Reklamlar Reklamlar Reklamlar Reklamlar Reklamlar Reklamlar Reklamlar
Home » , , » Nereden baksanız tutarsızlıklarla dolu bir film:NUH BÜYÜK TUFAN

Nereden baksanız tutarsızlıklarla dolu bir film:NUH BÜYÜK TUFAN

Written By edebiyat fatihi on 21 Nis 2014 | 21.4.14

Nuh: Gemisini kurtaran peygamber!


Felaket ve kıyamet konuları sinemanın sıklıkla müracaat ettiği, hatta her an el altında bulundurduğu derin ve zengin damarlardan biridir. İster ilahi olsun, ister semavi, referansı nere olursa olsun epey alıcısı da vardır bu türü. Kozmik kıyametten, salgınlara, tabii afetlerden bizatihi insanın sebebiyet verdiği facialara kadar pek çok alt başlığı vardır bu türün. Ne ki en cazibi ve daimi alıcısı olanı ilahi referanslı felaket filmleridir. Bunlardan en çok işlenenlerden biridir Nuh Tufanı. (Meraklısına not: Bu ayki Yedirenk Sanat ve Hayat dergisinde bu konuyla ilgili ayrıntılı bir dosya var)

“Pi”, “Requiem for a Dream-Bir Rüya İçin Ağıt”, “Black Swan-Siyah Kuğu” gibi sıra dışı filmleriyle isminden söz ettiren Darren Aranofsky, son filmi “Noah-Nuh”da sahip olduğu dijital yeteneği, Eski ve Yeni Ahit’e sadık kalınarak yazdığı söylenilen insanlık tarihinin ilk felaket öyküsünün hizmetine sunuyor. Ölümcül bir sel felaketinin dünyadaki tüm yaşamı tehdit etmesi ve Hz. Nuh'un ilahi direktifler doğrultusunda inananların kurtuluşu için bir gemi inşa etmeye başlamasıyla ilerliyor. Bu devasa gemiye her canlı türünden örnekleri alarak insan ve Nuh rolünde Russell Crowe'a Jennifer Connelly, Emma Watson ve Anthony Hopkins gibi isimler eşlik ediyor.

Filmin özetini yazmalıyız, zira bizim bildiğimiz Nuh Tufanı kıssasından epey farklı bir konusu var filmin.


İnsanoğlunun ataları cennetteki yasak meyveyi yedikleri için ceza olarak dünyaya gönderilmiştir. Onların torunları ise, nefis mücadeleleri adına birbirini öldürmeye başlayınca Nuh ailesini de alarak insanlardan uzaklaşmıştır. Derken kaçınılmaz son gerçekleşir ve Nuh’un sair insanlarla yolu tekrar kesişir. Tam bu esnada cezalı olarak yeryüzüne indirilip taşlaştırılmış melekler yardımına koşar. Nuh’un kavmiyle iletişim sorunları vardır ve bunu çözmek yerine bir gemi yapıp, gelecek olan tufandan kurtulmayı tercih eder. Ancak, iletişim sıkıntısı aile içinde de devam edince, büyük tufan sonrası da sorunlar bitmez.

Filmin hikayesi kaba taslak böyle. Şüphesiz Musevi kökenli sinemacı Aranofsky ve kadrolu senaristi Ari Hendel, hikayeyi oluştururken özellikle Eski Ahit’i referans almış. Her ne kadar sıradışı yönetmenin ciddi bir bağlam kaydırması söz konusu olsa da, önce bizim bildiğimiz kıssa ile filmde anlatılan hikayenin farklılıkları üzerine odaklanmak lazım.

KAYNAKLARA GÖRE BÜYÜK TUFAN

Şüphesiz arşımızdaki bir sinema filmi ancak yaşandığına inanılan bir olaya dayanarak perdeye çekilen bir film. Dolayısıyla sinemanın her daim yaptığı gibi hakikati eğip bükme meselesi burada önem kazanıyor. Darren Aranofsky’nin filmine bakıldığında hikaye olarak sadece Kur’an-ı Kerim’e değil, kendi kitaplarına göre de tarihsel gerçekliği zayıf, hatta yazılanlara zıt bir metin ile karşı karşıyayız. Slam kaynaklarına baktığımızda Nuh: Büyük tufan filminin sadece öykü olarak değil, peygamberlik ve hatta ‘İlah’ kavramına da çok sakat bir mantıkla yaklaştığını söylemek mümkün.

Kutsal kitabımız Nuh (as) meselesini şu şekilde aktarıyor bize:
"Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O "baskı altına alınıp engellenmişti."
Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kafir toplumdan) intikam al."
Biz de "bardaktan boşanırcasına akan bir su ile göğün kapılarını açtık.
Yeri de "coşkun kaynaklar" halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti.
Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık;
Gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. İnkâr edilmiş-nankörlük edilmiş olan (Nuh)a bir mükafat olmak üzere.
Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?
Şu halde Benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?" (Kamer Suresi, 9-16)


İncil meseleyi şöyle aktarır:
"Tanrı, eski dünyayı da esirgemedi. Ama Tanrısızların dünyası üzerine tufanı gönderdiği zaman, doğruluk yolunu bildiren Nuh'u ve yedi kişiyi daha korudu." (II. Petrus, 2/5)

Eski Ahit’e göreyse, tüm dünyayı kaplayan bir Tufan’la "yeryüzünde olanların hepsi ölecektir" hükmü gereği, tüm insanlar cezalandırılmış, Tufan sonrasında yaşayan yegâne insanlar Hz. Nuh ile gemiye binenler olmuştur. (Tekvin 9/11)

Şüphesiz sadece dini referanslarda değil, pek çok masal, inanış ve mitolojide de mevcut ‘büyük Tufan’. Heraklitus, Empedokles, Platon ve Aristoteles, "geçmişte insanlığın uğradığı su ve ateş felaketleri" olarak ifade etmişler hadiseyi. Öte yandan Türk mitolojisinde de denk geliyoruz olaya. Nuh Tufanı Türk kaynaklarında "Taşkın" olarak anılır. Türk kültüründeki önemi yeryüzünün yeniden ilk başlangıçtaki sularla kaplı haline dönmesidir. Yenilenmenin sembolüdür fakat yenilenme bir çeşit devrim ile ortaya çıkmaktadır. Çünkü tufan ile eskimiş olan her şeyin sonu gelir ancak dönülen yer ise başlangıç yani öz’dür. Bu bağlamda yaşamın bir çember olduğu inancını benimseyen ilkel toplumların düşünce sisteminin en güzel örneğidir. Kötülük yüzünden kaos ortaya çıkar ancak sonradan yeniden dinginleşir. Nuh Peygamber (Türklerde Nama adıyla bilinir) bir gemi yapar ve bütün canlılardan bir çift alarak taşkından korunur. Tufan olacağını "demir boynuzlu kök teke" önceden haber vermiştir. Bu teke yedi gün dünya çevresinde dolaşmış, acı acı melemiş, yedi gün deprem olmuş, yedi gün dağlardan ateş fışkırmıştır. Tufan şöyle Altay söylencelerinde anlatılır:
“Gök teke yedi gün yeryüzünü dolaştı ve bağırdı
Yedi gün zelzele oldu
Yedi gün dağlar ateş püskürdü
Yedi gün yağmur yağdı
Yedi gün fırtına oldu ve dolu yağdı
Yedi gün kar yağdı”

Altay Türklerinin yaratılış efsanesinde Dünya’nın ekseninin sabitliği Tanrı Ülgen’ce başı zincirle bir kazığa bağlanan balık sembolizmiyle belirtilir ve balığın başının yönünün, yani eksenin yönünün değişmesi halinde tufanın tekrar meydana geleceği söylenir.

Bu büyük felaket elbette doğal olarak sanat eserlerine yansımış tasvir ve betimlemelerde olayın dehşeti fırça ve kalem vasıtasıyla sanatseverlere geçirilmeye çalışılmış.


Sinemanın böylesi bir malzemeyi kullanmaması elbette düşünülemezdi. Nitekim irili ufaklı pek çok ‘tufan’ içerikli filmde, kimi zaman doğrudan, kimi zaman dolaylı olarak mevzuya değinildiğini biliyoruz. Ancak biri tanesi var ki, diğerlerinden farklı. Ünlü yönetmen John Huston’un 1966 tarihinde çektiği ve bizzat kendisinin Nuh peygamberi canlandırdığı 174 dakikalık uzunluğuyla meşhur “The Bible: In the Beginning” her ne kadar 18 milyon dolar gibi bugün için pek bir anlam ifade etmeyen bütçesine rağmen meseleye ayrıntılarıyla giren yegane örnekti. ‘başlangıç’ diye çerilebilecek film ülkemizde nedense ‘Peygamberler Tarihi’ ismiyle gösterilmiş. Kalabalık figürasyonu, direkt olarak İncil’e dayanan senaryosu ve epik tarzıyla Başlangıç, dünyanın yaradılışıyla açılıp İbrahim peygambere kadar getiriyor öyküyü. Bir filmden ziyade Hıristiyani vaaz havasında geçen film, tüm olumsuz unsurlarına rağmen dönemin diline göre epey ilerde görsel bir anlatımı kullanıyor. Filmin oyuncu kadrosu da epey sağlam: Richard Harris, Peter O'Toole, Ava Gardner, John Huston, Franco Nero vs vs.  

Filmimize dönecek olursak Aranofsky’nin Nuh’u ile Huston’un Nuh’u arasında çok bir farklılık yok. Kudretli bir yaratıcı tarafından yeryüzünü düzeltmek ve tebliğ için gönderilmiş bir peygamberden ziyade insani zaafları her an dışarı taşan, bol defolu epikleştirilmeye çalışılan bir kahraman var karşımızda. Üstelik Nuh: Büyük Tufan sadece karakter inşasında sıkıntılar taşımıyor. Senaryo olarak da epey sorunlu ve derin boşluklar barındırıyor. Bunlara bir göz atalım…

NERDEN BAKSAN TUTARSIZLIK!

Bir fıkra vardır bilir misiniz?
Adamın biri bilge taklidi yaparken, ona ‘Ramazan Bayramı niçin var?’ sorusu sorulur. Adam şöyle cevaplar: “Çocuğu olmayan Hz. Davut, Allah'a dua etmiş, 'Ya rabbi bana bir kız çocuğu ver, onu sana adayacağım' demiş. Dua tutmuş, Davut, kızının adını Ayşe koymuş, gel zaman git zaman, çocuğun adak yapılacağı zaman gelmiş, Hz. Davut kızı yatırmış, tam boğazını kesip kurban edecekken, Azrail, gökten bir keçiyle çıkagelmiş, 'kızı bırak, al bu keçiyi’ demiş ve o gün ramazan bayramı olmuş!" Bunu duyan vicdanlı bir dinleyici dayanamamış: "Yahu bunun neresini düzelteyim; Hz. Davut değil Hz. İbrahim; kız değil erkek; Ayşe değil İsmail; Azrail değil Cebrail; keçi değil, koç, Ramazan değil kurban!”



Darren Aranofsky’nin anlatıtğı hikaye biraz böyle. Açıkçası ‘Büyük tufan’ ile ilgili anlattığı her şey yanlış ya da çarpık. Hem tarihsel hem de sanat olarak kocaman sıkıntılar içeren bir film ne yazık ki! Film temel çatışma unsurları olarak son derece zayıf ve gereksiz argümanlara yaslanırken, pek çok yerinde ‘niye ki?’ sorusu sormamıza sebep olacak ‘trük’lere sahip. Nuh’un kurduğu tuzağı gerekçelendirme ihtiyacı bile hissetmezken, bu tuzağa düşen müstakbel gelin adayı, esas vazifesi ‘kurtarmak’ olan bir peygamberin bunu yapmak yerine merhametsizce terk edişi  insani bir zalimlik görüntüsü veriyor. Daha önemlisi, büyük tufanın nedeni olan, insanların peygamberi reddedişi, aşağılayış ve küçümseyişi neredeyse hiç işlenmiyor. Oysa biliyoruz ki, tufanın en büyük nedeni olan, “Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kafir toplumdan) intikam al." Yakarışı hikayelendirilmiyor.
               
Sahih kutsal metinlere dayanan bir hikayenin filmleşmesinden ziyade, bolca israiliyat ve batılı perspektifle ele alınmış seküler bir ‘iyilik ve kötülüğün ortasında vicdan muhasebesi’ diye niteleyebileceğimiz çalışma Nuh: Büyük Tufan.

Neresinden tutsak elimizde kalan senaryonun, finale doğru 80’lik cilt gibi sarkması bir yana, temel bir perspektif sıkıntısı var Nuh’ta. Bir peygamberden ve kutsal referansları olan tarihsel gerçeklik umursanmadan, öylesine bir tarihi bükme girişimi var ki, bunu ancak Hollywood yapar, diye içinden geçiriyor insan. Bizatihi ‘yaratıcı’yı Jung’un temel arketip kalıplarına sokmaya çalışan metin, ‘kötücül Tanrı’ israiliyatını film boyunca diplerde işleyip duruyor. Durum böyle olunca peygamberden ziyade Yüzüklerin Efendisi gibi fantastik bir film kahramanı izliyoruz.


Kahramanı Allah’ın Elçisi olmaktan çıkarıp, zaafları olan bir kahramana dönüştürmeye kalkınca işin rengi değişiyor şüphesiz. Depresyona giren, kafayı çeken, kendi torununu öldürmeye and içen defolu bir kahraman oluyor koca Peygamber. Ve 950 yıllık hayatının özeti ise ‘pişmanlık’ oluyor.

Mesele bu düzeye inince, tablo normal olarak farklılaşıyor. Sıradanlaşmanın vurduğu yer ise meseleyi intikam hissine kadar dayatmak. Tüm mesele Hz. Nuh’un babasını öldüren katilden intikam almaya inene kadar düşüyor. Düşünsenize, insanlara tebliğ ile vazifeli bir peygamber hayatı boyunca insanlardan kaçan, en sonunda insanlığı değil ailesini kurtarmak için çabalayan bir pragmatiste dönüşüyor Nuh’ta.

Filmin sinematografisi, Aranofsky’nin klasik anlatımının dışında. Olaydan ziyade karakter derinleşmesine önem veren bir yönetmen olarak bildiğimiz kişinin Peter Jackson gibi fantastik mekanlar ve yaratıklarla uğraşması sakil duruyor ne yazık ki. Nuh ve ailesinin temel zaaflarını dramanın klasik sularına çekmeye çalışmak hem böylesi bir hikayeyi büyük bir haksızlık hem de tarihsel/mantıksal realiteyi bükmeye çalışmak olarak yansıyor filmde.



Başta Russel Crowe olmak üzere, özellikle Nuh’un oğulları oyunculuk bağlamında vasatın altı bir performans gösterirken bir tek Connely kalite çıtasını az biraz yukarı doğru çekiyor.

Filmin epik forma oturması adına bindirilen ‘Anlatıcı’daki kararsızlık da bu sakilliğin en bariz göstergesi. Ne ki filmin müzikleri bu yapay ve uydurukluğu nispeten dağıtıyor. Her biri ‘Lacoste’a hazırlatılıp eskitilmiş gibi duran kostümlere hiç değinmeyelim.

Aslında bu yazının başlığı “Gemilerin Efendisi” olacaktı. Zira Nuh: Büyük Tufan tarihsel, semavi bir olaydan daha ziyade Yüzüklerin Efendisi gibi fantastik bir orta dünyaya yakın bir geçmiş sunuyor. Meleklerin tasviri bile bahsini ettiğimiz bilinçaltına uygun.


Sözün kısası, “bu toplara hiç girmeyecektin Aranofsky!” dedirten Nuh: Büyük Tufan filmi, bu tür meselelere vakıf olanların sinemayı bilmemesinin, sinemayı bilenlerin ise hakikatten uzak olmasının acı bir neticesi olarak sinema tarihindeki yerini alıyor maalesef. Artık önümüzdeki tufanlara bakacağız!

Yazı Kaynağı: Bu yazı çok sevdiğim ve ilgiyle takip ettiğim usta yazar M.Nedim Hazar'ın sinema eleştiri blogu Mevzi'den alınmıştır.TIKLAYINIZ
Yazı okunma sayısı-18 Nisan 2014'ten beri:
{[['']]}
Paylaşmak İsterseniz :
SON YAZILARDAN HABERDAR OLMAK İÇİN TWİTTER'DA TAKİP EDİN

Yorum Gönder

Yorumunuz için şimdiden teşekkürler...Blogger'da bir hesabınız yoksa ''Anonim'' veya ''Adı/Url'' bölümünü seçerek kolayca görüşlerinizi belirtebilirsiniz...

 
Support : roman özetleri | ŞİİR TAHLİLLERİ |
Copyright © 2011. edebiyatfatihi.net - All Rights Reserved
Template Created by Published by EDEBİYAT FATİHİ
Altyapı by Blogger
Yandex.Metrica