıp kalırmış. Özgürlükleri alevlerin içinde bırakırmış.
Ama huzuru kapkara bulutların arasına sıkışmış bembeyaz bir kar tanesinin camdan mezarında tutarmış."

Yürek oynaması... Bu sokağın hafakanları onları huzuru bulmaya itermiş aslında. Yüreğin zelzelelere meydan okur derece sallandığı zaman, ruhun ile bedenin arasına çelik kapılar kapanırmış. Kaçıp, ruhunda ki asilerle başbaşa kalırmışsın. Hafakanın artçı depremleri huzuru yıkarmış. Ve en sonunda vazgeçiş başlarmış.

Yürüdüm. Önümde upuzun bir sokak vardı. Kaldırım taşlarının arasında filizlenen ısırgan otları karşıladı beni. Böyle bir sokağa da, böyle acı veren bir ot yakışırdı zaten. Aklımın keskin köşelerine gönderdiğim adres çıktı gün yüzüne. Adımlarım daha seri bir hale geldi ve iki koca binanın arasına sıkışmış, küçük dükkana yöneldi. Sadece iki metre daha yürüdüm ve elim paslı kapı kulbuna . Kapının zor açılacağını düşündüğüm için bütün gücümle ittim. Rüzgar çanları, artık bir kar tanesi olan meleğin orgundan çıkan kayıp huzurun melodisini yaydı Hafakan'ın kara duvarlarına. Kuru karanfil kokusu burnuma doldu ve ölü ruhumu bir anlığına titretti. Gözlerim yılların birikmişliğinin verdiği özlemle dolmaya başladı. Tavan da yine aynı avize vardı. Dört şapkalı, beyaz ışıklı antika avize...

Toplanılması gerekiyordu, içine yazara ait herşeyden ona kalmayan tek şey olan ruhunun toplandığı romanlar. Siyah, hafif derimsi ciltlerin de zamanın benden çaldığı huzuru titrek ve naif bir eda ile derinlerine işlediği melodinin, ruhum da kifayetsizce dolaştığı ahenkle.

Sönmeye yüz tutmuş şöminenin korları yüzün de gölgeleniyordu. Yıllar sonra onu bitap görmek ruhuma gülle emsali orurmuştu. Yılların izlerini bedeni kaldırabilmişti ama gözlerin de mavinin kaybı vardı. Başımı dizlerine yasladığım an şefkata olan açlığım, can çekişen duygularımı sömürmeye başlamıştı. Kayıp huzurum, bu viran sokakta kara kaldırım taşlarının arasına sıkışmıştı. Ve ben, huzuru hafakanların eline değil de, kendi ruhuna gömmüş olsn ihtiyarın dizinin dibindeydim. Mantığım duygularıma yelkovana muhtaç akrep gibiydi. Bildiği tek şey bu ihtiyarın bana huzura gidecek olan yolu gösterecek olmasıydı.

"Havanın mavi değil de gri olduğu bir yerdir burası. Gece yağan yağmur her yere huzuru damlatırken buraya laneti kusar. İnsanların kirpikleri, gözlerinin üstünde ki koruyucu meleğin kanatları değildir. Azrail' in kanatlarıdır. Yüzlerine düşen parıltıları parçalarlar karanlıktan öteye baktıklarında. Aşkları manolya çiçeği misalidir. Kokusunu kaybeder bir kere kokladığın da. Her yeri siyahken siyahın kaybını yaşar karanlıklar. Duvarlarını kazıdıkça gökkuşağının yetim renkleri karşıkar seni. Morun ihtişamı, kırmızının şanı değil bu sefer. Morun kasveti, kırmızının dehşetine boyanmıştır duvarlar. Siyahın doğduğu, renklerin siyaha boyandığı zaman huzura kavuşur gökkuşağı. Acısını bitirir siyah onun. Hafakana siyahın doğuşu, kırık güneşin sönük parıltılarına bedeldir aslında."

Şömineye eklediği odunların çıtırtısı kulaklarımı doldururken, alevlerin aksinin siyah dansı bakışlarını hapsetmişti. Adam, başımı okşarken hasret kaldığım sesini duydum.

"Çaresizliğin yeminlerini bozacak kadar büyüdü demek."

Özlemin getirdiği gözyaşlarımı tutamadım. Acı dolu tebessümümü kuruyan dudaklarıma yerleştirdim. Küçük iskemleye oturdum ve elimde ıslanan sarı kağıdı sıkıştırdım.

Haklıydı, kayıp huzur o kadar çaresizdi ki; uğruna bütün benliğimi hebâ ettiğim yeminlerim ruhuma çarpıyordu. Uzun ve kemikli ellerimin parmak boğumları beyazlamıştı. Titriyorlardı. Çenem kasılmaktan acımaya başlamıştı. Kuru karanfil kokusu içeride ki sıcaklıkla daha baskın bir hale gelmişti.

Yıllar önce bu sokaktan giderken, karanlıkta ki huzurun daimliğini değil, güneşin sahte ışıklarının altında büyüyen huzuru tercih etmiştim. Karanlık, o sahte ışığı da yok ettiği zaman bütün yeminlerim bozulmuş; çaresizliğim küçük bir fidandan yıllanmış bir çınara dönüşmüştü.

Yavaş yavaş büyüyen o çınarın dalları teker teker koparılmaya ve kırılmaya başladığı zaman yeminler tozlanmış sandıkların dibindeydi artık. Olumsuz, kahredici ne varsa kötü bir karma gibi başımda dolanıp durmuştu. Sessiz, halsiz ve hedefsiz bir yığıntı haline gelen bedenim geri dönüşü arzulamıştı. Sarı kağıdın devamını Adam uzattı bana, çatlamış sesimle, okudum

"Örtülü düşüncelerin mâverasın da geri dönüş başlar. Düzeninden ve yolundan çıkan her huzur kırıntısı eve dönmeyi arzular. Evladını kaybeden bir anne gibidir Hafakan. Elinde tutamadığı ne varsa etrafa savrulur. Hafakan'ın kaybettiği huzuru özüne akıtmak için ruhunu kaybeder. Hain bir avcı olan düşünceler, duyguları ve ruhu oluk oluk kara kaldırım taşlarının arasına taşır. Huzuru ararken ruhunu kaybeden masumlar, Hafakan'ın kör ihtirasının, şehvetli intikamının parçası olurlar. Karanlığın ruhunu ve getirisini karşılayan kaldırımlar, bu ihtirasın ölimcül akitleridir. Kaldırım taşlarının arasına gizlenmiş astral ruhlar, betimsiz bedenleri kavuşmaya çağırır. Lucretius'un satırlarındaki kutsal manaları, siyahının parlaklığına gömmüştür Hafakan. Geri dönüş davetiyeleri, Balzac' ın Vadideki Zambak' ına özleminin kanıtı gibidir. Yasak bir aşkın, ruh ile beden çarpışmasıdır. Karşılık bir kadının şefkatli ve tedirgin aşkı değil, bir adamın cesaretinin çaresizliğe meydan okumasıdır. O sarı kağıda yazılan her satır, suç ve cezanın bir bütün olduğunu anlatır aslında. Monteigne'in samimiyetinin lacivert mürekkebin ızdırabını bitirmesidir. Bu mektul bir çağrı, bir geri dönüş davetiyesidir."

Beyza DALAR/ edebiyatfatihi.net


Yazıya Tepkini Göster!

Bir Yorum Yaz

YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...

1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.

Daha yeni Daha eski

Reklam

Reklamlar