Mehmet Kaplan’ın Hayatı ve Eserleri (1915-1986)

HAYATI:

05-03-1915 tarihinde Eskişehir Sivrihisar’da doğmuştur. Ortaöğrenimini Eskişehir’de tamamladı. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı asistanı, 1939′da lisans, 1942′de doktora, 1943’de doçent, 1952’de profesör oldu.

1958-1959’da Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde dekanlık ve rektör vekilliği görevlerinde bulundu. Kaplan’ın ilk yazıları 1930’ların sonunda Gençlik, İnkılapçı Gençlik dergilerinde göründü. 1943-1946 arasında İstanbul dergisinde yayınlanan inceleme ve eleştiri yazılarıyla tanındı. 1947’den sonra Hareket, Şadırvan, İstanbul, çağrı, Hisar, Türk Edebiyatı gibi dergilerde yazdı.

Önceleri incelemelerini metnin anlatım biçimine dayandırırken; daha sonraki yıllarda sanatçının kişiliği, biyografisi, psikolojisi gibi öznel etkenlerle metin arasında bağlantılar kuran bir yaklaşımla edebiyat tarihine yöneldi. Dilin yenileşmesi karşısında tavır aldı. Kaplan’ın yabancı dilleri: Fransızca, İngilizce, Almanca’dır. 23-02-1986 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.Görevleri


1939-1983 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde asistan, doçent ve profesör.
1958-1960 Erzurum Atatürk Üniversitesi rektör yardımcısı, Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı
1962-1983 Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü Başkanı
1973 İstanbul Üniversitesi senatosu üyeliği.
1974-1978 İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Müdürü.
1982-1983 Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı
1983-1986 İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Müdürü.
1983-1986 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurul üyeliği.
1984-1986 Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde ve M. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Dili ve edebiyatı bilim dallarında lisans üstü eğitim. (Ayrıca Kültür Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilâtı komisyonlarında üyelik.)

DETAYLI BİLGİLER:Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın talebesi ve asistanı olarak onun yanında yetişmiş, Yeni Türk Edebiyatı profesörü, düşünür ve kültür adamıdır, Anadolucu milliyetçilerdendir. Kaplan da, Tanpınar gibi; bütün Türkedebiyatının ürünlerini değişik metotlarla incelemiş ve kendisinden sonra gelenlere yeni ufuklar açmıştır. Kaplan, edebiyatçıyı sadece devri ve çevresiyle değil, mizacı ve karakteri ile de inceliyor; dolayısıyla tarihî metodun yanında psikolojik metodu da kullanıyordu. O, aynı zamanda metinlere dayanarak, “edebiyat ile medeniyet arasında bağlantı kurmaya” çalışıyordu. Bu bakımdan o, Türk edebiyatını başlangıçtan bugüne kadar dinamik bir süreç içinde görüyor ve yeni araştırıcılara bunu tavsiye ediyordu. Çünkü Kaplan, Türk milletinin tarih boyunca düşündüğü hayal ettiği ve özlediği her şeyin edebi eserlerde gizlendiğine inanıyordu.

Kaplan da hocası gibi, Türk kültür ve medeniyetini bir bütün olarak ele alıp inceliyordu. Bu vesileyle o, en çok “devlet-kültür-millet” kavramları üzerinde önemle durmuştur. “Devlet” bir organizasyondur ve devletle devamlılığı sağlayan “kültür”dür. Öyleyse, milleti millet yapan esas unsur kültürdür. Kaplan, Türk tarihinin üç ana dönemine ait metinleri incelemekle, bize has değerleri temsil eden ideal insan tiplerini ortaya çıkarmış ve bu “alp”, “gazi”, “velî” tiplerinin değişerek devam ettiklerini de tespit etmiştir. Kaplan, bilimsel mukayeseli edebiyat çalışmaları yapmış ve yaptırmıştır. O, bu mukayesenin bütün İslâm kavimlerinin edebiyatlarına da uygulanabileceğini düşünmüştür.

Kaplan da, Remzi Oğuz gibi, milliyetimizi seçemediğimizi de düşünür. O, buradan milliyetin kaynağına ulaşır: “Vücudumuz nasıl ecdadımızın eseri ise milliyetimiz de coğrafyamızın, tarihimizin ve ırkımızın eseridir.” Ona göre milliyetçi, “mensup olduğu milleti tanıyan, seven ve onu yükseltmeğe çalışan bir insandır.” Milliyetçi, milletinin mesut olmasını ister millet realitesi, şehir, köy, kasabalarla bizi çevirir. Milletin ötesinde insanlık değil başka milletler vardır. Kaplan, milleti ve milliyeti bir şuur olarak kabul eder. Hakiki milliyeti ile Turancıyı ayırır. Turancıyı ütopya peşinde görür. Milliyetçi realisttir. Vatan ve millet realitesinin içinde yaşar, onu görür, değiştirir. Milliyetçilik, sözden çok her gün yapılan, “durmadan yaşanan bir fikirdir.”



Kaplan, Anadolu coğrafyasına dayanan milliyetçiliğe “Yeni Milliyetçilik” adını verir. Bunun coğrafya, tarih ve kültür gibi unsurları vardır. Bu kültür, Anadolu’da Türkler tarafından vücuda getirilen kültür bütünlüğünü doğurur. Bunlar ilave olarak, bu coğrafya ve tarih içinde olgunlaşan soy birliği, bu milliyetçiliğin unsurlarıdır. Bu yeni milliyetçilik sınırları ve benliği içine hapsolunmuş kapalı bir sistem değildir. Kaplan yeni milliyetçiliği, evrenselliğe açmak için onu “pratik insaniyetçilik” olarak da tanımlar. Fakat insaniyetçiliğin yolu, kendi milletini sevmekten geçer. Görüldüğü gibi, Kaplan da şuura öncelik veren, milliyetçi oluşumu (ontolojiyi), milliyetçi hareketin meşruiyeti için kullanan, nesnelden öznele dönen bir milliyetçilik anlayışı vardır.

Kaplan, kültürü, T. S. Eliot’un etkisiyle “herhangi bir toplumun dininin vücut bulmuş şeklidir” diye tarif eder. Kültürde bütünlüğün bozulmasının, çözülmenin bir sebebi olarak, “ihtisaslaşma”yı gösterir. Çünkü, ihtisaslaşma, sosyal tabakaları ve fertleri ortak kültür ve manevî değerlerden ayırır. Çözülmenin önüne geçmenin bir çaresi de “Toplumun ortak din ve kültür kaynaklarına dönmek ve onlarla beslenmektir.” Mehmet Kaplan, bu bağlamda “İslâmiyet yeni bir kültür kaynağı olabilir mi?” başlıklı yazısında sorduğu soruya cevap veriyor: “Hegel ve Kant’tan sonra varoluşçu filozoflar, dinden hareket etmek suretiyle yeni bir felsefe vücuda getirmişlerdir. Batı’da eski Yunan ve Hıristiyan mitolojisine dayanan pek çok yeni sanat eseri vücuda getirilmiştir. Bu örneklere bakarak, İslâmiyet’in de yeni bir felsefe, sanat ve kültür kaynağı olabileceğine şüphe yoktur.”

Mehmet Kaplan, Türkiye’nin kurtuluşunu tarihimizi inceleyerek çıkardığı insan tiplerinden veli tipine bağlar: Türkiye’nin ihtilallerle değil, “köy ve kasabalarda etrafının büyük saygı duyduğu, sözünü dinlediği, gençlerin örnek aldığı ‘modern veli tipi’ ile kurtulacağını” söylüyor. Bu tip eski veli tipi gibi içe değil, “dışa dönük”tür. Tanrı’ya olan sevgisini insanlara hizmet şeklinde gösterir ona göre Avrupa’da bu tipin şahsiyet haline gelmiş binlerce örneği vardır. Orada bu tip Hıristiyan çevrelerden çıkmıştır. O, bizde de bu tipin dini çevrelerden, yetişeceğine inanıyor.

Mehmet Kaplan, yer yer tabiat kanunları, madde, ruh, yaratıcı gibi felsefî konularda da fikir yürütmüştür. Meselâ, materyalistlerin her şeyi tesadüfe bağlayarak izah etmelerine karşı şöyle diyor: “Eğer her şey, tesadüfî ve keyfî olsaydı, bazı masallarda vukua geldiği gibi, bir ağaçtan bir insanın; bir insandan bir ağacın çıktığını görürdük. Hayır, kainatta her şey bir nizama göre vuku bulur. İlmi her yerde muayyeniyet ve kanuniyet keşfetmiştir. Bunlar, ilmin, tabiatın temelidir…İnsan, bunlara bakınca kainatın Tanrı tarafından bir âlim gibi idare olunduğuna inanmaktan kendini alamaz.”

MEHMET KAPLAN’IN İÇ DÜNYASI
Abdullah Uçman, Kaplan Hoca’nın Yunus Emre’nin “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” sözünü çok tekrarladığını belirterek, yoksul bir ailede yetişmesine rağmen gayretiyle tahsil hayatını başarıyla tamamladığını söyledi. Eskişehir’de hocanın ailesinin yoksul hâlini anlatan Uçman, “Kaplan Bey, hocaları bakımından şansıydı. Meselâ ilim dünyamızın mümtaz isimlerinden Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan, Eskişehir Lisesi’nde Mehmet Kaplan’ın felsefe öğretmeni olmuştur.” dedi. Abdullah Uçman, Kaplan Hoca’nın Fuat Köprülü, Ali Nihad Tarlan ve Reşit Rahmeti Arat’tan çok etkilendiğini ve bu hocalardan istifade ettiğini belirtti. Abdullah Uçman, hâtıralarla süslediği konuşmasında özetle şunları söyledi:

“Kaplan Hoca, Türk edebiyatına bir tahlil metodu getirmiştir. Şiir Tahlilleri ve arkasından Hikâye Tahlilleri bu alanda yapılmış ilk çalışmalardır. Alain’i çok sevdi ve onun denemelerinin tercümesini yaparak Fransızcasını geliştirdi. Hoca çok disiplinli bir insandı. Kendisini 1968 yılında önce talebesi olarak tanıdım, başta ürkerdik, sonra hocaya alıştık. Derslerine zamanında başlar, zamanında bitirirdi. Altı ciltlik antoloji çalışmalarını birlikte yaptık. Talebelerinin imzalarını da bu kitapların üzerine koydurttu. Sonra Cenab Şehabeddin’in bütün şiirlerini bir araya getirip yayınladık. Hoca, yeni çıkan kitapları ve dergileri de takip eder, bunları bana aldırırdı. Meselâ Cemal Süreya ve Hilmi Yavuz gibi şairlerin şiir kitaplarını kendisi için aldığımı hatırlıyorum. Ama Hocanın ömrü vefa etmedi. Bu şairlerin şiirlerini tahlil edemedi. 19 akademik çalışma yaptırdı. Nesillerin Ruhu çok kıymetli bir eseridir. 1000’e yakın yazısı vardır ve bunların büyük bir kısmı henüz kitaplaşmamıştır. Hoca, ülkenin durumuyla ilgili görüşlerini açıklardı. Meselâ Milli Eğim Bakanı her değiştiğinde mutlaka ona bir mektup yazar, maarifin aksayan yönlerine dikkat çekerdi.

İki saat devam eden ve büyük ilgi gören programın ardından bütün dinleyicilere kitap armağan edildi. Toplantıya iştirak edenler arasında Prof. Dr. Mehdi Ergüzel, Dursun Gürlek, Menekşe Özkaya, Nihat Çeçen, Recep Arslan, Nurettin Durman, Yusuf Bilge, Serdar Üstündağ, İsmail Hakkı Avcı, Ali Hakkoymaz ve Abdülkadir Karataş da vardı.Prof. Dr. Mehmet Kaplan




Yazıya Tepkini Göster!

Bir Yorum Yaz

YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...

1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.

Daha yeni Daha eski

Reklam

Reklamlar