I. ÜNİTE: SANAT METİNLERİNİN
AYIRICI ÖZELLİKLERİ
Sanat eserlerinin
ortaya çıkmasının birçok sebebi vardır. Sanatçı kendini diğer insanlara
anlatabilmek için çeşitli yollar denemiştir çağlar boyunca. Kendini anlatma
çabası, sanatçının zihninde ortaya çıkmış, bu isteği giderebilmek için de
çeşitli yollar denemiştir. İşte onun bu denediği yollar daha sonra sanatların
ve sanat eserlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Edebiyatta bir
gelenek vardır. Sanatçılar, yaşadıkları çağın duygu, düşünce vb. anlayışlarını
içine doğdukları toplumda hazır bulduklarından, geleneksel olarak yüzyıllarca
işlenen bir edebiyat geleneğine de sahip olacaklardır. Sanatçılar, yaşadıkları
döneme göre değerlendirilirler sözü de bu anlamda doğrudur. Sanatçı, yaşadığı
dönemin değer yargıları, duygu ve düşüncelerine göre değerlendirilirler.
Bir milletin
ilerleyip yükselmesi için sanat ve bilim alanında yenilik düşüncesine açık
olmaları gereklidir. Bir millet sanat ve bilim alanında ilerleyebiliyorsa, daima
yükselebilir.
Sanat Metinleriyle Öğretici
Metinler Arasındaki Farklar
Öğretici Metinler:
Ø Okuyucuya bilgi vermek amacıyla yazılır.
Ø Kurgu değildir, gerçekler dile getirilir.
Ø Gerçeklik ön plandadır.
Ø Açıklayıcı anlatım türüyle kaleme alınır.
Ø Resmi, açık ve sade bir dille yazılır, üslup kaygısı yoktur.
Ø Sanat kaygısı taşımaz.
Ø Dil göndergesel işlevde kullanılır.
Sanatsal Metinler:
Ø Okuyucuya estetik zevk vermek amacıyla yazılır. Güzellik esas alınarak
yazılmıştır.
Ø Bilgilendirme amacı yoktur.
Ø Okuyucuda merak uyandırır.
Ø Dil sanatsaldır, üslup kaygısı vardır.
Ø Öyküleyici ve betimleyici anlatım türüyle kaleme alınır.
Ø Kişi, zaman, mekân, tarih değiştirilebilir.
Ø Olaylar gerçek ya da kurmacadır. Gerçekler kurgulanarak anlatılır.
Ø Hayallere ve mecaz anlatımlara yer verilir.
Ø Samimi, süslü ve mecazlı dil kullanılır.
Ø Dil şiirsel işlevde kullanılır.
II. ÜNİTE: SANAT METİNLERİ
1. FABL
Sonunda ders verme
amacı güden, genellikle manzum öykülerdir. Fablların kahramanları genellikle
hayvanlardır. Ama bu hayvanlar insanlar gibi düşünür, konuşur ve tıpkı insanlar
gibi davranır.
Dünyanın en ünlü
fabl yazarları Ezop ve Jean de La Fontaine'dir. Ezop'un
fablları İ.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. ABD'li James Thurber
ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır. Fablı ilk olarak yazanlar
Hititlerdir. Hititler fablları taş tabletlere yazıp resimliyorlardı.
Özellikleri:
Ø İnsanlar arasında cereyan eden olayları hayvanlar bitkiler ya da cansız varlıklar
arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla insanlara ahlak ve ibret dersi
vermek örnek göstermek ya da bir düşünceye güç kazandırmak isteyen bir çeşit
masaldır.
Ø Teşhis ve intak sanatları üzerine kurulmuştur.
Ø Dünya edebiyatında ilk ve önemli fabllar Hint yazarı Beydeba’ya aittir.
Beydeba'nın fablları “Kelile ve Dimne” adlı bir eserde toplanmıştır.
Ø Fransız Edebiyatı’ndan La
Fontaine , fabl türünün en önemli sanatçısıdır.
Ø Türkçedeki ilk örneği Şeyhi’nin 17.yy.’da yazdığı “Harname”dir.
Ø Fabllar manzum (şiir) veya nesir (düzyazı) biçiminde yazılabilirler.
Ø Fabllar
hem nazım, hem nesir biçiminde olurlar.
Ø Fablın
sonunda her zaman bir ahlak dersi (kıssadan hisse) vardır. Bu ders kısa, açık
ve doğru olmalıdır ve mutlaka öykünün doğal bir neticesi gibi görülmelidir.
Ø Fabllarda
öğretici (didaktik) bir amaç güdülür, gündelik hayatla ilgili dersler ve
öğütler verilir. Okurlar çoğu zaman verilen dersin veya öğüdün ne olduğunu
anlamakta zorluk çekmezler. Çünkü bu ders veya öğüt eserin bir yerinde, çoğu
defa sonunda, bir atasözü ya da özdeyiş biçiminde açıkça belirtilir. Fabllarda basit ahlak
ilkelerine değinildiği gibi insanların birçok kusurlu yönüne de dikkat çekilir.
Ø Fabllar
aracılığıyla kanaatkârlık, özveri, yardımseverlik, iyi niyet gibi olumlu
davranışlar çocuğa kazandırılabilir. Özellikle 8-12 yaş grubu çocuklar fabl
okumaktan ve dinlemekten büyük zevk alırlar. Kanaatkârlık, tamahkârlık,
kıskançlık, paylaşımcılık gibi çocuklar tarafından anlaşılması güç kavramların
somut olaylarla anlatılması sebebiyle çok önemli bir eğitim aracı olarak kabul
edilmelidir.
Ø Fabllar
insan belleğinde çok kolay saklanabilen ve ortaya çıkarılabilen özelliklere
sahip olduğu için sözlü gelenek içinde de yaşatılabilmektedir.
Ø Çoğu
manzum olan fablların başlıca amacı, belli bir ana fikrin yalın veya birkaç
olayın yardımıyla en kısa yoldan açıklamaktır.
Ø Fabllar
olay anlattıkları için bir başka şiiri okumaktan ya da ezberlemekten daha çok çocukların
ilgisini çeker.
Ø Bundan
dolayı fabllar kısadır ve şu dört bölümden oluşur:
a. Olayın ve kahramanların
tanıtıldığı giriş bölümü
b. Olayın entrikalarla düğümlendiği
gelişme bölümü
c. Düğümün çözüldüğü sonuç bölümü
d. Olay ve olayların arkasında
yatan ana fikrin açıklandığı ders bölümü (kıssadan hisse bölümü)
Batılı anlamda ilk
örnekleri Şinasi vermiştir. Ahmet Mithat, Kıssadan Hisse adlı eserini ahlakî
gaye güderek yazmıştır. Bu eserde yazar, Ezop’tan, La
Fontaine ’den yapmış olduğu çevirilere ve kendi yazmış olduğu
fabllara yer vermiştir Recaîzade Mahmut Ekrem, La Fontaine ’den Horoz ile Tilki, Kurbağa ile Öküz, Karga ile
Tilki, Meşe ile Saz, Ağustos Böceği ile Karınca gibi birçok çeviriler yaparak
bu alanda Türk Edebiyatına katkıda bulunuştur. Ali Ulvi Elöve “Çocuklarımıza
Neşideler” adlı şiir kitabında La
Fontaine , Victor Hugo, Lamartine’den yaptığı çevirilerin yanında, yine bunlardan
esinlenerek yazdığı fabl türü şiirlere de yer vermiştir. Nabizade
Nazım’ın “Bir
Sansar ile Horoz ve Tavuk” adlı eseri vardır Nurullah Ataç, Orhan
Veli Kanık, M. Fuat Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk, Sabahattin Eyüboğlu fabl
türü ile ilgilenmiş çeviri yapmış, araştırmalarda bulunmuşlardır.
2. MASAL
Genellikle halkın
yarattığı, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla olağanüstü
durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk
hikâyelerine masal denir.
Özellikleri:
Ø Masallar,
meydana geldikleri zaman bir kişinin malıyken, yaygınlaştıkça, yöreden yöreye,
ülkeden ülkeye geçtikçe halkın malı olur. Masal, anonim bir türdür.
Ø Masallarda
genellikle iyilik-kötülük, doğruluk- haksızlık, adalet-zulüm, alçakgönüllülük-kibir…
gibi zıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadelelerinden veya insanların
ulaşılması güç hayallerinden söz edilir.
Ø Masallarda
yer ve zaman kavramları belirsizdir.
Ø Anlatımda
genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi (-mişli geçmiş) kullanılır.
Ø Anlatım
kısa ve yoğundur.
Ø Masal
kişileri her tabakadan seçilebilir. Masallarda cinler, periler, devler de rol
alır.
Ø Masalların
bir kısmı hayvanlarla ilgilidir.
Ø Masalların
çoğu "bir varmış, bir yokmuş" ya da "evvel zaman içinde, kalbur
saman içinde" gibi ifadelerle başlar. Bunlara tekerleme ya da döşeme
denir. Tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir. Türk masallarında
dilek bölümü "onlar ermiş muradına..." ya da "gökten üç elma
düştü." biçiminde başlar.
Ø Masallarda
milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez.
Ø Masallarda
genellikle bir eğitim amacı saklıdır. Masallar bu yönüyle didaktik (öğretici)
bir nitelik taşır.
Ø Günümüzde
belli bir kişinin ortaya koyduğu yapma masallarda yazılmaktadır.
Ø Türk
masalları üzerinde, bizde Pertev Naili Boratav, Eflatun Cem Güney gibi kişiler
çalışmışlardır.
Ø Masal
türünün Hindistan'da doğduğu sanılmaktadır.
Masal Türünün Önemli Eserleri
·
Bin bir Gece Masalları (Doğu Masalı)
·
Grimm Kardeşlerin Masalları (Alman Edebiyatı)
·
Andersen Masalları (Danimarka Edebiyatı)
·
Perrault Masalları (Fransız Ed.)
3. HİKÂYE (ÖYKÜ)
Yaşanmış ya da
yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer
ve zaman içinde anlatan türe hikâye denir. Millî kültürümüzün önemli
parçalarından "Dede Korkut Hikâyeleri", "destanlar" ve
"halk masalları"nı saymazsak, Avrupaî tarzda ilk hikâyeler, Tanzimat
Edebiyatı döneminde görülür.
19. yüzyıl sonlarında
başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse DAUDET ve
Guy de MAUPASSANT gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle
ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın yetiştirdiği zamanın ileri
gelen romancılarındandır. Fransız hikâyeciliği Guy de MAUPASSANT'ın izinden
gelişmiştir. Amerika edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark TAWİN, O.
HENRY ve bunları takiben John STEİNBECK, Batılı ünlü hikâyecilerdendir.
Dünya hikâyeciliğinde
iki hikâye biçimi hâkimdir. Bunlar:
1) Maupassant Biçimi:
Hikâyede asıl olan "olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle
yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde
takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir.
2) Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan
"olay" değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir.
Hikâye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira kişiler tamamıyla
tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması
devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.
İlk Çağ Anadolu'sunda
masal, ve tarihi olayları anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağda özellikle
Hindistan'da "Binbir Gece Masalları" sağlam bir hikâye geleneğinin
varlığını bildirmektedir. Bu gelenek, Arapça'dan yapılan çevirilerle Avrupa'ya
masal, efsane, rivayetler şekliyle yayılmıştır.
Hikâyeye bugünkü
anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio'dur. XVI. Yüzyılda
yazdığı "Decameron" adlı eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir.
Rönesans'ın etkisiyle de XIX. Yüzyıl edebiyatının en yaygın türü olmuştur.
Bizde, destanlar,
halk hikâyeleri ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. Ve XV. Yüzyılda
"Dede Korkut Hikâyeleri" ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır.
XIX. yüzyılda
Tanzimat'la gelen yeniliklerle birlikte batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat
Efendi "Letaif-i Rivayet (söylenegelen güzel şeyler) adlı eserini yazarak
vermiş; "Kıssadan Hisse" ile bu türü geliştirmiş, Sami Paşazade Sezai:
"Küçük Şeyler" adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur. Bağımsız
bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin'le
kazanmıştır.
Hikâyenin Unsurları
1) Olay: Hikâyede üzerinde
söz söylenen yaşantı ya da durumdur
2) Kişiler: Olayın oluşmasında
etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.
3) Yer (mekân): Olayın yaşandığı
çevre veya mekândır.
4) Zaman: Olayın yaşandığı
dönem, an mevsim ya da gündür.
5) Dil ve Anlatım: Hikâyenin dili açık,
akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve
tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.
Anlatım ise iki
şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım
"hikâyede birinci kişili anlatım"; yazarın ağzından anlatılanlar
"hikâyede üçüncü kişili anlatım"
Hikâyede Plân:
Hikâyenin planı da
diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin
adları farklıdır. Bunlar:
1) Serim: Hikâyenin giriş
bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş
yapılır.
2) Düğüm: Hikâyenin bütün
yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.
3) Çözüm: Hikâyenin sonuç
bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür.
Ancak bütün
hikâyelerde bu plân uygulanmaz, bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü
yoktur. Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır.
Hikâye Çeşitleri
Hikâye, hayatın
bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir.
Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde, kişi, zaman, çevre
bağlantısı içinde hikâye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında
incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir Bu
da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre;
1) Olay (Klasik Vak'a) Hikâyesi:
Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan
öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye
çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de
Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için "Mopasan
Tarzı Hikâye" de denir. Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer
Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin'dir.
2) Durum (Kesit) Hikâyesi:
Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan
öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur.
Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez,
kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı
okuyucunun hayal gücüne bırakılır. Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi
Rus yazar Anton Çehov olduğu için "Çehov Tarzı Hikâye" de denir.
Bizdeki en güçlü temsilcileri,
Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra'dır.
3) Modern Hikâye: Diğer öykü
çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat
düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım
olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir.
Hikâyede bir tür
olarak 1920'lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi
Franz Kafka'dır Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner'dir. Genellikle büyük
şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir
yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler
önüne serer.
4. ROMAN
Olmuş ya da olabilir
nitelikteki olayları ve konuları ele alan edebî türlere Roman denir. Diğer
türlerden ayrılan en önemli özelliği, uzunluğudur. Romanlarda, toplumsal
olaylar ve ilişkiler gerçeklere uygun bir tarzda ele alınır.
İyi bir roman ilgi
çekici olmalı, herkesi ilgilendiren insancıl bir tema taşımalıdır. Romandaki
olaylar arasında dengeli bir sıralama ve bağ bulunmalıdır. Olaylar akla yakın
olmalı, romanın konusundan doğmalıdır. Romandaki varlıkların kişilikleri baştan
sona dek konuya uygun nitelikte olmalı, birbiriyle çelişmemelidir.
Roman yazarı; romanda
yarattığı kişilerini kendi kişiliği içinden görebilmelidir. Romandaki davranışlar
ve konuşmaların, kişilerin karakterlerinden çıkmasını sağlamalıdır.
Okuyucu, romanı iş
olsun diye okumaz. Roman okurken avunmak, kendinden uzaklaşmak ister. Romandaki
kişilerle ilgilenmeye başlar. Olaylar karşısındaki davranışlarının ne olacağını
merak eder. Onların başarılarından mutluluk duyar. Onların sıkıntılarına
üzülür. Kendisini onların yerine koyar. Onların davranışlarını eleştirir. Bu
davranışlar içinde yapılmaması gerekeni, yapılmamış olanları bulur. Romanı
okuyup bitirince genel bir yargıda bulunur.
Türk edebiyatında
önceki yüzyıllarda roman türüne benzer edebî eserler mevcuttur. Bunlar:
1) Halk Hikâyeleri
(Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi.)
2) Meddah Hikâyeleri
3) Dinî Hikâyeler
(Hz. Ali'nin Cenkleri gibi)
4) Destanî Hikâyeler
(Dede Korkut Hikâyeleri, Battal Gazi Destanı gibi)
Avrupaî tarzda ilk
roman, Tanzimat döneminde yazılmıştır. Namık Kemal'in "İntibah", ilk
Türk romanıdır. Nabizâde Nazım'ın "Karabibik", ilk köy romanıdır.
Yusuf Kâmil Paşa'nın Fenelon'dan çevirdiği "Telemak", ilk çeviri
romandır.
Romanlarda, şu ögeler
üzerinde önemle durulmalıdır: Konu, kişiler, çevre, zaman, ana düşünce ve
anlatım tarzı (üslûp).
Romanlardaki olaylar,
bir plâna uygun olarak anlatılır. Bu plân şöyledir:
Giriş (Serim): Roman olayının başı,
burada verilir.
Gelişme (Düğüm): Roman olayının
gelişip, açıldığı bölümdür.
Sonuç (Çözüm): Romandaki olayın
açıklığa kavuştuğu, düğümün çözüldüğü bölümdür.
Romanlar, işlenilen
konularına göre şu çeşitlere ayrılır:
1) Tarihî romanlar: Tarihteki olay ya da
kişileri konu alan romanlardır. Yazar
tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır.
Ø Valter
Scolt - Vaverley
Ø Gogol
- Toros Bulba
Ø V. Hugo - Nöturdam de Paris
Ø N.
Kemal - Cezmi
Ø N.
Atsız’ın Bozkurtlar
Ø Tarık
Buğra - Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da
Ø K.
Tahir - Yorgun Savaşçı, Devlet Ana
2) Macera Romanları: Kahramanların
başından geçen hareketli olayların anlatıldığı romanlardır.
Ø Alexander
Dumas – Monto Kristo Kontu, Üç Sihaşörler
Ø Ahmet
Midhat – Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş
3) Polisiye Romanlar:
Macera ve heyecan duygularını artıran romanlardır.
Ø Edgar
Allen Poe – Morgue Sokağı Cinayeti
Ø Arthur
Connan Doyle – Sherlock Holmes
Ø Agatha
Cristie – Şark Ekspresinde Cinayet
Ø Ahmet
Midhat – Esrar-ı Cinayat (İlk Türk Polisiye Romanı)
Ø Cingöz
Recai – Server Bedii takma adıyla Peyami Safa
4) Egzotik Romanlar: Yabancı ülkelerin
toplumsal özelliklerini, geleneklerini anlatan romanlardır.
Ø Refik
Halit Karay – Nilgün
Ø Pierre
Loti – İzlanda Balıkçısı
5) Sosyal Romanlar: Ekonomik bunalımlar,
sınıfsal çelişkiler, köyden kente göç gibi toplumsal sorunları konu edinen
romanlardır.
Ø Victor
Hugo – Sefiller
Ø Sami
Paşazade Sezai – Sergüzeşt
Ø Ahmet
Midhat – Felatun Bey ile Rakım Efendi
Ø Recaizade
Mahmud Ekrem – Araba Sevdası
6) Psikolojik Tahlil Romanları: Roman
kahramanlarının psikolojisini tahlillerle anlatan romanlardır.
Ø Madame
De Le Fayette – Princesse De Cleves (Dünyanın ilk psikolojik roman örneği)
Ø Peyami
Safa – Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
7) Biyografik Roman: Topluma
mal olmuş bir kişinin yaşamını, yaşadığı döneme katkılarını anlatan romandır.
Ø Oğuz
Atay – Bir Bilim Adamının Romanı
8) Otobiyografik Roman:
Yazarın kendi hayatını konu edindiği romanlardır.
Ø Mark
Twain–Tom Sawyer’in Maceraları
Ø Orhan
Kemal – Avare Yıllar, Baba Evi
Türk Edebiyatında Roman
Türk edebiyatına
roman Fransızcadan yapılan çevrilerle girdi. Bu çevirilerden ilki Yusuf Kamil
Paşa'nın Fenelon'dan yaptığı Tercüme-i Telemak'tır. Daha sonra adı bilinmeyen
bir çevirici Victor Hugo'nun ünlü romanı Sefiler'i (Les Miserables) çevirdi. 1860-1880
yıları arasında başta Fransız yazarlar olmak üzere birçok Batılı yazarın eseri
Türkçeye çevrildi. İlk Türk romanı Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat
adlı eseridir. Sami'den sonra Ahmed Mithat romanlarıyla Türk romanının
gelişmesine katkıda bulundu. Türk romanı asıl Tanzimat döneminde gelişti.
Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası yeni teknikler kullanılan Batılı
anlamda türüne en yakın ilk Türk romanıdır. Servet-i Fünun edebiyatı döneminde
ilk usta romanlar ve usta yazarlar kendilerini gösterdi. "Sanat sanat
içindir" tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi konuları işledi.
Halit Ziya Uşaklıgil bu dönemin en önemli romancısı sayılır. Aşk-ı Memnu (1925)
adlı romanı günümüzde de en başarılı Türk romanlarından biridir.
1910'dan sonra milli
duyguların ağır basmasıyla birlikte "Genç Kalemler" dergisi
çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli romanların yazılması bu dönemde
başladı. Halide Edip Adıvar'ın Vurun Kahpeye, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu
romanları bu dönemin örneklerindendir. Cumhuriyet döneminde çağdaş Türk romanı
ortaya çıktı. Toplumsal ve sosyal gelişmeleri konu alan romanlar yazıldı. Köy
ve kent romanları ayrımı da bu dönemle ilgilidir.
5. TİYATRO (OYUN)
Yaşamda görülen
olayları sahnede canlandırma sanatına ve bu amaçla yazılmış eserlerdir.
Tiyatrolar tıpkı opera, sinema, bale gibi göstermeye bağlı bir metindir.
Dünya edebiyatında
tiyatronun başlangıcı Eski Yunan’da Bağbozumu Tanrısı Dionysos adına düzenlenen
törenlere kadar dayanır.
Türk edebiyatında
modern anlamda tiyatro Tanzimat’la birlikte başlar. İlk tiyatro eserimiz
Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı tek perdelik komedisidir. Sahnelenen ilk
tiyatro eserimiz ise Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”dir.
Bunların dışında
Ahmed Vefik Paşa ve Direktör Ali Bey gibi isimlerin de tiyatronun gelişiminde
önemli payları vardır.
Tanzimat’ın ikinci
döneminden itibaren gerilemeye başlayan tiyatro, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati
dönemlerinde durma noktasına gelmiştir. Milli Edebiyat’la birlikte tekrar
hareketlenen tiyatro, asıl gelişimini Cumhuriyet döneminde yapmıştır.
Faruk Nafiz Çamlıbel,
Necip Fazıl Kısakürek, Haldun Taner, Reşat Nuri Güntekin, Necati Cumalı, Yusuf
Ziya Ortaç, Orhan Asena başarılı tiyatro yazarlarımızdandır.
Edebiyatımızda
tiyatro türü iki başlıkta incelenebilir:
A. Geleneksel Türk Halk Tiyatrosu
Geleneksel Türk
tiyatrosu içinde orta oyunlarının önemli bir yeri bulunmaktadır. Kavuklu ve
Pişekâr; orta oyunlarında sıkça görülen sembolik kahramanlardır. Bu kişiler;
yine, geleneksel tiyatromuzun önemli kahramanları Karagöz ile Hacivat'ın
karşılığıdırlar.
Kavuklu, bilimsel
anlayıştan uzak, fakat ârif, halk adamını temsil etmektedir. Pişekâr ise,
Osmanlıca kelimeler kullanmakta yetenekli, okumuş insanı temsil etmektedir. Her
ikisi de birbirlerinin açık yönlerini tamamlayan önemli tiplerdir. Bunlar, orta
oyunlarında mizahî unsurlarla topluma mesajlar verir ve insanları
bilgilendirirler.
Geleneksel Türk
Tiyatrosu, şu çeşitlere ayrılır:
1) Meddah: Bir kişinin tek
başına hazırladığı oyun çeşididir. Kelime anlamı "metheden = övgücü"
demektir. Meddah, anlattığı olay ya da hikâyeyi seyirci önünde çeşitli hareket
ve taklitlerle canlandırır. Bu şekilde insanlar, eğlenirken düşünme imkânı
bulur. Meddahın başlıca eşyaları mendil, sandalye ve bastondur.
2) Karagöz: Gölge oyunudur.
Beyaz bir perde üzerinde çeşitli insan tiplerinin canlandırılmasıdır. Bu
oyunlar, "Karagözcü" adı verilen usta bir sanatçı tarafından perdeye
yansıtılır. Oyunun başkahramanı "Karagöz", okumamış, ama zeki ve
anlayışlı bir halk adamıdır. İkinci kahraman "Hacivat" ise, Karagöz'e
zıt kişilikte bir insandır. Arapça ve Farsça kelimelerle konuşur, zaman zaman
bilgiçlik taslar.
Karagöz, Türklere
özgü bir oyundur. Çünkü çok eskiden beri Türkler, çeşitli adlar altında Karagöz
oyununu biliyor ve oynatıyorlardı. Hatta Avrupa'da "Çin gölgeleri"
diye adlandırılan gölge oyununun bile Karagöz' den geldiğini yapılan
araştırmalar gösterir.
Bu oyun, Osmanlı
Türkleri arasında uzun zaman yaşadı. Batılı anlamda tiyatro türünün
edebiyatımıza girmesinden sonra yavaş yavaş önemini kaybetti.
Karagöz'deki diğer
önemli tipler de şunlardır:
Çelebi, Tuzsuz Deli
Bekir, Yahudi, Ermeni, Rum, doktor, Frenk, Arap, Acem, Arnavut, Trabzonlu,
Rumelili vb.
3) Orta Oyunu: Orta oyunu, açık bir
meydanda oynanır. Seyirciler bu meydanın etrafını çepeçevre kuşatırlar. Ancak
bir tarafını açık bırakırlar. Oyuncular, oyundan önce oradan meydana dâhil
olurlar. Çağdaş Türk tiyatrosuna en yakın örnektir. Konular ve tipler olarak
Karagöz'e çok benzerler. En ünlü tipleri Kavuklu ve Pişekâr’dır. Ayrıca;
"Balama (Rum)", "Frenk" ve "zenne" tipleri de
bulunmaktadır. Günümüzde, bazı köy ve kasabalarda, orta oyunları bütün canlılığı
ile hâlâ devam eder.
4) Köy Seyirlik Oyunları: "Köylü
Tiyatrosu" adı ile de bilinen köy seyirlik oyunları düğünlerde, bayramlarda
ya da yılın belirli günlerinde köylülerimizin genellikle "oyun
yapma","oyun çıkarma" adı altında bereket bolluk, sağlık ve yeni
yılı karşılamak amacıyla oynadığı törensel içerikli oyunlardır.
Bu oyunlar
meydanlarda oynandığı gibi kışın oda içerisinde de oynanmaktadır. İlkel
toplumlardan günümüze değişim göstererek ulaşan bu oyunlar önceleri yaşantının
daha verimli olabilmesi için doğaüstü güçlere, tanrılara ya da tanrıya şükran
belirten bilinçli olarak gerçekleştirilen törenlerdir.
B. Modern Türk Tiyatrosu
1. Trajedi
Seyircide korku ve
acıma hislerini uyandırarak onu kötü duygularından arındırmayı amaçlayan
tiyatro türüdür.
Başlıca Özellikleri:
Ø Konusunu
seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden yani tanrılar arasındaki
ilişkilerden seçer.
Ø Kahramanları
tanrılar ya da soylu kimselerdir. İnsan müsveddesi sayılan sıradan insanlara
yer verilmez.
Ø İşlenmiş,
kusursuz bir üslubu vardır; kaba sayılan sözlere yer verilmez.
Ø Çirkin
olaylar (cinayet, kavga vs.) seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez.
Ø Üç
birlik kuralına uyar. Bu, yer, zaman ve olay birliğidir. Yani oyun hep aynı
yerde aynı dekorla oynanmalı, olay bir günlük zaman dilimi içinde geçecek
izlenimi vermeli, (Bu yüzden oyun, olayın sonundan seçilir; önceki olaylar koro
tarafından anlatılırdı.) aynı ana olay etrafında geçmelidir.
Ø En
ünlü trajedi yazarları; Eski Yunan'da Aiskhylos, Euripides. Sophokles; Klasik
Fransız edebiyatında Corneille ve Racine'dir.
2. Komedi
İnsanları güldürerek
eğitmeyi amaçlayan tiyatro türüdür. Her gülünç şeyin altında ders alınacak acı
bir gerçeğin olduğuna inanılır.
Başlıca Özellikleri:
Ø Konusunu
günlük hayattan, sosyal olaylardan seçer.
Ø Kahramanları
sıradan insanlar, eğitim görmemiş ya da sonradan görme kişilerdir.
Ø Üslupta
kusursuzluk aranmaz, kaba sayılan hatta küfürlü sözlere yer verilir.
Ø Çirkin,
kaba olaylar seyircinin gözü önünde işlenir.
Ø Üç
birlik kuralına uyar.
Ø İnsan
karakterinin gülünç ve eksik yanlarını anlatanlara karakter komedyası, toplumun
gülünçlüklerini anlatanlara töre komedyası, olayların merak uyandıracak şekilde
işlendiği eserlere entrika komedyası adı verilir.
Ø Komedi
türü 17. yüzyıldan sonra düzyazıyla yazılmaya başlanmıştır.
Ø En
ünlü komedi yazarları; Eski Yunan'da Aristophanes, Klasik Fransız edebiyatında
Moliere'dir.
3. Dram
19. yüzyılda
trajedinin sıkı kurallarını yıkmak amacıyla meydana getirilen tiyatro türüdür.
Başlıca Özellikleri:
Ø Konusunu
günlük hayattan ya da tarihin herhangi bir devrinden seçebilir.
Ø Hem
acıklı hem komik olaylar aynı oyunda iç içe bulunur.
Ø Kahramanlar
hem soylulardan hem sıradan insanlar arasından seçilir.
Ø Üç
birlik kuralına uymak zorunda değildir.
Ø Her
tür olay seyircinin karşısında gerçekleştirilebilir.
Ø Şiir,
düzyazı karışık halde bulunur.
Ø En
ünlü dram yazarları; İngiliz yazar Shakespeare dramın ilk ürünlerini vermiştir.
Ancak bu türün özelliklerini Victor Hugo belirlemiştir. Şehitler, Geothe diğer
ünlü dram yazarlarıdır.
Müzikli Tiyatro:
a) Opera: Sözlerinin tümü ya
da çoğu "koro, solo, düet" biçiminde şarkılı olarak söylenen müzikli
tiyatro eseridir. Oyunculara, orkestra eşlik eder.
b) Operet: Eğlenceli, hafif
konulu, içinde bestesiz konuşmalar da bulunan müzikli tiyatrodur. Daha çok halk
için yazılmış eserlerdir.
c) Opera Komik: Operetin, yüksek
sınıf için yazılmış, besteli biçimidir.
ç) Vodvil: Hareketli, eğlenceli
bir konuya dayanan, içinde şarkılara da yer verilen hafif komedidir. Bu nedenle
vodvil, bir "komedi türü" olarak da gösterilir.
d) Bale: Konusu; türlü dans
ve davranışlarla anlatılan müzikli, sözsüz tiyatro türüdür.
6. ŞİİR
Duygu, hayal ve
düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde
aktarılmasıdır.
Şiiri düz yazıdan
ayıran ölçü, mısra, ahenk gibi unsurlar vardır.
Nazım (şiir)
biçimindeki yazılara "manzum"; Nazım parçalarına da
"manzume" denir.
Şiir Türleri
1. Lirik Şiir: Aşk, ayrılık, hasret
ve özlem gibi konuları işleyen duygusal şiirlerdir.
Ø Duygu,
coşku ve akıcılık söz konusudur.
Ø Gazel,
şarkı koşma, semai lirik şiire örnektir.
2. Pastoral Şiir: Doğa güzelliklerini,
kır ve doğa sevgisini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban yaşamını, bunlara karşı
duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. Şair doğa karşısındaki duygularını
anlatıyorsa "idil", bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi
anlatıyorsa "eglog" adını alır.
3. Epik Şiir: Destansı özellikler
gösteren şiirlerdir. Okuyanda coşku yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır.
Ø Kahramanlık,
yiğitlik gibi konular işlenir.
4. Didaktik Şiir: Bilgi vermek,
öğretmek, öğüt vermek gibi öğretici amaç taşıyan şiirlerdir.
Ø Ahlakilik
hâkimdir, Kuru bir üslubu vardır.
Ø Manzum
hikâyeler ve fabllar hep didaktiktir.
5. Satirik Şiir: Toplumdaki çeşitli
düzensizlik ve bozuklukları yeren, taşlayan şiirlerdir. Halk edebiyatında "taşlama", Divan edebiyatında "hiciv" denir.
6. Dramatik Şiir: Tiyatronun manzum
şekline denir. Dramatik manzume, karşılıklı konuşma şeklinde yazılan
manzumelerdir.
Şiir Bilgisi
Mısra (Dize): Ölçülü ve anlamlı,
bir satırlık nazım birimidir.
Beyit (İkilik): Aynı ölçüde olan ve
anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.
Ölçü (Vezin): Şiirde dizelerin hece
sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.
Hece Ölçüsü: Şiirde dizeleri
oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle
yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur. Durulan bu yerlere
"durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.
Aruz Ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin
uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.
Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.
İmale: Aruz kalıbına
uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.
Zihaf: Uzun heceleri kısa
okumaktır.
Serbest Ölçü: Bu ölçüde hecelerin
sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.
Redif
Mısra sonlarında
yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve
kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.
Örnek-1
Bizim elde bahar olur, yaz olur.
Göller dolu ördek olur, kaz olur.
Sevgi arasında yüz bin naz olur.
Suçumu bağışla, ben sana kurban.
(Ercişli Emrah)
Örnek-2
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
(F. Nafiz Çamlıbel)
Kafiye (Uyak)
Mısra sonlarındaki
yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin,
eklerin benzerliğine kafiye denir.
Yanıp tutuşmadan
aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu
kirpikler uyku görmüş mü? (Mehmet Akif
ERSOY)
Kafiye Çeşitleri
1) Yarım Kafiye: Tek ses benzerliğine
dayanan kafiyedir.
Örnek-1
Ben çektiğim kimler çeker
Gözlerim kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa)
Örnek-2
İstedim kendimi bu göle atam
Elimi uzatıp yavruyu tutam
Örnek-3
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni
2) Tam Kafiye: İki ses benzerliğine
dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-2
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı.
(Yahya Kemal Beyatlı)
Örnek-3
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim.
3) Zengin Kafiye: Üç ya da daha çok ses
benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her
soluk (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Örnek-2
Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere,
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere.
(Orhan Seyfi Orhon)
Örnek-3
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi
4) Cinaslı Kafiye: Anlamları ayrı, fakat
yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda
tekrarı ile oluşan kafiyedir.
Örnek-1
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
Örnek-2
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yarim gülerken
Örnek-3
Kendin çöz kendin tara
Değmesin el başına
Ben yarime kavuştum
Darısı
el başına
Kafiye Şeması
Mısraların son
seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin,
mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.
1. Düz Kafiye: "a a a b" "bbbc" "cc" "a a b b" olmalı.
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sukuneti
2. Çapraz
Kafiye: "a b a b"
"cdcd" olmalı.
Hayran olarak bakarsınız da
Hülyanızı fetheder bu hali
Beş yüz sene sonra karşınızda
İstanbul fethinin hayali
3. Sarma Kafiye: "a b b
a" "cdcd" olmalı.
İhtiyar, elini bağrına soktu,
Dedi ki: "İstanbul muhasarası
Başlarken aldığım gaza yarası
İçinden çektiğim bu oktu.
III. ÜNİTE: SÖZLÜ ANLATIM
1. KONFERANS
Hazırlıklı ve plânlı
konuşma türlerindendir. Herhangi bir bilimsel alanda, topluluk karşısında
yapılan konuşmalara Konferans denir. Konferansı verecek kişi, kelimelerin
telaffuzuna, (diksiyona) ve dil bilgisi kurallarına dikkat etmelidir. Verilmek
istenen düşünceler; açık, anlaşılır ve orijinal olmalıdır.
Konferans verilirken
konuşmacı, yazdıklarını kâğıttan okumamalıdır. Sanki söyleşi yapıyormuş gibi
konuşmalıdır. Arada sırada, yeri geldiğinde kâğıda bakmalıdır. Konuşmacı,
gözlerini dinleyicilerin üzerine çevirmeli, böylece onların kendisini ilgiyle
izlemelerini sağlamalıdır. Ayrıca, konuşmacı; temiz giyinmeli, ciddî olmalı,
kibar davranmalı, güzel konuşmalıdır. Ses tonunu yerine göre ayarlamalı,
vurguyu iyi yapmalıdır. Konferans verilmeden önce, bir başkası konferansçıyı
bütün özellikleriyle dinleyicilere tanıtmalıdır.
Konuşmacı;
dinleyicileri sıkıcı ve bıktırıcı söz ve tavırlardan uzak durmalıdır. Ayrıca,
el, yüz ve vücut hareketlerini konunun anlamına uygun olarak yerinde ve uyumlu
yapmak zorundadır. Hatiplik yeteneği olmayan konuşmacıların, vereceği
konferansın etkisiz ve başarısız olacağı da unutulmamalıdır.
Konferansta dikkat
edilecek bir diğer özellik de zamana uymaktır. Bir saati aşan konferansların
dinleyici üzerinde etkisinin azaldığı bir gerçektir. Konferansçı, bu gerçeğe
dikkat etmeli, bir saatten az bir sürede konferansını bitirmelidir. Ayrıca,
konferansçı; yersiz, taşkın el ve kol hareketlerinin konuşmanın değerini
düşürdüğünü unutmamalıdır.
Konferans
hazırlanırken öncelikle yapılması gereken iş, konferansın sunulacağı konuda
geniş bir kaynak taramasına girişmek olacaktır. İncelenecek konuda
ansiklopedilerden başlayarak değişik yazı ve incelemeler gözden geçirilmeli,
böylelikle sağlam ve derli toplu bir malzeme hazırlanmalıdır. Bu malzemeye
konferansçı kendi görüş ve düşüncelerini de katarak öncelikle konferansın
plânını düzenlemelidir.
Bilimsel
toplantılarda söylenen ve akademik hitabet türüne giren söylevler (nutuklar) de
konferans sayılır.
Konferans plânı şöyle
düzenlenebilir:
(a) Hitap cümlesi.
(b) Konunun sunuluşu.
(c) Konferansın
amacı.
(ç) Konunun açılması
ve anlatılması.
(d) Sonuç.
(e) Sorular ve
cevaplar.
Konuşmaya, konferansı
düzenleyenlere ve dinleyicilere saygı bildiren ve iltifat edici sözlerle
başlanmalıdır. Sonra konunun çerçevesi çizilmeli ve ortaya konmalıdır. Bundan
sonra konuşmacı, amacına göre konusunu açmalı, o konudaki çeşitli görüşleri
kırıcı ve tahkir edici olmayan ifadelerle belirtmelidir.
Konuşmacı, bayağı ve
argo sözler kullanmaktan kaçınmalıdır. Zaman zaman canlı örnekler ve
fıkralarla, konuşma tarzının değiştirilmesiyle, ses tonuna verilecek iniş ve
çıkışlarla dinleyicilerin dikkatini ve ilgisini uyanık tutmaya çalışmalıdır.
Konferansta bir
konunun bütün yönlerinin ve ayrıntılarının verilme-sinin mümkün olmadığı
unutulmamalıdır. Konuyu fazla dağıtmak, dinleyicinin konuşmayı takip
edememesine neden olur. Çok fazla ayrıntı, herkesi aynı ölçüde
ilgilendirmeyeceği için dinleyiciyi sıkar.
Konferans,
anlatılanların kısaca özetlenmesi, maksadın verilmesi ve dinleyicilere saygı ve
iltifat eden sözlerle bitirilmelidir. Sorulacak sorular da kısaca ve soranı
incitmeden cevaplanmalıdır.
Seminer
Belirli bir bilim
dalındaki gelişmeleri, belli bir bilgi düzeyine sahip kimselere tanıtmak
amacıyla düzenlenen ve konunun değişik bölümleri, bu bilim dalında otoritesi ve
yeteneği kabul edilen kişiler tarafından açıklanan toplantılardır.
Yüksek öğretim
kurumlarında lisans/lisansüstü öğrenci ve öğreticilerin katılımıyla yapılan
seminerler, bu tanıtımın dışındadır. Bunlar yüksek öğretim kurumlarında,
öğretim üyesinin yönetimi altında, öğrencilerin yaptıkları araştırmalarla
ilgili rapor hazırlama, tartışma biçiminde yürütülen toplantılardır.
2. Açık Oturum
Konusunda uzman kişilerin bir
masa çevresinde toplanarak tartışmasına Açık Oturum denir.
Açık oturumda tartışılacak konu,
toplumun tümünü ya da bir bölümünü ilgilendirmelidir.
Açık oturum; bir salonda izleyici
önünde ya da televizyon ve radyoda dinleyici önünde yapılmaktadır. Açık
oturumda izleyicilerin sorularını almak ve cevaplamak da mümkündür. Bu takdirde
açık oturum, "forum"a dönüşmektedir. Televizyon ve radyodan
tartışmayı izleyen kişiler, açık oturuma telefon sorularıyla katılabilir.
Açık oturum bir
"başkan" tarafından yönetilir. Konunun ortaya atılması, giriş
konuşmasının yapılması, soruların düzenli olarak sorulması vb. durumlar
başkanın idaresinde yapılır. Bu nedenle, başkan, açık oturumdan önce plân
yapmak zorundadır. Ayrıca, başkan; tartışma sırasında meydana gelebilecek
tatsız ve çirkin saldırıları da önlemelidir. Oturum sonunda ise, ortaya çıkan
karşıt ya da aynı düşünceleri özetleyerek oturumun genel değerlendirmesini
yapmalıdır. Bu nedenle başkan, açık oturumun temel öğesidir.
Açık oturumda bir yarışma havası
yoktur. Başkan, konuyu belirtir, konuşmacıları tanıtır. Ele alınan konu ile
ilgili bilgileri verir. Sonra konuşmacılara ara ile sorular yöneltir.
Konuşmacılar da görüşlerini belirtirler. Gerekli bilgileri verirler. Bu arada
diğer konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini özenle dinleyip, gerekli notu
alırlar. Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine katılmadıklarını nedenleri
ile birlikte belirtirler.
Oturuma katılacak kişilerin
konularında iyi hazırlanmış olmaları açık oturumun kalitesini artırır. Ayrıca,
konuşmacıların diğer konuşmacılar ve izleyiciler karşısında saygılı olmaları da
çok önemlidir.
3. Sempozyum (Bilgi Şöleni)
Belli bir konuyu aydınlatmak
amacıyla, bilim adamı ve araştırmacıların bir araya geldikleri ve
konuşmacıların konunun belirli bölümlerini sundukları, tartışmalı
toplantılardır. Bir başka deyişle; ortaya konan konu hakkında aynı oturumda,
çeşitli kişilerin yaptıkları açıklamalı konuşma türüdür.
Bildiri sahiplerine ayrılan zaman
oldukça kısadır. On dakikalık bir sürede 1500-2000 kelime kullanma şansı
vardır. Buna göre, hazırlanacak bildiri, dört sayfayı geçmemelidir. Cümleler,
kolay anlaşılır biçimde düzenlenmelidir. Metni yazmadan önce ana başlıklar
vurgulanmalıdır. Sunulabilecek yansı sayısı da 5-6 civarında olmalıdır. Ayrıca,
bildiri metni, yayımlanmaya uygun biçimde hazırlanmalıdır.
Sempozyumda her konuşma, ayrı bir
hazırlıktır, fakat birbirini tamamlayıcı söyleşi ve içtenlik havası vardır.
Konuşmalardan sonra konuşmacılar, birbirlerine konu ile ilgili sorular
sorabilirler. Böylece sempozyumdan "panel" e geçilir. Daha sonra da
tartışmalara seyirciler de katılırsa panelden "forum" a geçilmiş
olur.
Bildiri metni, şu bölümlerden
oluşmalıdır:
(a) Giriş: Araştırılan sorunun
tanıtılması ve neden bu konunun ele alındığı, çalışmanın diğer çalışmalar
arasındaki yeri. (yarım sayfa)
(b) Deney: Malzeme ve yöntemin
tanıtımı. (bir sayfa)
(c) Bulgular: Bildirinin en
önemli bölümüdür. Dinleyiciler tarafından beklenen yeni bilgi, belge ve
önerilerin açıklanması ve tartışılması.
Bildiri, konferans ile büyük
ölçüde bir benzerlik gösterir. Bildiri, öncelikle bilimsel bir yazı türüdür.
Oysa konferansta, bilimsellik yanında popüler bir hava söz konusudur.
Bildiride her şeyden önce aranan
özellik, bilimsel bir yenilik getirmiş olması ve orijinal bir konuyu ele almış
bulunmasıdır. Bunun yanında bildiri, bilinen bir konuya yenilik getirme,
değişik görüş ve düşüncelerle yeni tezler ortaya koyma, bu tezleri bilimsel
delillerle doğrulama ya da bir önceki tezi çürütme gibi özellikleri de
bünyesinde taşır.
Bu değerlendirmeye göre,
bildiriyi kısaca bilimsel bir konuda yenilik getirmek, orijinal bir buluş
ortaya koymak amacıyla kaleme alınmış bir yazı türü olarak tanımlamak yerinde
olacaktır.
Bildiri de konferans gibi bir
dinleyici topluluğu önünde okunur. Ancak bildirinin sunulduğu topluluk, o
konuda az çok uzmanlaşmış kişilerden oluşur.
Ayrıca, bildiride de konferans
gibi konuşma ve hitap etme becerisi gözetmek gerekir. Konferansta zaman zaman
hazırlanan metinden uzaklaşma söz konusu olabilirken bildiride metne bağlı
kalma esastır.
Konferansta sözünü ettiğimiz
konuşmanın bitiminde yer alan soru ve cevap bölümü, bildiride konu çerçevesinde
tartışma olarak ayrı bir özellik gösterir.
Bildiriler, genellikle yayımlanan
bir yazı türüdür. Bazen yabancı dillerde de yayımlanabilir.
Bildiriler hazırlanırken
kullanılan dil, uzmanlık dalının gerektirdiği terimler ve ifade yapısı ile de
konferanstan büyük ölçüde farklılık gösterir.
Son olarak, bildiride varılan
sonuçlar ve ana noktalar özetlenerek ana düşünce bir kez daha vurgulanmalıdır.
Üzerinde çalışılan metin;
aralıklarla gözden geçirilmeli ve gerekli düzeltmeler yapılmalı, konuya
hâkimiyet sağlanmalıdır. Metnin, kartlara aktarılması daha yararlıdır.
4. Forum
Bir başkanın yönetiminde, toplumu
ilgilendiren bir konuda, farklı gruplardan oluşan dinleyicilerin söz sırası
alarak konuşma kuralları içerisinde yaptıkları tartışmalara forum denir.
Forum, panelin devamında
yapılacaksa başkan, panelin süresini bir saat, forumun süresini de yarım saat
olarak sınırlayabilir. Bu durumda panelden sonra forum yapılacağı konuşmalara
başlanmadan duyurulmalıdır.
Forum, toplu tartışmaların başlı
başına bir çeşidi sayılmamakla birlikte, dinleyicilerin konu üzerinde daha
aktif ve farklı bakış açılarıyla düşünmelerini sağlar. Foruma davet edilen
uzmanların görüşlerine de müracaat edilerek ortaya çıkabilecek yanlış
anlayışların önüne geçilir.
Esasen forumdan amaç belli
kararlara varmak değil, konuyu değişik anlayışlarla, farklı boyutlarıyla ortaya
koymaktır.
Forumda söz alan dinleyiciler,
konuyla ilgisi olmayan özel sorunlarına değinmemelidir. Sorular kısa, açık ve
net olmalı, tartışma saygı kuralları içerisinde, kırıcılıktan uzak, samimî bir
hava içerisinde yapılmalı, tartışmadan beklenen amaca yardımcı olunmalıdır.
5. Münazara
Herhangi bir konu üzerinde zıt
düşüncelerin karşılıklı olarak savunulmasına Münazara denir. Münazarada önemli
olan "savunma" dır. Taraftarı az olan bir düşünce, iyi savunulduğu
zaman çok kişi tarafından takdir edilebilir.
Münazara için genellikle üçer ya
da dörder kişilik iki grup kurulmalıdır. Gruplardan birisi işlenecek konuya
olumlu, diğeri ise olumsuz yönden savunmalıdır. Yani, bir grup "tez",
diğer grup ise "antitez" i almalıdır. Ayrıca, münazara yapacak
kişileri değerlendirecek bir "jüri" seçilmelidir. Jüri, ya
başlangıçta ya da münazara yapılacağı gün seçilebilir.
Olumlu tezin savunulması,
olumsuzdan daha kolay olduğu için, konuşmaya, olumlu tezi savunan gruptan biri
başlamalıdır. Konuşmacıların savunmalarının gücü kadar, taraflı ve tarafsız
dinleyicilerin gösterilerinin de jüri üzerinde etkisi bulunur. Ancak, taraf
tutan dinleyicilerin, karşı taraf konuşmacılarının moralini bozacak nitelikte
gösteride bulunmaları doğru değildir.
Münazaraya katılacak kişilerle,
jüri üyeleri münazara tekniği konusunda bilgilendirilmelidir. İki grup da kendi
aralarında iş ve konu bölümü yapıp münazara gününe kadar hazırlıklarını
tamamlamalıdır. Konuşmacılara, araştırma için en az 2-3 hafta süre
verilmelidir.
Gruptaki her kişi savundukları
konunun değişik alt konuları hakkında konuşmak zorundadır. Birden fazla kişi,
aynı alt konuyu savunamaz. Münazarada yazılı metne bakarak okuma olmaz.
Savunulan konu; sözlü ele alınmalıdır. Konuşmacıların, konularını bir kâğıda
yazıp okumaları çok yanlıştır.
Münazarada etkili savunmanın
önemli olması gibi, belli zaman içinde konuşmak da önemlidir. Bu nedenle
konuşmacılara eşit zaman dilimleri verilmelidir. Bu zaman, genellikle 5-15
dakikadır. Ayrıca, münazarayı izleyen grup da çok önemlidir. Konuşmacılar;
konularını savunurken izleyicilerin büyük bir sessizlikle konuları dinlemesi
gerekmektedir. Konuşmacıların tutarsız bir düşüncesi, yanlış yerde yapılmış bir
mimik hareketi izleyicilerde tepkiye neden olmamalıdır. İzleyiciler savunulan
düşüncenin doğruluğunu ya da yanlışlığını onaylayacak davranışlardan uzak
durmalıdır. Ancak, böylece jürinin doğru ve tarafsız değerlendirmesi mümkün
olur.
Jürinin, değerlendirmede dikkat
edeceği özellikler:
a) Türkçeyi kullanma gücü.
(Diksiyon, vurgu, tonlama, kelime hazinesi, cümle kurma vb.)
b) El, kol ve yüz hareketlerini
yerinde kullanma.
c) Savunmada inandırıcı olma.
(Belgeler, istatistikî bilgiler, resimler, gazete ve dergi haberleri, güncel
olaylarla örnekleme vb.)
ç) Konuşmacıların fizikî
özellikleri. (Temiz ve düzenli kıyafet, saç, sakal tıraşı vb.)
IV. ÜNİTE: BİLİMSEL YAZILAR
Bilimsel yazı, öğretme, doğruluk
ve yenilik için yazılan yazı türüdür. Kendine özgü bir anlatım tarzıdır. Yazı,
dile dayanır. Dil ortak anlaşma aracıdır. Belli kural ve tekniklere ulaşabilir.
Bilimsel ancak dile dayandığı için sıkıcı veya anlaşılamaz olmamalıdır.
1. Plân
Bilimsel yazı birkaç sayfalık bir
makale olabileceği gibi birkaç yüz sayfalık kitap da olabilir. Esas itibariyle
teknik aynıdır. Yazının değil veya "Osmanlı'da Tıp" araştırması yapan
yazarın a söze başlarken de denebilir. Önsözün ardından kısa veya uzun bir
Giriş bölümü gelir. Giriş'te kitabın iskeleti anlatılır. Konular açıklanır,
bilgi verilir. Buna methal de denir. Ana bölümlendirme Kısımlar ve Bölümler
şeklindedir. Kitap Sonuç'tan sonra Ekler, Kronoloji, Bibliyografya, İndeks ile
biter. Kitabın başında yazarın biyografisi, künyesi, teşekkür, kısaltmalar,
resim ve şekil cetveli yer alır.
2. Teknik
Türkiye'de kullanılan karma
usuldeki standart şudur:
Yazar adı, Eser adı, (çeviriyse
çevirmeni), Yayınevi, Yer ve tarih. Mesela Vikipedi hakkında Ahmet Sezer adlı
yazarın kitabı şöyle gösterilir: Ahmet Sezer, Vikipedi, İstanbul 2006. Burada
araya giren ve ençok karıştırılan cilt, sayfa ve basımdır. Bunlar şöyle
gösterilmelidir:
Ahmet Sezer, Vikipedi, Viki
Yayınları, C.1, İstanbul 2006, s.1. Eser çeviriyse eser adından sonra çevirmeni
yazılır. Parantez kullanılmaz. Araştırma bir dergide çıkmışsa format şudur:
Ahmet Sezer,
"Vikipedi", Viki dergisi, Sayı:1, s.1.
Yazının kaynakları metinde nasıl
gösterilir? Bunun yaygın iki metodu vardır. Birincisi, açıklanan görüş daha
önce söylenmişse yeni bir cümleyle anlatılsa dahi üzerine gönderme numarası
konulmalıdır. Yahut kaynağı doğrudan alıntılamak ve üzerini numaralandırmaktır.
Buna sayfa altı dipnotu metodu denir. Numaralar sayfa altında sıralanıp
kaynaklar yazılır. Burada yazar ismi soyadından önce gelir, kitabın sonundaki
soyadı sırasıyla karıştırılmamalıdır.
İkinci gönderme metodu yaslanan
görüşün veya alıntının yanına parantez açarak yazarın adı ve yayının tarihi
verilir. (Sezer:2006) gibi. Bunun yukarıdakinden farkı dipnotlarının bölüm
sonlarında verilmesidir, ancak sayfaaltı dipnotu yaygın olduğu üzere bu metod
kullanılmasa, doğrudan metinde göndermeler numaralandırılsa da olur.
3. Doğruluk
Girişte belirtildiği gibi bir
yazar daha önce başkalarının söylediklerini belirtmek zorundadır. Bu bilimsel
namustur. Eğer başkasının görüşlerini alır ve gönderme yapmazsa bilimsel hırsız
durumuna düşer. Buna intihal denir. Tesadüfen iki yazar aynı görüşü söylemiş
olabilir mi? Eskiler buna tevarüd derdi. Olabilir ancak bilerek başkasının
görüşlerini kendine mal etme zaten bilimsel ağda belli olur.
4. Dil (Üslup)
Bir yazarı olduran yahut öldüren
dilidir. Mükemmel bir düşünce berbat bir dil yüzünden anlaşılmaz, okunmaz.
Tersi de mümkündür, çok parlak, cafcaflı bir dille yazılmış ve bilimsel diye
sunulmuş boş eserler görmek mümkündür.
Yazar ulusal dili okulda öğrenir,
ama bilimsel dili öğrenmesi yıllarını alır. O yüzden bilimsel yazı yazmak kolay
değildir. Yazarın anadiline hâkim olması ön şarttır. Dilbilgisi ve yazım
yanlışları düzeltilebilir ama mantık hataları düzeltilemez.
Bilimsel yazı, jargon'dan
kaçınmalıdır. Jargon, Webster's' daki tanıma göre: karışık, anlamsız, acayip,
ilkel dil-teknik terminoloji-gizemli, dolaylı, uzun kelimelerle önemli hissi
veren dil.
Türkçede yazı dilinde -di'li
geçmiş zaman kullanılır. -miş'li geçmiş zaman bürokratik bir dil olduğundan
artık pek az araştırmada yer almaktadır. Görüşler ifade edilirken eskiden
Biz'li anlatım yaygındı, bugün kimse "biz bu hususta şöyle düşünüyoruz"
gibi çoğul bir ifade kullanmaz.
5. Kaynak Gösterme
Kaynakça, yararlanılan
kaynakların dökümüdür. Metinde gönderme yapılan bütün kaynaklar sıralanmalıdır.
Hangi kaynağın nasıl kullanıldığı yazarın inisiyatifindedir ancak metinde bahsi
geçmeyen kaynakların gösterilmesi lüzumsuzdur ve okunduğu zannını vermek
itibariyle ahlaki değildir. Bibliyografya yazar soyadına göre, alfabetik
yapılır.
Çok teşekkürler çok güzel olmuş
ردحذفإرسال تعليق
YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...
1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.