MEHLİKA SULTAN VE YAHYA KEMAL
yazı kaynağı: Kemal Y. Aren
http://www.kubbealti.org.tr/files/2008ekim.pdf
Mehlika Sultan kim mi?
“Mânâ fî batn-ı şâir...”
Mânâ şâirin karnındadır, demişler!
Mehlika Sultan, Yahyâ Kemal‟in şiirleştirdiği bir masal kahra-mânı.
Şiirin tam metnini aşağıda görüyorsunuz.

MEHLİKA SULTAN
Mehlika Sultan'a âşık yedi genç 
Gece şehrin kapısından çıktı: 
Mehlika Sultan'a âşık yedi genç 
Kara sevdalı birer âşıktı. 

Bir hayâlet gibi dünya güzeli 
Girdiğinden beri rü'yâlarına; 
Hepsi meshûr, o muammâ güzeli 
Gittiler görmeye Kaf dağlarına. 

Hepsi, sırtında aba, günlerce 
Gittiler içleri hicranla dolu; 
Her günün ufkunu sardıkça gece 
Dediler: ''Belki bu son akşamdır'' 

Bu emel gurbetinin yoktur ucu; 
Daimâ yollar uzar, kalp üzülür: 
Ömrü oldukça yürür her yolcu, 
Varmadan menzile bir yerde ölür. 

Mehlika'nın kara sevdalıları 
Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya, 
Mehlika'nın kara sevdalıları 
Baktılar korkulu gözlerle suya. 

Gördüler: ''Aynada bir gizli cihân.. 
Ufku çepçevre ölüm servileri.....'' 
Sandılar doğdu içinden bir ân 
O, uzun gözlü, uzun saçlı peri. 

Bu hâzin yolcuların en küçüğü 
Bir zaman baktı o viran kuyuya. 
Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü 
Parmağından sıyırıp attı suya. 

Su çekilmiş gibi rü'yâ oldu!.. 
Erdiler yolculuğun son demine; 
Bir hayâl âlemi peydâ oldu 
Göçtüler hep o hayâl âlemine. 

Mehlika Sultan'a âşık yedi genç 
Seneler geçti, henüz gelmediler; 
Mehlika Sultan'a âşık yedi genç 
Oradan gelmeyecekmiş dediler!.

Yahya Kemal BEYATLI
Yahyâ Kemâl bu şiiri 1919 Şubatı‟nda yayınlamış. Ama, diyor araştırmacılar, şiirin altında 1907 Café Vachette, notu var. Demek ki şiir Paris‟te yazılmış. Neden neşri için on iki sene beklemiş? Neden olacak, klasik Yahyâ Kemal davranışı.. Geçelim... Mehlika Sultan kim veya ne? Neşrinden bu güne kadar araştırmacılar, münekkitler, Yahyâ Kemal şârihleri, çeşitli yorumlar getirmişler ama, bunların hiç birine şâirden olumlu ya da olumsuz bir işâret gelmemiş!.. Şu halde Meh-lika Sultan‟ın asıl hüviyeti şâirin karnında kalmış, demek zorunda-yız... Bu, bir anlamda, siz hangi niyetle okursanız, odur, demek olu-yor ki, bence güzel olan da bu!.. Efendim, şiirde Mehlika Sultan ana kahraman değil, sâdece ko-nu mankeni... Esrarlı bir güzelliği vardır ama, dilsiz-ağızsız bir var-lıktır. Asıl kahramanlar, o Mehlika Sultan‟a âşık yedi gençtir. Ne-dense bunlar üzerinde pek durulmaz!.. Halbuki masalın kurgusunu onlar sürüklemektedir. Gece şehrin kapısından çıkarlar... Neden gece? Her halde gittiklerini kimse görmesin diye!.. Yedisi de bu es-rarlı güzeli rüyâlarında görmüşler, sevdâlanmışlar, hatta kara sev-dâlı olmuşlar ve onu bulmak için Kaf Dağı‟na doğru yola koyul-muşlar. Onlardan başkaları da bu yola çıkıyormuş, ama herkes yarı yolda, menzile varmadan bir yerlerde ölüp kalıyormuş. Ama bizim masalımızın kahramanları bu emel gurbetinden kurtulmak azmiyle, hep bu belki de son akşam, diyerek, içleri hicranla dolu yola devam etmişler. Emelleri sevdiklerine kavuşmak, yâni vatan-ı aslîleri sevgi-linin diyârı... Hal böyle olunca bulundukları yer elbette gurbettir. Bir an evvel bundan kurtulmak istiyorlar, ne var ki, yollar uzuyor, kalpleri üzgündür, yolculuk devam eder. Evet, esas kahramanlarımızı tanımaya devam edelim:
Bunlar yedilerdir... Yâni üçler, yediler, kırklar deyiminin ortan-cası. Bu yola düşenler üçler kadar az değil, ama kırklar kadar da çok değil, orta bir grup... Sırtlarında aba varmış. Aba, fakir elbisesidir. Daha ziyâde der-vişler giyer... Bulundukları hâlî „emel gurbeti‟ sayıyorlar. Devamlı yürüyor-lar. Bu yolculuğun sonunda „Mehlika Sultan‟ var. Ve, Mehlika‟nın kara sevdâlıları sonunda „çıkrığı olmayan bir kuyuya‟ varırlar. Eyvah, bu korkunç bir şey!.. Kuyu olur da çıkrığı olmaz mı? „Çıkrığı yok bir kuyu‟ felâket ha-bercisi. Su içemeyecekler, demek ki... Halbuki yolcuların en muhtaç oldukları sudur. Masallar devrinin yolcuları, yol boyunca hep su arar-lar. Bu, ya bir pınar başıdır, ya da bir kuyu. Orada oturur, biraz nefes-lenir, kendilerine gelir gibi olunca toparlanıp yollarına devam ederler. Peki, şimdi ne olacak? Bir kuyu buldular, ama çıkrığı yok!. Su içemeyecekler... Susuzluktan kavrulup gidecekler... İşte bu korku ile eğilip kuyunun içine bakıyorlar: Bir de ne görsünler, suyun ayna kesilen yüzünde bir gizli cihan ve etrâfı ölüm servileriyle çevrili, o cihânın içinde uzun
gözlü, uzun saçlı sevgililerini görür gibi oldu-lar. Korktular, ürperdiler,
ama, en küçükleri: “Ben bedel ödemeye râzıyım” anlamına gelecek bir
tavırla parmağındaki gümüş yüzüğü çıkarıp suya atar, bu davranış büyünün
anahtarı gibidir, nitekim su çekilir, bir hayâl âlemi peydâ olur,
kahramanlarımızın hepsi o hayâl âlemine dalarlar. Onların bu
macerâlarından haberli olanlar, bu ye-di gencin o âlemden
dönmeyeceklerini söylüyorlarmış.
Masalın bitiş kısmı bana „Fâreli Köyün Kavalcısı‟nı düşündür-dü.


Neyse!.. Burada ince bir nokta dikkatimi çekti: Baştan beri „Sul-tan‟
sıfatıyla yâdettiği bu esrarlı güzele şâir, sona gelindiğinde „Mehlika‟
demeye başladı. Mehlika, yâni, mahallenin ablası gibi bir söyleyiş... Tıpkı 
yıllar sonra Ahmet Muhip Dranas da, şiirine konu edindiği böyle bir 
mahalle güzeline „Fahriye Abla‟ demişti. Onu hatırladım. „Dranas, hiç 
değilse bir „ablalık‟ sıfatı eklemişti. Yahyâ Kemal ise kendisini bir türlü ele 
vermeyen bu esrârengiz güzele o kadar kızmış olmalı ki „Mehlika‟ deyip 
kestirip atmış. Yedi gence de „kara sevdâlı‟ yaftasını kondurup, bu 
kapıldıkları boş hayâlden dolayı onları mâzur görme yoluna gitmiş.
Evet, başta da dediğim gibi, bu yedi genç masalın ana kahramâ-nı 
durumunda. Kara sevdâlı-mara sevdalı, ne olursa olsun, bir im-kânsızı 
başarmak için yola çıkıyorlar ve bu uğurda ölümü göze alı-yorlar. Bu 
mühim!..
„Mehlika Sultan‟ şiirinde hayâl edilen macerânın bir benzerini yıllar 
sonra Arif Nihat Asya “Destan” adlı manzûmesinde tekrarlar:
„DESTAN‟dan:
Gönül vermişler aya;
Hükmetmişler toprağa, suya...
Tanrı‟yla akrabâlıkları
Yakındanmış.
Zembereğini kuran
Onlarmış bu dünyânın...
Onlar ki, kurt doğuran
Obaların soyundanmış.
Ve, zaferler getiren at

Dikkat edilirse burada da yollara düşenler vardır, ama bunlar bir
hayâle değil, zafere koşuyorlar. Bunlar da ay‟a gönül vermişler. Tıpkı
Mehlika‟nın kara sevdâlıları gibi. Ama onlardan ne kadar farklıdırlar:
Bunlar suya, toprağa hükmediyorlar, tâbi olmuyorlar. Üstelik Tanrı‟ya da
yakın akraba imişler. Mehlika‟nın kara sevdâlı-larının içleri hicranla dolu

olduğu için, kalpleri üzgün, yolları uza-dıkça uzuyor ve, her an 
başarısızlık, yarı yolda kalakalmak söz ko-nusu. Ârif Nihat Asya‟nın 
destanlar yaratan gençleri ise „dünyânın zembereğini‟ kuruyorlar!.. 
Zemberek kelimesini gençler bilmeyebi-lir, şâir, dünyânın gündemini onlar
oluşturuyorlardı, diyor!... Ta-savvur buyurun nasıl bir kudrete mâlik 
imişler!.. Allah Allah!... Ve, bindikleri atların nalları altından imiş!... Şu 
ihtişâma bakınız!.. İn-sanın gözleri kamaşıyor. Elbette bu gençler gece 
karanlığında değil, şafak kızıllığında yollara düşerler... Yahyâ Kemal‟in 
gençlerinin yü-züğü ise sâdece gümüştendir. Basit bir gümüş parçası...
Atlarının nalları altından olanlar zaferler getiriyorlarmış, diğer-leri ise 
bir hayâl âlemine dalıp gidiyorlar.

Heyhât!..
*
Aziz okuyucularım, burada biraz durup, Ahmet Mithat Efen-di‟vâri bir 
deyişle, şöyle söylemek istiyorum:
Bu nazmını şâir-i güzîdemiz Yahyâ Kemal Bey merhum, zamâ-nın 
modasına uyarak yazmıştır. Zîra o yıllarda Alman, İngiliz, Fran-sız şâir ve 
yazarları da manzum ve mensur masallar yazıyorlardı. Bizde de Ziyâ 
Gökalp, Tevfik Fikret ve daha şu anda isimlerini ha-tırlayamadığım başka 
edip ve şuara dahi masallar dünyâsından ilhamlar topluyorlardı.
Ne var ki bunların bence en güzeli ve şâirânesi Mehlika Sultan‟-dır. 
Neden derseniz, Yahyâ Kemal merhum bu nazma öyle güzellik-ler katmış 
ki her okuyan onda kendi Mehlika‟sını tahayyül eder; okurken sesine 
elinde olmadan bir halâvet verir, Kaf Dağı‟na doğru yola çıkmış 
gençlerden birinin yerine muhtemelen en küçüğün yeri-ne, kendini koyar, o 
uzun gözlü, uzun saçlı güzeli aramaya gittiğini hayâl eder.

Bütün bunları niçin anlatıyorum? Şunun için: 1900‟lü yılların ba-şında 
dünya ve bilhassa Türk toplumu bir ahlâk ve eğitim buhrânı ya-şıyordu. 
Pozitivizm ve materyalizm bütün insanlığın üzerine bir kara-basan gibi 
çökmüş, dînî inançlar ve romantizm alay konusu edilmiş, insanlar hayal 
kuramaz hâle gelmişler, suyu çekilmiş birer musluk gibi tıslamaya başlamışlar. 
Ruhlarının yumuşaması için şiir istiyorlar. Şâirâ-ne bir hayat özlüyorlar ama 
yok!.. Ufuklar çöl sarısı, günlük hayat ise sası. Tatsız tuzsuz bir debeleniş, bir 
sürükleniş! Nitekim bu mâneviyât yoksulluğu 1914‟te başlayıp 1918‟de bittiği 
zaman 25 milyon cana mâl olacak 1. Dünyâ Savaşı‟nı doğuracaktır.
İşte 20. Asrın başlarında Almanya‟da Grimm Kardeşler; Danimar-ka‟da 
Andersen; Norveç‟te Selma Lögerlöf; İsviçre‟de Eleanor H. Por-ter ve 
Johanna Spry, klasik çocuk edebiyatını başlattılar. Bu dâhi ka-lemler 
büyüklerden ümidi kesmişlerdi. Çocukların tab‟ında vâr olan hayal etme 
gücünü kullanarak, tabiat sevgisi ile berâber en saf, en te-miz insânî 
duyguları, insanlara hizmet şuurunu aşılamaya çalışıyorlardı.
*
Yahyâ Kemal‟in Mehlika Sultan‟ı elbette bir çocuk edebiyâtı mah-sûlü 
değildir. Olsa olsa Yahyâ Kemâl‟in rûhunun çocuk kalmış yanının
tezâhürüdür. Anonim Türk Masalları‟ndan motifler taşımaktadır: Kaf
Dağları, aba, yer altında bir gizli cihan, yolcuların en küçüğü (ki, küçük
şehzâde figürünü hatırlatıyor) gibi... Yahyâ Kemal 1919‟larda bu ma-salı 
neşretmekle, hem insanlığın içinde bulunduğu ümitsizlikleri, bu-nalımları, 
hem de „bir gizli cihan‟ bulma hayâlini ifâde etmiş.
*
Elbette, millî bütünlüğün oluşmasında masalların, destanların, 
ninnilerin ve türkülerin, kısacası anonim halk edebiyâtının çok büyük rolü 
vardır. Bizzat kendi müşâhedelerimden birini burada nakletmek isterim:
Çocuk hâfızamda, anneannemden dinlediğim bir nefis masal vardır: 
„Kara Yılan‟ masalı!... Kötü ruhlu, kötü kalpli bir üvey anne, 
mevcûdiyetine tahammül edemediği üvey kızını çeşitli desîselerle ortadan 
kaldırmak ister. Kızın, ölmüş annesinin rûhâniyetinden istimdat etmesi -bir 
mânâda kökünden, atasından yardım alması- onu üvey annenin 
tuzaklarından kurtardığı gibi, sonunda dünya saâdetlerinin en yücesine 
ulaştırır.
İşte bu masalı ben yıllar sonra Eflâtun Cem Güney‟in2 masalları içinde 
buldum. Birebir aynı idi. Bu ayniyete dikkatinizi çekmek iste-rim: 
Anneannem doğma büyüme Manisalı bir ümmî kadın. Manisa dışına hayâtı 
boyunca hemen hemen hiç çıkmamış. Eflâtun Cem‟in masallar derlediği 
Sivaslı masalcı nine de öyle: O da hayâtı boyunca Sivas‟tan dışarı 
çıkmamış ümmî bir hâtun. O yılların hayat nizâmı öyle idi: İnsanlar pek 
mühim bir mecbûriyet olmadıkça hayatlarını doğup büyüdükleri yerde 
tamamlarlar, taşra çıkmayı akıllarından geçirmezlerdi. O halde bir 
Manisalının dilindeki masal nasıl oluyor-du da bir Sivaslı ninenin dilinde 
vücut buluyordu? İşte bu oluş millî bütünlüğü sağlayan unsur idi. Ve, 
insanlar aynı ahlâk prensiplerini bu anonim halk edebiyâtı yoluyla 
kazanıyorlardı. Meselâ Eflâtun Cem, masalın bir yerinde anlatımı durdurur, 
masalcı ninenin ağzından: “Kız, Fadik gelin! Burayı iyi dinle, senin de 
üveylerin var, onları kendi evlâtlarından ayırırsan sonra başına neler gelir, 
gördün. Ona göre!..” diye bir ahlâk dersi verir. Bu bir eğitimdir, hem de 
büyüklerin eğitimi. Sinemanın, televizyonun, hâsılı bugünkü sesli, görüntülü 
eğlence vâsıtalarının olmadığı devirlerde insanlar bu yolla eğitiliyor, ferdiyet 
tekliğinden millet bütünlüğüne yükseliyorlardı. Çocukların da hâfızalarına bu
Nitekim, Yahyâ Kemal, yıllar sonra naklettiği hâtıralarında: “Millî 
benliğimin tekevvününde, çocukluğumda uşağımız Süleyman Ağa‟dan 
dinlediğim Battal Gāzi Destanları‟nın, Sultan Murat Efen-dimizin 
gazâlarının, annemin namazlardan sonra okuduğu Ahme-diye, 
Muhammediye kıssalarının, Yûnus ilâhilerinin hatırlanması-nın büyük rolü 
oldu.” der.
Evet, bu, millî benliğin tekevvünü hâdisesidir.
İşte Mehlika Sultan da bana göre olsa olsa böyle bir özlemin 
mahsûlüdür. Bilmem haksız mıyım?
Sözün Sonu: Fuzûlî‟nin bir beytini hatırladım:
Fâriğ etti mihrin özge mehlikalardan beni 
Hırz imiş aşkın senin saklar belâlardan beni
(Senin güneşinin ışığı beni başka ay yüzlülerden uzak tuttu. Meğer 
senin aşkın beni belâlardan koruyan bir muska imiş.)
Ey benim Mehlika‟m:
Senin aşkın da beni başka başka mehlikalardan korudu. 
Rabbime sonsuz hamd ü senâlar!...

yazı kaynağı: Kemal Y. Aren

Yazıya Tepkini Göster!

Bir Yorum Yaz

YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...

1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.

Daha yeni Daha eski

Reklam

Reklamlar