5 Kas 2014

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR NEDEN EVLENMEDİ? İlginç tespitler

Reklamlar

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR'IN EVLENMESİNE MANİ OLAN BİR HASTALIK-YARD.DOÇ.DR.NURİ SAĞLAM
Yazının Künyesi:'Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Hastalığı: Enürezis Nokturna”, Türk Edebiyatı, S. 400, Şubat 2007, s. 84-87.)

Henüz dört buçuk yaşındayken çok düşkün olduğu ve kucağından hiç inmediği annesini kaybeden ve babası Mehmet Sait Paşanın yeniden evlenmesiyle de büyükannesinin yanında yetişen Hüseyin Rahmi, çocukluk yıllarını babasından uzak ve terk edilmişlik duygusu içinde geçirmiştir. Bununla beraber her ne kadar kendisinden uzak kalmış olsa bile babasını, teyzesini ve yanında yetiştiği büyükannesini ilk gençlik yıllarında kaybeden yazar, çocukluk ve ilk gençlik dönemini ardı ardına gelen bu felâketler içinde idrak etmiş ve dolayısıyla kişiliği ve yaşam çizgisi üzerinde bütün bu felâketlerin belirgin bir rolü olmuştur. Çocukluğunda hayli haşarı olmasına rağmen gittikçe içine kapanması[1], kadınlara özgü birtakım davranış biçimleri geliştirmesi[2], geleneksel toplum hayatının dışına çıkıp kurallarını kendisinin belirlediği farklı bir yaşamı tercih etmesi ve üstelik “kimse ile samimî olarak görüşmemesi”[3] bu yüzden olmalıdır. Nitekim Heybeliada’nın kuş uçmaz kervan geçmez bir tepesine yaptırdığı köşküne çekilerek çocukluk yıllarından beri tanıdığı ve kendisi gibi hiç evlenmemiş olan Miralay Hulûsi Beyle birlikte toplumdan ve dönemin edebiyat çevrelerinden uzak bir hayat sürmüştür.[4]
Hüseyin Rahmi’nin dışa oldukça kapalı bulunan hususî hayatı ve özellikle de hiç evlenmeyişi hem az sayıdaki dostları hem de dönemin edebiyat çevreleri tarafından daima merak edilen bir konu olmuştur. Fakat yazar bu konuda kendisine yöneltilen soruları türlü tevillerle geçiştirmiş yahut cevapsız bırakmış olduğu için evlenmeyişinin gerçek sebebi hâlâ anlaşılabilmiş değildir.[5]Çünkü hususî hayatı ve kişiliği hakkında bilinenler, bir kısmı kendi kaleminden çıkma, bir kısmı da onu bazı yönleriyle tanıma imkânı bulan birkaç dostuna ait bölük pörçük hatıralardan ibarettir. Bununla beraber Hüseyin Rahmi’nin eserlerinde duygu ve düşünce dünyasını yansıtan ahlâk ve felsefe anlayışıyla kişiliğinin türlü eğilimlerini bulmak mümkündür.[6] Genel kanaat odur ki hemen bütün romanlarında ahlâk kaidelerini çiğnemekte hiçbir mahzur görmeyen deli, cani, züppe ve bencil tipler yaratmış[7] olan Hüseyin Rahmi, bu tipler vasıtasıyla toplumsal hastalıkları tespit ve teşhir ederek tedavi yollarını göstermek istemiştir. Ancak Freud’un Dostoyevski’yi değerlendirirken “… yapıtları için zorba, cani, bencil tiplerin özellikle yer aldığı konular seçmesi; böyle bir tutum söz konusu tiplerdeki eğilimleri Dostoyevski’nin kendi ruhunda da barındırdığını kanıtlar.”[8] tespitiyle her yazarın eserine kendinden bir şeyler kattığı gerçeği dikkate alınırsa Hüseyin Rahmi’nin yarattığı tiplerdeki türlü eğilimlerin de kendi kişiliğinden kaynaklandığını düşünmek yanlış olmaz. Dolayısıyla burada toplumsal eleştiri bakımından Hüseyin Rahmi’nin “en korkunç eseri”[9]sayılan Ben Deli miyim?[10] romanına bu gözle bakmaya ve yazarın yukarıda kısaca özetlediğimiz yaşam tarzına sürüklenme sürecini daha iyi anlayabilmek için romanın baş kahramanı Şadan’la aynîleştiği birkaç noktayı açmaya çalışacağız. Zira bu romanda siyasî ve toplumsal hayatın hemen bütün görünüm ve değerlerini eşi görülmedik bir şiddetle tahkir eden yazarın romandaki aslî tipi Şadan’a, özellikle kendi felsefe ve ahlâk anlayışıyla dimağının sinir galeyanlarını yüklerken bazı patolojik hususiyetlerini de kodlamış olduğunu düşünüyoruz.[11]
Bir yazısında “Validem okur yazar bir kadındı. Beni dört buçuk yaşında teyzemin terbiye aguşuna bırakarak pek genç iken yirmi ikisinde hayata veda etti. Söz valideme intikal edince kalemimi tutamam, ağlamadan duramam. Çünkü kendisine pek düşkündüm. Kucağından hiç inmezdim. Çocukluğumda bütün ateşleriyle zihnime intiba etmiş birkaç levha vardır ki tahatturu beynimi daima yakar. O zaman ne olduğunu bilmediğim, itiraf lâzım gelirse hâlâ öğrenemediğim hayatın acılığı masum yanaklarımı pek insafsızca şamarlamıştı. Sızısı hâlâ gitmiyor...” diyen yazar, verem hastalığının elinde kısa sürede sararıp solan annesinin bir gün “çırpına çırpına nefessiz kaldığını” görünce şiddetli bir ruhî travma yaşamış ve bu travmanın izleri ölene kadar belleğinden silinmemiştir. Bu yüzdendir ki yazısının devamında “Hatıramda ise haminnemin, kızının cesedi üzerine kapandığı son feci levha intiba etti, kaldı. Yüz sene daha yaşasam bunun kalbimi yakan vuzuhundan hiçbir şey silinmeyecek...” demektedir. Annesinin ölümünden sonra her ne kadar “bir sözü iki edilmemiş, her istediği yapılmış” olsa da “Annem nerede? feryadıyla morara morara uzun uzun ağlamalar tutturan pek asabî bir çocuk”[12] olmuş, hatta “düz duvarlara çıkacak”[13] derecede haşarı yetişmiştir. Ben Deli miyim? romanının kahramanı Şadan’ın çocukluğu da böyledir. Henüz küçük yaşlarındayken asabî bir mizaca sahip olan Şadan, aile içinde “sinirli çocuk” adıyla anılmaktadır. “Hiçbir arzusunun geri çevrilmesine tahammül edemeyen” ve “çarçabuk hiddetlenen” bu asabî çocuk, zaman zaman “şiddetli nöbetler, buhranlar” geçirmekte, kendisine ve karşısındakilere zarar verecek kadar saldırgan davranışlar sergilemektedir (s. 53).
Çocukluk dönemlerine ait karakter çizgileri tamamen örtüşen yazarla kahramanın birbirleriyle aynîleştiği asıl mühim nokta evlilik karşısında almış oldukları pozisyondur. Yazarın hiç evlenmeyişinin mazereti, yakın dostu Refik Ahmet Sevengil tarafından “Şimdiye kadar hiç evlenmemiştir. Bir gün sebebini sorduğum zaman önce sıkıldı. Çocukluğunda aralarında büyüdüğü eski İstanbul hanımlarından öğrenilmiş bir mahcubiyet edası ile kızardı, sonra galiba suali cevapsız bırakmış olmamak için gülümsedi: -Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim; bunun içindir ki misafirlikte de kalamam…”[14] şeklinde nakledilir. Burada evlenmemesine gerekçe olarak yattığı odada başka nefes istemeyişini ileri süren yazar, sırf bu yüzden misafirlikte de kalamadığını söyleyerek kendisi hakkında merak edilen bir başka hususa daha açıklık getirmek ister. Ancak normal şartlar altında misafir olarak kalınacak bir hanede misafire müstakil bir oda tahsis edildiği ve dolayısıyla odada başka bir nefesin bulunmayacağı dikkate alınırsa yazarın misafirlikte kalamama gerekçesinin pek de tutarlı bir yanı olmadığı anlaşılır. Öyleyse bu ifade, yazarın hem evlenmesine hem de misafirlikte kalmasına mani olan fakat açıklamaktan utanıp sıkıldığı gizli bir rahatsızlığına işaret ediyor olmalıdır.
Ben Deli miyim? romanının kahramanı Şadan, deliliğinin farkında olan bir delidir. Hatta ruhça kendisi gibi hasta olanların evlenip evlenemeyeceklerini öğrenmek için birkaç doktora başvurup şuuru hakkında konsültasyon yaptıracak kadar da akıllı bir delidir. Ancak doktorlar evlenip evlenemeyeceği konusunda karar veremeyince, birçok cinsel sapkınlığı olan Şadan da tıpkı Hüseyin Rahmi gibi hiç evlenmemeyi tercih eder. Romanın ilk bölümlerinde kendisini tanıtırken “Bazı gülünç, mayup, hatta iğrenç taraflarımı hemen hiç örtmeyerek kendimi olduğum gibi göstermeye çalışacağım. Bütün sözlerinde muvazene iddia eden ağırbaşlı, ciddî muharrirler gibi kusurlarımı safsata macun ve boyasıyla kapatmaya uğraşmayacağım. O nevi sahte vakar satırların ağırlıklarından yorulmuş gözleriniz bu zırdeli fakat riyasız sayfalar arasında dinlenecektir.” (s. 43) diyen Şadan, 41. sayfadan itibaren bütün cinsel sapkınlıklarını ortaya dökmektedir. Romanın herhangi bir yerinde şu veya bu şekilde muharrirlikle alâkası olduğuna dair hiçbir iz bulunmayan Şadan burada “… Bütün sözlerinde muvazene iddia eden ağırbaşlı, ciddî muharrirler gibi kusurlarımı safsata macun ve boyasıyla kapatmaya uğraşmayacağım…” demek suretiyle yazarın yerine geçtiğini bizzat belirtmek ister.[15] Görünen odur ki bütün dikkatleri topladığı bu cümleden itibaren yazarla aynîleşen yahut diğer bir deyişle doğrudan doğruya yazarın sözcülüğünü yapmaya başlayan[16] Şadan, “Benim, derin garabetlerini hiçbir kelime ile tarif edemeyeceğim tekmil acayiplerin fevkinde bin bir merakım vardır. Meselâ kendi evimde veya misafirlikte temiz bir döşeğin içine yatmazdan evvel, onu birkaç damla idrarla kirletmek âdetimdir. Bu nasıl marazî hâl bilmiyorum. Bu merakımı yerine getirmedikçe kabil değil uyuyamam. Fakat damlalığım her zaman irademe muti olmadığından bazen çok kaçırırım. Utanacak yerlerde mahcubiyetlere uğramamak için yaşı kurutmaya veyahut türlü teviller ile kabahatimi örtmeye muvaffak olurum…” (s. 44) sözleriyle de asıl söylemek istediğini söyler. İlk bakışta bir delinin zırvaları gibi görünen bu ifadeler, kanaatimizce henüz çocukken annesini gözlerinin önünde kaybetmekle büyük bir ruhî travma yaşamış[17] olan yazarın o günden itibaren uykuda altını ıslatma (enürezis nokturna) gibi psikolojik yahut fizyolojik bir rahatsızlığa yakalanmış olduğuna işaret etmektedir. Şadan gibi yarı deli bir karakterin evlenip evlenemeyeceğini anlama merakıyla doktora gidip konsültasyon yaptırması da Hüseyin Rahmi’nin hem evlenmesine hem de misafirlikte kalmasına mani olabilecek böyle bir hastalığın tedavisi için birçok çareye başvurduğu fakat olumlu bir sonuç alamadığı şeklinde yorumlanabilir.
Anne veya babanın ölümü yahut boşanmaları gibi aile düzenini ciddî biçimde sarsan birtakım olayların sebep olduğu enürezis nokturna hastalığı, çocukta özgüven eksikliğine, benlik saygısının azalmasına ve ilerleyen zaman içinde sosyal kimlikle ilgili bazı sorunlara yol açabilmektedir. Nitekim yazımızın girişinde kısaca özetlemeye çalıştığımız yaşam öyküsü Hüseyin Rahmi’nin sağlıklı bir sosyal kimliğinin bulunmadığını anlamak için yeterlidir. Böyle bir kimlik sorunu ise yine Freud’a göre çift cinsellik denilen bünyesel bir olgunun gelişmiş olmasıyla açıklanır[18] ki kanaatimizce söz konusu hastalığın yol açtığı bu durum yazarın babasıyla aynı mesleğe mensup olan Miralay Hulûsi Beyle kurduğu tuhaf dostlukta, kadınlara özgü birtakım davranış biçimleri kazanmasında ve nihayet eserlerindeki pek çok örneğin ortaya koyduğu gibi kadınların dünyasını üstün bir yetenekle seziş ve kavrayışta kendisini açığa vurmaktadır.

[1]Efdal Sevinçli, Hüseyin Rahmi Gürpınar-Yaşamı, Sanatçı Kişiliği, İstanbul, 1990, s. 32.
[2]“Çocukluğu eski İstanbul hanımları arasında geçmiş; aradaki yarım asırdan hayli fazla olan zamana rağmen o hayatın tesirlerini jestlerinde kuvvetle muhafaza ediyor; gün görmüş, ananeye sadık, kibar bir İstanbul hanımefendisi gibi ekseriya ellerini ya dizlerinin üstünde, ya göğsünün üstünde kavuşturarak oturur; gülerken parmakları birbirine bitişip güzel bir siper haline gelen bir eli ile ağzını örter; kahkahaları küçük, sessiz ve kibardır; dudaklarında sönen gülümsemesi bir müddet de gözlerinde devam eder. … Gayet iyi tentene örer, yastık işler, beyaz işi yapar…” Bk., Refik Ahmet Sevengil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1944, s. 10-11. “En büyük merakı yün ve tentene örmekti. Çok defa yazı yazdığı masasının başından kalkıp, dinlenmek için tentene ördüğü görülürdü. Yüne gelince yaprak örgü, fıstık örgü, kâtip çimdiği ve daha akla gelen bütün örgü tarzlarının -romanda olduğu gibi- hakiki üstadı idi. … Hamarat bir ev kadını kadar mutfak ve ev işinden anlardı. Hatta ahbaplarından bir hanımın ‘Hüseyin Rahmi’nin reçellerini Hüseyin Rahmi’nin romanları kadar severim.’ dediği meşhurdur.” Bk., Şevket Rado, “Kedilerimi İyi Doyurunuz”, Hayat, c. 4, sy. 78, 4 Nisan 1934, s. 7-8.
[3]Refik Ahmet Sevengil, age., s. 15.
[4]“ Mürebbiye ile birdenbire şöhretin ve muvaffakiyetin en yüksek mertebesine çıkan bu muharriri hep severdik, fakat uzaktan...” diyen Halid Ziya Uşaklıgil, onun insanlardan kaçan huyunu haklı gösterecek bir sebep bulamadığını kaydeder. Bk., Kırk Yıl, İstanbul, 1969, s. 473-474.
[5]Hüseyin Rahmi’nin evlenmeyişinin sebebi bilinmemekle beraber bu konuda ileri sürülen tahminler de farklıdır. Nitekim Refik Ahmet “Hüseyin Rahmi’nin ilk gençliğinde sıhhatinin biraz bozuk gitmesi evlenmesine mani olmuş, sonraları da gabila üstat bekârlığa alışmış ve yaşayış şeklini değiştirmek istememiştir.” (bk., age., s. 13) derken Şevket Rado “Hüseyin Rahmi yanına eldiven almadan asla sokağa çıkmazdı. Sokakta el sıkmasını sevmez, evdeki kapıları entarisinin eteği ile tutarak açardı. Belki de hayatında hiç evlenmemesinin sebebi bu idi.” demektedir. (Bk., agy.)
[6]Önder Göçgün, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ankara, 1990, s. 12.
[7]Mehmet Kaplan, “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanlarında Aslî Tipler”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar-1, 2. bs., İstanbul, 1992, s. 464; daha geniş bilgi için bk., Önder Göçgün, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanları ve Romanlarında Şahıslar Kadrosu, Ankara, 1993.
[8]Sigmund Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, (çev. Kâmuran Şipal), 3. bs., İstanbul, 2003, s. 224-225.
[9]Niyazi Berkes, “Hüseyin Rahmi’nin Sosyal Görüşleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c. III, sy. 3, Mart-Nisan 1945, s. 3-17.
[10]Hüseyin Rahmi, Ben Deli miyim?, Maarif Matbaası, İstanbul, 1341(1924). Yazımızdaki alıntılar, romanın bu ilk baskısına aittir.
[11]Hüseyin Rahmi’nin “duygu ve düşüncelerinden kaynaklanan bir çizgide” de olsa “hemen her eserinde kişiliğinin türlü yönlerdeki izlerini bulmak mümkündür.” Bk., Önder Göçgün, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ankara, 1990, s. 12.
[12]Hüseyin Rahmi Gürpınar, “Edebiyat: Annemin Ölümü”, Yeni Türk Mecmuası, c. 1, nr. 25, Ağustos 1934, s. 1585-1589.
[13]Refik Ahmet Sevengil, age, s. 37-38; Agâh Sırrı Levend, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ankara, 1964, s. 19-20.
[14]Refik Ahmet Sevengil, age, s. 12.
[15]Enrico Ferri, buna benzer bir ilişkiyi Paul Bourget ile kahramanları arasında kurar. Paul Bourget’nin psikoloji ilmine tam anlamıyla vâkıf olmadığını ve dolayısıyla romanlarındaki psikolojik tasvirlerin derinlik taşımadığını ileri süren Enrico Ferri, bu yüzden Bourget’nin kahramanlarının muvazenesiz zihinlerini değil bizzat kendi normal şuurunu tasvir ve tahlil ettiğini söyler. Bk., Enrico Ferri , Sanat ve Edebiyatta Caniler, (çev. Selmin Evrim), İstanbul, ts., s. 182-183.
[16]Zira Hüseyin Rahmi, “… bazı yazarlar gibi hikâye ve roman kahramanlarına ilgisiz kalmamış, yani onları birer figüran şeklinde kabul etmemiş; beğendiği veya beğenmediği yönleriyle, kendi düşüncelerini de katarak süzgeçten geçirmiştir.” Bk., Önder Göçgün, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ankara, 1990, s. 29.
[17]Hüseyin Rahmi, annesinin ölümü dolayısıyla yaşadığı bunalımları, annesine ithaf ettiği Nimetşinas romanınınönsözünde “Ölümün ne olduğunu, ben yaşta bir çocuğun valide sühûnet-i muhabbetinden müebbeden ayrılışındaki mahrumiyyet-i elîmiyyeyi sonra pek acı tecrübelerle öğrendim...” şeklinde dile getirmektedir. Bk., Nimetşinas, 2. bs., İstanbul, 1927, s. 3-4.
[18]Bk., Sigmund Freud, age., s. 230-232; aynı yazar, Psikopatoloji Üzerine, (çev. Selçuk Budak), 3. bs., Ankara, 1999, s. 203-205. 

Artikel Terkait

Yorumları Göster
Yorumları Gizle

YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...

1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4) Yorumunuza emoji eklemek için "Emoticon" butonuna tıklayın.
5)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.


EmoticonEmoticon

Edebiyat yazılılarında başarınızı artırın, kanalımıza abone olun!