1 Şub 2014

ORHAN KEMAL MURTAZA ROMAN ÖZETİ,OLAY ÖRGÜSÜ,KİŞİLER(GENİŞ İÇERİK)

Reklamlar



Orhan Kemal’in Murtaza romanı, öznel değerler ile sınırlarını  çizdiği doğrulara kayıtsız şartsız bağlılığın simgesi olan bir bireyin, yaşadığı çatışmaların ve ruhsal parçalanışın trajikomik öyküsüdür.
Murtaza romanı ,1952 yılında önce Vatan gazetesinde tefrika edilir. Aynı yıl Varlık Yayınları arasında yayımlanan eserin ikinci baskısı Varlık Yayınları arasında 1957, üçüncü baskısı ise Cem  Yayınları arasında 1964 yılında yayımlanır. Eserin 1. ve 3. bölümleri genişletilerek yayımlanan dördüncü baskısı ise, 1969 yılında Cem  Yayınları arasında yayımlanır. Son baskısı, 2000 yılında Tekin Yayınları arasında yayımlanan eserin toplam 14 baskısı vardır.

İsim – İçerik İlişkisi
Eser, ismini roman başkişisi Murtaza’dan alır. Murtaza ismi,  sözlük anlamıyla örtüşen ironik bir kullanımla karşımıza çıkar.  Murtaza, “irtiza edilmiş, beğenilmiş, seçilmiş” demektir. Yazar başkişiyi toplumsal yozlaşmayı ilişkiler düzeyinde ve  insan sorunsalında irdelemek üzere seçer. Aynı bağlamda Murtaza da  kendisinin insanları “disipline etmek” üzere seçildiğine inanır.
Psiko -sosyolojik bir bakış açısıyla insan ilişkilerini ve insanın  öznel çıkmazlarını metne taşıyan yazar, Murtaza tipi ile mizahi zalimliğin süreçlerini de yansıtır. Murtaza, bireysel varoluş çatışmaları  ile sosyal bozulmuşluğun simgesi konumundadır. Onun kimliğinde  yazar, sosyal yaşamın tükettiği/ yok ettiği unutulmuş bireylerin  öyküsünü aktarır: “Değişim hatta yıkım süreci yaşayan bir ülkenin tufan  gibi geçip giden zaman içinde bir yanda unutulan” bu  bireyler trajedisi, Murtaza ile tokat gibi benliklere çarpar.
Eserin ismi, içeriği hakkında ipuçları taşır. Başkişi Murtaza  kendi bireysel trajedisini yaşarken arka planında sosyal adaletsizliği de netleştirir. Yönetenlerin bağnaz bir savunucusu halinde, kendisinin  de dahil olduğu yönetilenlere zulmeden Murtaza, despot, sabit fikirli,  ön yargılı, anlayışsız, inatçı kişilik nitelikleri ile sınırlarını çizdiği  dünyayı oluşturmak için çırpınır durur. Onun doğruları, değerleri  geçmiş ve bugün bağlamında yozlaşan düzenin kişi düzeyinde  yansıtımıdır. Komik ve dramatik bir öykünün “seçilmiş” kişisi Murtaza, hoşgörüsüz, tek boyutlu bir perspektiften dünyaya bakar.  Amacı bütün insanları kendine benzetmek, değiştirmek; kendince doğru olana dönüştürmektir.
Olay örgüsü
Orhan Kemal ilk romanından son romanına kadar, eserlerini  ‘küçük adam’ın bireyleşme serüveni çerçevesinde düzenler ve sosyal yaşamın olumsuz getirilerinin kişideki tahribatını metne yansıtır.  Yazarın romanlarında, klasik vaka düzeni hakimdir. Her romanın bir konusu vardır; her konu bir olaya dayanır; her olay belli bir zaman ve  mekan diliminde cereyan eder. Her romanın olay örgüsü, çekirdek  olay çevresinde, neden sonuç ilişkisi bağlamında olay birimleri  kurgulandırılışından ibarettir.
Murtaza romanı, başkişi Murtaza’nın geçmiş ve bugün  düzleminde yaşadığı dönüşümsel sürecin nedensellik bağı içerisinde
tutarlı anlatımıdır. Orhan Kemal tarafından ayrıldığı gibi başkişinin  trajıkomik öyküsünü üç bölüm halinde inceleyebiliriz:
I.Bölüm
- Gece bekçiliği görevi yapan Murtaza’nın, yaşadığı çevre şartları ve insanlarla uyumsuzluk yaşaması.
-   Annesi ve kardeşi ile birlikte 1927 yılındaki mübadelede  Türkiye’ye göç etmiş olan Murtaza’nın aşırı dürüstlüğü  yüzünden annesinin yokluk içinde ölmesi ve erkek kardeşinin  kendisini terk etmesi .
- Murtaza’nın karısı ve çocukları ile gecekondu mahallesinde  yaşam mücadelesi vermesi .
- Gece bekçiliği yapan Murtaza’nın hem gecekondu evlerinin  hem de apartmanların bulunduğu caddeden sorumlu olması .

II.Bölüm
- Gece bekçiliği görevindeki aşırı ve gülünç tavırları ile dikkat  çeken Murtaza’nın çevresindeki insanlarla ve ailesiyle çatışma içinde olması  
- Murtaza’nın baskıya dönüşen görev anlayışı dolayısıyla işten  çıkarılması ve Fen Müdürü tarafından fabrikaya kontrol memuru olarak işe alınması
- Murtaza’nın görev anlayışı yüzünden fabrikada işçilerin ve diğer memurların rahatsız olması
- Murtaza’nın, küçük oğlu Hasan’ın iyi bir eğitim alarak dayısı Kolağası Hasan Bey gibi olmasını istemesi
- Murtaza’nın fabrikada çalışırken yorgunluktan uyuyan kızlarını dövmesi; küçük kızı Firdevs’in ağır yaralanması ve ölmesi
III. Bölüm
- Murtaza’nın tavırlarından bıkan işçilerin fabrikada, “Murtaza  istifa!” sözleriyle isyan çıkarması; Fen müdürünün olayları bastırarak Murtaza’yı koruması
- Murtaza’nın büyük oğlunun da dahil olduğu isyana karşı tek  başına direnmeye çalışması
- Fabrikanın diğer kontrol memuru Nuh’un, Murtaza’nın Fen  müdürü tarafından korunması üzerine işten ayrılması ve  Demokrat Parti’ye giderek aday olması
- Murtaza’nın büyük umutlar bağladığı küçük oğlunun, mahalle  bakkalından çeyrek ekmek çalarken yakalanması
- Bakkal’ın davasından vazgeçmek isteğine, Murtaza’nın tepki  göstermesi ve oğlunun cezalandırılmasını istemesi
Bakış Açısı ve Anlatıcı  
Murtaza romanı, Tanrısal bakış açısı ve anlatıcı ile kurgulanır.  Tanrısal anlatıcı, olay ve kişiler dünyası ile geçmişe ve geleceğe ait her şeyi ayrıntılı olarak bilir. Olayların ve kişilerin hem içinde hem  dışında bir niteliğe sahip oluşu, onun perspektifinin sınırlarını belirlemektedir:
“Hasan, babasının gelmesini hiç istemezdi. Korktuğundan değil,  alay konusu olan babanın oğlu olmak durumuna onu sık sık düşürdüğü için. “Soytarı”ydı be! Arkadaşları zaman zaman ‘öyle babamız olsa evlatlıktan istifa ederiz şerefsizim’ derlerdi.”  (M, s.73)
Tanrısal anlatıcı “bakan bir ruh” tavrıyla,  roman kişilerinin görünen yüzü ile iç yüzünü aynı düzlemde aktarır.
O, roman kişilerinin yaşama bakış açılarını, geçmişlerini ve  bugünlerini bilmektedir. Öyküleme zamanına ve öykü zamanına ait bilgilere hakimdir:
“1946 -47’lerde yurdun her yanı demokrasi naralarıyla köpük  köpük çalkalandığı günlerde fabrika da kendini bu sarhoşluğa kaptırmış, Murtaza unutulmuştu.” (M, s.279)
Olay birimleri, geçmiş ve bugün düzleminde tanrısal anlatıcının  görme/ bilme gücü ile doğru orantılı olarak ayrıntılı biçimde metne yansır. Eserde, geçmiş ve bugün, iç içe anlatılarak; kişilerin psikolojik  ve sosyolojik boyutları da ifade edilir. Tanrısal anlatıcı, geriye dönüşlerle geçmişi öykü zamanına taşır:
“Murtaza bekçilik görevinde Halk fırkası Serbest fırka  çekişmelerine kadar kaldı. Fırkacılığın iyice kızıştığı Alasonya  mübadillerini çan seslerinden kurtaran İsmet Paşaya bile dil  uzatıldığı günler Murtaza deli divane, sağa koşuyor, sola  koşuyor, şimdi artık iyice palazlanmış. Serbest fırkalı  hemşehrileriyle yaka paça oluyordu. Bir gün bu yüzden  kafasına yediği bir iskemleyle kan içinde yere yuvarlandı.  Bayılmıştı. Gözlerini hastanede açtı.” (M, s.19)
Öykü zamanından geriye dönüşlerle başkişinin geçmişine ait  bilgiler veren bu ifadeler, anlatıcının perspektifini netleştirir. Geçmiş zaman dilimi, roman kişilerinin bugünlerini hazırlayan arka plan  değerlerine sahiptir.
Zaman
Orhan Kemal’in romanlarında, öykü ve öyküleme zamanının aynı nesnel zamanda birleştiği görülür. Kullanılan fiillerin zamanı ve kipler de, öykü ve öyküleme zamanındaki mesafeyi ortadan kaldıran niteliklere sahiptir. Tanrısal bakış açısını kullanması, toplumcu bir sanat anlayışına bağlı olmasının bir sonucudur .
Murtaza romanında öykü ve öyküleme zamanı, aynı nesnel  zamanda birleşir ve sıradizimsel olarak kurgulandırılır. Hakim anlatıcı başkişinin öyküsünü, geçmiş ve bugün düzleminde aktarırken bireysel  ve sosyal zamana ait ayrıntıları da yansıtır.
Öykü zamanı 1941- 1947 yılları arasıdır. Başkişi Murtaza’nın  1928 yılında doğan kızı Firdevs öykü zamanının başlangıcında 13 yaşındadır. Bu da bize yılın 1941 olduğunu gösterir. Küçük oğlu  Hasan ise, öykü zamanının başında kundaktadır; yeni doğmuştur. Eserin üçüncü bölümünde “1946- 47’lerde” (M, s.279) olarak belirtilen  zaman ve küçük oğlu Hasan’ın “ilkokula gidip gelmesi” (M, s.325)  öykü zamanının bitiş zamanını belirler. Öykü zamanı eserde, kişi-mekan -olay üçlüsünün “değişimlerinin belirli düzeni”  çerçevesinde şekillenen organik bir süreç halinde üçlü zaman  teorisi bağlamında yansıtılır. Böylece öykü zamanın 6 7 yıllık bir zaman dilimi olduğunu tespit etmiş oluruz.
Eserde bireysel zaman, sıradizimsel olarak aktarılır. Başkişi Murtaza’nın geçmişi, ailesi, yaşamı, düşünceleri ve bugününü belirleyen niteliklerinin arka planı geriye dönüşlerle ifade edilir.  Murtaza, geçmiş değerlerine bağlıdır; göçmen olmanın ayrıcalıklarını maddi anlamda lehine çevirememiştir; dürüstlük ve doğruluk uğruna  her şeyi feda eder. Örnek aldığı dayısı Vehit Kolağası Hasan Bey ise,  onun geçmiş zaman diliminde yaşayan yönüdür:
“Var idi arslan yavrusu arslan dayım Hasan Bey Kolağası.  Hatırlamam ben, anlatır büyüklerim, dökmüş mübarek kanını
kutsal vatan topraklarına Balkan Harbinde. Yeter bu şeref hem  de şan bana, ne lazım tarla? (..) Dolaşır benim de damarlarımda şükür dayım Hasan Beyin mübarek kanı!” (M, s.14)
Murtaza, kendi varoluşsal sürecinin ve değerler dizgesinin en  temel unsuru olan dayısını kendisine anlatıldığı kadar tanır. Onun geçmiş zaman diliminde yaptığı kahramanlık ve şehit oluşu,  Murtaza’nın övünç nedenidir. Belleğine yerleştirdiği ve yaşamının merkezi haline getirdiği “kahraman dayı” figürü, Murtaza’yı sık sık  belleğe yolculuğa yöneltir: “Bellek bir terzidir (..) iğnesini bir içeri bir  dışarı, bir aşağı bir yukarı, bir oraya bir buraya götürür. (..) en  önemsiz gibi görünen davranışlarımız kanat çırpışları ve titreyişlerine,  yükselen ve yok olan ışıklara dönüşebilir.” O,  kendine anlatılan, bizzat yaşamadığı bu önemli geçmiş zaman anını ve kişisini daima bugüne taşıyarak bireysel zamanının sınırlarını belirler.  Kısa bir ana (dayısının kahramanlığının anlatıldığı çocukluk
dönemine), bütün bir yaşamını sığdırmayı başarmak ister. Bu  yönelimi, geçmiş ve şimdi arasında asla kapatılamayacak farkı tamamlamak içindir.
Ayrıca Murtaza ve ailesinin yaşadığı olaylar da sıradizimsel  olarak aktarılır: Ailesi ile birlikte 1927’de Türkiye’ye göç etmesi, küçük kardeşinin kendisini yalnız bırakması, şehre taşınması, bekçilik  görevi, evlenmesi, çocuklarının olması, fabrikada kontrol memuru  olarak göreve başlaması, bu görev sırasında yaşananlar, Firdevs’in  ölümü, küçük Hasan’ın ekmek çalması… Roman kişilerinin zamansal  süreç içerisindeki bireysel ve sosyal gelişme düzeyleri aktarılır.
Murtaza romanında zaman, başkişinin geçmişi ve öyküleme  zamanı içerisindeki olay birimlerine göre şekillenir. Başkişi, günün bütün zamanlarında aktif haldedir. Çalışkan, özverili kişiliğiyle o,  düşük ücrete rağmen uzun zaman çalışır. Onun gece, gündüz demeden koşuşturması zaman zarflarının metnin kurgusundaki rolü dikkate  alınarak kullanılır.
“Makine dairesinin kirli camından saate baktılar. Dokuz buçuğa  geliyordu. Öğlenin on ikisinden beri iş başındaydılar, paydosa daha iki buçuk saatleri vardı.” (M, s.230)
Aynı şekilde olay birimlerinin gelişimindeki sosyal zaman da  belirtilir. Murtaza romanı bu yönüyle sosyal yaşamın siyasi yapısını aksettiren bir eser niteliğindedir. Yazar, Tanrısal anlatıcının bakış açısıyla bu ayrıntıyı eserin entrik kurgusu içine yerleştirir:
“1946- 47’lerde yurdun her yanı “demokrasi” nağralarıyla  köpük köpük çalkalandığı günlerde fabrika da kendini bu  sarhoşluğa kaptırmış, Murtaza unutulmuştu.” (M, s.279)
Eserde, bütün yaşananlar anlatma olanağına sahip olunmadığından  zaman, özetlemeler şeklinde yansır. “O gün, ertesi gün, birkaç gün sonra, günün birinde, gece yarısını geçiyordu.. vs.” gibi zaman zarfları  ile, olay birimlerinin sıradizimsel akışı olağanlaştırılır.
Öykü ve sosyal zamanın iç içe geçmiş yapısı, eserin arka  planındaki dünyasını yansıtır. Başkişinin öyküsü ile paralel bir şekilde anlatılan sosyal zaman, Murtaza romanının zamansal boyutunu  derinleştirir.
Mekan
Murtaza romanında mekan, içinde yaşayan bireylerin ruhsal ve  fiziksel kimliğiyle örtüşen nitelikleri ile işlevsel olarak kurgulandırılır. Fiziksel olarak iç ve dış mekanlar ile işlevsel olarak açık ve kapalı  mekanlar arasında yaşanan olaylar, mekanın insan üzerindeki etkisi ve insanın mekana bakışı ile şekillenir.
Eserin fiziksel geniş mekanı, Adana şehridir. Adana’nın fakir  işçi mahallesi ise, olay birimlerinin geçtiği merkezdir. Kahveleri, lokantaları, sokakları, evleri, çay haneleri ile işçi mahallesi, orada  yaşamaya çalışan tükenmiş bireylerin sığınağıdır. Bu mekan içinde yaşayan kişilerin “hüzünlerini, kırgınlıklarını, zaman zaman çökmüş omuzlarını, sağdan soldan çekiştirildiklerini, acı çeken yüzlerini, derinliksiz ve geçici aşkların, vefasızlıkların, sağlıksız ilişkilerin,  bilinçsiz inanış, bağlanış ve eylemlerin sonundaki boylukların umutla umutsuzluk arasındaki gelgitlerini” nitelikleri ile canlı  bir varlık halindedir. Yıkık, çürük, paslı duvarların hem birbirinden  hem de sokaktan ayırdığı avlu evleri için, özel yaşam ve düşler  yasaklanmıştır. İşçi mahallesi fiziksel görünümü ile içinde barındırdığı
kişilere benzer:
“Yan yatmış, bağdaş kurmuş, çömelmiş yada tam  yuvarlanacakken bir yana tutunuvermişe benzeyen harap evler  kalabalığından ibaret mahallenin birbirini kesen, çamur içindeki  sokaklarından birinde dehşetli bir sarhoş nağrası karanlıkları  ürpertti.” (M, s.7)
Mekan da insanlar gibi yaşam karşısında yenik, çaresizdir: “yan  yatmış”, “bağdaş kurmuş”, “çömelmiş”, “tam yuvarlanacakken bir yana tutunuvermiş” evler, içinde barınan insanlar gibi “harap”tır.  Fiziksel şartlar, ruhsal varoluş büyüsünü yok etmiştir. Ev, bireysel özü  kuran niteliğinden uzaklaşarak kişisel yıkımı yansıtan bir kimliğe  bürünerek kapalı/ dar işlev kazanmıştır. İçinde barınan kişiler gibi  yaşam karşısında yenik ve acizdir. İçsel çöküntü mekanın çözülüşü  ile birleşmiştir. İşçiler, yoğun çalışma saatlerinden “arta” kalan zaman  diliminde barınakları olan kendilerin ile özdeşleşen mekanlarda  yaşarlar. İşçiler, “teneke evlerde” yaşar ve  maddi olarak fabrikaya bağımlı olarak yaşamlarını sürdürmeye  çalışırlar. “Sınıf istismarının sembol ve vasıtası”  halindeki fabrika, mahallenin ve mahalle insanlarını varlığının  üzerinde yükselen bir korku nesnesidir. Sağlam, güçlü, dimdik  fabrika, çalışanları/ “diz çökmüş”, “kapaklanmış” işçileri sömürerek  güçlenir. Bir sel enkazı halindeki işçi mahallesi, “labirent temalı  mekan” niteliğindedir. Sel yatağının enkazındaki  yığında, yığınlaşan insanlar yaşamaya çalışmaktadır.
Fabrikayı ayakta tutan, fiziksel varlığını güçlendiren; diz  çökmüş, kapaklanmış, tutunuvermiş haldeki çürük, paslı, teneke işçi evleridir. Fabrika, çaresizlik içinde umutlarını kendisinde arayanları  hem fiziksel hem ruhsal olarak yutan bir korku nesnesidir. Fabrika,  işçilerin ellerindeki ekmekten hayallerine kadar bütün varlıklarına göz  diker. Fabrika ile işçiler ve fabrika ile mahalle, hep yan yana iç içe;  ama hep uzak, hep yabancı, hep düşman durumdadır. İnsanlar, aç  kalma endişesi içinde fabrikaya karşı olumsuz bir tavır sergilemekten  çekinirler. Fabrika, sahiplerini ve zenginleri güçlendirirken  makinelerinin dişlileri arasında ise yoksul yaşamları öğütür. İşçilerin  öyküsü, labirente dönüşen kapalı/ dar mekanlarla bütünleştirilerek  anlatılır. Gücünü de sağlamlığını da insanları tehdit ederek, ezerek  yükselişten alan fabrika, maddi gücün değerleri yok ediş simgesi olur.
Tanrısal anlatıcı, işçi mahallesinin paralelinde uzanan  zenginlerin yaşadığı mekanı da yine aynı bakış açısıyla aktarır. Zengin mahallesi, ışıltılı, güçlü, dimdik ve ayaktadır. Maddi güç, zengin  evlerin fiziksel görünümleri ile birleşmiştir:
“Caddenin iki yanı kırmızı kiremitli evler, ağaçlarla çiçeklere  gömülü köşkler, yada toprağa bir eski zaman derebeyi  heybetiyle bağdaş kurmuş apartmanlar. Evler, köşklerle  apartmanlardan pek çoğunun pencereleri bol ışıklarla  apaydınlıktı.” (M, s.22)
Harap heybet, çamur ağaçlar/çiçekler, karanlık aydınlık  kavramları arasındaki çatışma, eserin entrik kurgusunun üzerine kurulduğu sosyal adaletsizliğin mekana yansıyan yönüdür. Fiziksel  şartlar ile bireylerin varoluş olanakları arasındaki uçurum sosyal yaşamın kopuk, yalıtık ilişkiler ağını da imlemektedir. Birbirine  paralel iki mahalle arasında hem fiziksel hem yaşantısal kopukluk vardır. Yaşam karşısında yenik düşenler ile yaşamı yönetenler  arasındaki çatışmanın belirginleştiği betimlemelerle, mekan işlevsel bir kimlik kazanmaktadır. Mekan birey bütünleşmesi, eserin yapısal  boyutunu da netleştirir.
İşçi mahallesi kişileri ile fabrika müdürünün yaşadığı ev  arasındaki fiziksel/ görüntüsel şartlar bakımından çatışma vardır:
“Fen Müdürünün evi şehrin dışında, yüksek, sağlam demir  parmaklıklarla çevrili, limon, portakal ağaçlarına gömülmüş,  tahta saçaklarıyla panjurları tahin renkte boyalı, bembeyaz bir  köşktü. (..) Bahçesinde yan yatmış kocaman bir arslan heykeli  bulunduğu için halk, “Arslanlı Köşk” adını takmıştı.”  (M, s.248)
Bir yanda lüks hayat ve heybet; diğer yanda sadece biyolojik  varlığını sürdürmek uğruna yokluğa sürüklenenlerin dramı görülür. Ayakta duran ile ayakta duramayıp çöken arasındaki güç çatışması,  bireysel ve sosyal çözülüşle metne yansır. Başkişi Murtaza ve onun gibi “ev”i sadece barınak olarak kullananların mekanları kendileriyle  özdeşleşmiş, bütünleşmiştir.
Fabrikanın içi de dışı da, kargaşa mekanıdır. Her şey, fabrikanın  varlığını temin için vardır: “İnsan git gide işlettiği makinenin  egemenliği altına giriyor. Özünü, benliğini, bilincini, kişiliğini günden  güne yitiriyor. (..) Dönen çarkın bir vidası haline geliyor,  nesneleşiyor.” Her gün on iki saat ayaküstü çalışan  işçilerin, sayıca en yoğun bulunduğu, en kalabalık bölümü olan  İplikhane, umutların acıyla dokunduğu bir tükeniş, bireysel sömürü  mekanıdır. Dişlileri arasında bireyleri öğüten ve onları ruhsal çözülüşe sürükleyen bu mekan, yaşam karşısındaki tek dayanak oluşu ile de  vazgeçilmezdir. Kişiler, makinelerin düzeni arasında içsel kaosu yaşarlar. Fakat bu düzeni değiştirmeye güçleri yoktur. Yutulan  insanlıklarını, fiziksel varlıklarını sürdürmek için feda ederler:
“Ilık vınıltılı havasıyla iplikhaneyi, öğürtücü kokular sararak  fokur fokur kaynayan kola kazanlarını (..) sanki demirden atlar, beton döşeme üzerinde alabildiğine koşarlarken, öfkeli  şakırtıları ile dokuma tezgahları, döşeme, tozlu putreller,  tezgahları başında elleri boyuna işleyen dokumacıları (..)  sarsılıyordu.” (M, s.156)
Fabrika içindeki maddi gücün simgesel yansıması olan  “demirden atlar” sürekli çalışır; çalışırken birey yaşamını da ezer  geçer, yok eder. İşçiler, fabrikalardaki makinelerle aynı düzen  içerisinde aralıksız çalışırlar. İş ve işin sürekliliği, ruhsal varlığı  sindiren bir baskı unsurudur. Bedensel yorgunluk, ruhsal tükeniş ile  sonuçlanır. Bu nedenle eserde, fabrika çalışanları için kapalı/ dar  mekan işleviyle yer alır.
Fabrikada işin ağırlığı, mahallede ise fiziksel şartların  uygunsuzluğu arasına sıkışan bireyler, kendilerini farklı mekanlara  atarlar. Huzur ve rahatlık arayışı içinde gidilen bu mekanlar,  kahvehanelerdir. Eserde işçilerin, buluşma noktası olan  kahvehanelerde geçici bir huzur ve rahatlık bulunur. Kahvehaneye  gelen birbirine yabancı kişiler, farklı dünyaların kapısını açar ve  varoluşsal değerlerin sorgulanmasına neden olur. Birliğin,  bütünle’menin mekanı olan kahvehaneler, işlevsel olarak açık/ geniş  niteliklidir:
“Küçük topluluklar halinde, ceketleri omuzlarında, gülüp  söyleyen yada saat ücretleriyle kaba denilen götürü ücretleri ve  fabrikaca verilen ekmek, yemek, çalışmak sırasında yuttukları  pamuk tozundan yakınan bir kalabalık.” (M, s.128)
Fabrika ve fabrikadaki yaşam, işçi mahallesindeki yaşamın  merkezi, nabzıdır. İnsanların varlığı da tükenişi de, fabrikaya bağlıdır. Fabrika, her bölümünde yaşanan ezen ezilen arasındaki daimi  çatışmadan dolayı kapalı/ dar bir mekandır. Gerçekle birebir örtüşen ayrıntılı fabrika betimlemeleri, fotoğraf objektifinden yansır gibidir.
Fiziksel şartlarındaki olumsuzlanan görüntüler, işçilerin  bulundukları bütün mekanlarda da vardır. Temizlik, düzen, lüks  yoktur; kir, kargaşa, sıradanlık hakimdir:
“İşçi lokantası ensiz, uzun bir salondu. Örtüsüz tahta masalar kir  içindeydi. Yerlere saçılan talaşlara portakal kabukları, cıgara izmaritleri, kağıt parçaları karışmıştı. Badanalı duvarlarda ise  tifüs, verem ve daha başka hastalıkların başı olan pislikten  korunma öğütleri veren renk renk afişler asılıydı.”  (M., s.196)
Bireysel öze ait değerler, hem fiziksel hem de psikolojik tehdit  altındadır. Çürüme içten dışa, dıştan içe doğru girginleşerek, kişileri kuşatır. Mekan, içinde yaşamaya çalışan kişilerin özelliklerini  yansıtan bir değer konumundadır. Bocalama içindeki bireylerin barınakları da bu tükenişi yaşar. Çözülüş, öznel ve nesnel anlamda  yaşamın bütün unsurlarına sinmiştir. İşlevsel nitelikli bu yaklaşım, mekan ile bireyi aynı düzleme yerleştirir.
Kişiler dünyası 
Başkişi

Fiziksel ve ruhsal kimliğinin birbirini bütünlediği Murtaza,  trajikomik bir öykünün başkişisidir. Onun varlığı, raslantısal ve  sıradan bir oluşum süreci ile karşımıza çıkmaz. Bizzat tanımadığı/ görmediği dayısı Kolağası Vehit Hasan Bey’in kahramanlık/  fedakarlık öyküleri ile büyür. Düşmanını üzerine korkusuz ve  tedbirsiz bir şekilde tek başına saldıran dayısını örnek alan Murtaza,  doğruluk ve dürüstlükten taviz vermeyen sabit fikirli bir kişi olarak  yetişir. Onun geçmişini de geleceğini de bugününü de belirleyen bütün ayrıntılarda bu tek yönlü bakışının etkisi vardır. Sosyal düzen  içerisinde bu keskin tavrıyla o, aykırı ve farklı bir tip haline gelir.
Murtaza kimdir? Murtaza, bireysel kaygıların şekillendirdiği  “küçük insan”lardan biridir. Onun öyküsü Don Kişot’un öyküsü gibi “göndermeler mozaiği”  halindedir. O, komik  görüntüsünün arkasında kendini kurma sancılarının acılarını saklar.  Farklı olmak ve farklı olduğuna/ seçilmiş olduğuna inanmak, onun en  büyük handikapı olur. Seçilmiş/ görevlendirilmiş olduğuna yürekten  inanır. İnsanların “disiplin”e ihtiyacı vardır ve o, devlet/ yönetenler/  zenginler tarafından bu görev için uygun görülmüştür. Çünkü o,  dürüsttür, çalışkandır ve de onun dayısı Kolağası Vehit Hasan Bey’dir.  Bu ayrıcalıkları, onun yaşamını da tavırlarını da eğilimlerini de
şekillendirir.
Ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç ettiklerinde dürüstlükten ödün  vermez ve diğer hemşehrileri gibi davranmayıp memleketlerindeki gerçek mal varlıklarını söyler; vurguncu/ düzenbaz/ yalancı olup da  zengin olmak istemez. Bu tavrı başta ailesi olmak üzere herkes tarafından yadırgansa, anlaşılmasa, aşağılansa ve alay edilse ve “sırf  gerçeklikleri dile getirdiği için toplumdan aforoz edilmek istense” de o, doğrulukta ısrarcıdır. Murtaza, “tarihsel bir  dönemin insan ve topluma değin tüm özelliklerinin toplanması” ile varlık bulur. Maddi kaygıları yoktur; sınırlarını  kendi belirlediği doğruları ile doğru sözlülüğe, dürüstlüğe,  çalışkanlığa sıkıca tutunur. Bu yönüyle o, yozlaşan düzen ve bozulan  kişiler içerisinde yalnız kalır, sivrilir, dışlanır ve itilir.
Murtaza, çevresinin eleştirileri ve yadırgayıcı tavırları  karşısında tepkisiz, pasif kalır. O, fildi’i kulesinde bunlara bakar, ama  görmez/ duymaz. Kendi iç dünyasında ve kendi kendiyle eylemlerinin  yönünü belirler. Murtaza “fille belirtilen bir eylemin basit bir öznesi” ve silik/ adsız herhangi bir kimse” olmamak için  uğraşır. Ödev bilinci ve görev ahlakına bağlılığı ile kaosun içerisinde,  aydınlık bir çehre olma çabası içerisinde çırpınır. Her şeyden ve  herkesten sorumlu olduğu düşüncesindedir; dış görünüşünden  yaşantısına ailesinden yaşadığı mekana kadar çalıştığı işten giydiği  giysiye kadar her şeyde “disipline etme” eğilimi ile hareket eder.  Çalıştığı işi temsil eden giysilerin, kutsal olduğuna ve kendisine  saygınlık/ ayrıcalık kazandırdığına inandığından dış görünüşe önem  verir. Mahalle bekçiliği görevinde de fabrikada kontrol memurluğu  yaparken de resmi giysilerle dolaşır:
“‘Mübarek kanını kutsal vatan topraklarına dökmüş Kolağası  Hasan Bey dayısı gibi subay olamayacaksa da, subay  urbalarına benzeyen bir üniforma tutkusu içinde” (M, s.17)
Farklı olma tutkusunun, farklı görünme arzusu ile bütünleştiği  bu tavrı, Murtaza’nın bireysel çıkmazlarının boyutunu gösterir. O, içsel dünyasında kurduğu düşü şeklen de dışa yansıtmak ister.  Edimleriyle kendini gerçekleştiren Murtaza, tasarılarına, seçmelerine, eylemlerine göre varlığına bir öz kazandırır. Murtaza’nın olaylara ve  dünyaya bakışını şekillendiren bu eğilim, “görev anlayışı” ve “disipline etme” gayreti ile birleşir:
“Yukarıda Allah, Ankara’da Devlet hem de Hükümet, burada da  oydu! Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti onu buraya
sarhoşlardan korksun, hırsızlardan avanta alsın, gece  yarılarından sonra da tam siper horlasın diye bekçi tayin  etmemişti. (..) Bir an bile dalga geçemezdi. Aksi halde aksardı  işler, bozulurdu memleketin disiplini!” (M, s.9)
Murtaza’nın eser boyunca tekrarladığı leit motif halindeki bu  sözleri, “bir figürün çeşitli derinliklerdeki tabakalarını birbiriyle ilişki haline sokmak, ruhu içgüdüyle, ihtişamı gülünçlükle, medeni olanı  ham tabiat gücü (demonik)” ile anlatma gayesine  yönelik ironik üslubun bir aracıdır. Kişisel kimlik arayışını görev  tutkusu ile açımlamaya çalışırken komik ve dramatik olayların ve  durumların merkezinde bocalayan Murtaza, “disipline etme”  anlayışına bağlı kalır ve ödün vermez. Özel yaşantısında da iş yaşantısında da hep bu doğrultu da hareket eder. Karısına,  çocuklarına, mahalleliye, amirlerine, kedilere, çöp bidonlarına bile  “disipline etme” arzusu ve baskısı ile yaklaşır. Onun bu gayreti,  gülünç, abartılı, hatta acınacak durumunun hazırlayıcısı ve nedeni  olur. Eserin birinci bölümünde, ölüm döşeğindeki annesinin vefatı  karşısında da, son bölümdeki kızını döverek ölümüne sebep olurken  de aynı anlayışa sahiptir:
“Acımam rahat döşeğinde ölene. Olsun isterse annem. Çünkü  akıttı mübarek kanını dayımız kutsal vatan topraklarına,  boğuşarak düşmanla. Ölmedi yatağında rahat rahat!” (M, s.16)
Mücadeleci ruhu ve kararlı tavrı ile Murtaza, eğilimini doğru ve  etkili/ kalıcı bir mecraya yönlendiremez ve yozlaşmış düzene hizmet eder, bu da onun açmazlarda sıkışmasına neden olur. İnsana özgü  duyarlılıktan arınmaya çalışır ve hoşgörüden/ anlayıştan uzaklaşır. Bu  da onun, hem kendisine, hem de kendisinin de dahil olduğu insan  topluluğuna zararlı olmasına neden olur :
“Herkes uyuyabilir, velakin uyuyamaz Mürteza’nın kızları.  Vazife sırasında uyumak ha? (..) Öl be Mürteza, gebber be  Mürteza. Gel kurşunlara be Mürteza.” (M, s.236)
Murtaza, ne mahallesinde ne de hizmet etmek için çırpındığı zengin/ yöneten kesimde tutunamaz. Yalnız kalır; dışlanır. Eylemlerinde duygularına yer vermeyişi, onu katı, ön yargılı yapar. Dış dünyanın alaylarını da eleştirilerini de uyarılarını da duymaz. Kendi bildiği yolda yürür. Maddi hiçbir kaygı taşımaması, sadece “hizmet” anlayışı ile çırpınması yozlaşan ve kolektif bilincini kaybeden toplum tarafından anlaşılmaz ve onaylanmaz. Murtaza’nın eser boyunca, bütün kişilerle ve kaosun değerler dünyasıyla çatışmasının temel noktası budur. Dayısı gibi faydalı olmak ve bu uğurda bireysel olan bütün varlığını feda etmek, onun için önemsizdir. O, her şeyden bir şey için vazgeçer: “disipline etmek”. Düşünsel  boyuttaki dünyasını, gerçeğe dönüştürme sevdası her şeyin önüne geçer. Böylece Murtaza, varoluşsal kaynakların tüketildiği bir toplumda değerlere tutunmaya çalışan kişilerin gülünç, abartılı bir temsilcisi olur.
Norm karakter/ler
Romanda başkişiyi tamamlayan veya eksiklerini netleştiren  kişiler olarak norm karakterler yoktur.
Kart Karakter/ler
Romanda kart karakterlerin başında Murtaza’nın dayısı  Kolağası Vehit Hasan Bey gelir. Varlığını Murtaza’nın sözleri  anlattıkları ile öğrendiğimiz Kolağası Hasan Bey, kahramanlığı ile ün  kazanmış, bu uğurda şehit düşmüştür. Murtaza, onun bu kutsal tavrını  kendine örnek almıştır. Murtaza’nın kişiliği, bizzat tanımadığı fakat  onunla ilgili anlatılanlarla büyülendiği bu yüce kişinin varlığından güç ve örnek alır:
“Hatırlamam ben, anlatır büyüklerim, dökmüş kanını kutsal  vatan topraklarına Balkan Harbinde.” (M, s.14)
Kolağası Hasan Bey, fiziksel varlığı olmasa da eser boyunca  Murtaza’nın şahsında hep yaşar. Murtaza’nın her adımında, her eyleminde, her sözünde onu tanır; onu görürüz.
Fabrikanın Fen Müdürü de kart karakterlerdendir. Maddi varlığa  sahip, işçilerin dünyasına uzak olan Fen Müdürü, emrinde çalışanları sömürür, kullanır. İkiyüzlü tavırları ile o yozlaşmış bir tiptir. Murtaza  ile Nuh arasındaki gerginlikte her ikisine de hak verir; çünkü ikisinden  de çıkarları vardır:
“ Diyesiymişsin ki.. ben fabrikamı babama bile güvenmem. Sen  babamdan bile ilerisin. Nuh’a muha kulag asma  diyesiymi’sin… Fen Müdürü tıpa tıp böyle değilse bile buna  yakın, buna benzer şeyler söylemişti. Hatırlayınca bozuldu,  bozukluğunu kaşlarını çatarak örtmek istedi, parladı.”  (M, s.168)
Fen Müdürü, maddi çıkarlarını her şeyin üstünde tutmuş tek  boyutlu bir kişidir. Para tutkusu, onu sarmalar; değerlerden  uzaklaştırır. İnsana da, onun duygularına da önem vermez.
Fabrika kontrol memurlarından Nuh da kart karakterdir. O,  fabrikadaki gücünün Murtaza’nın gelişiyle sarsıldığını düşünür.  Fabrika Fen Müdürü ve işçilerle olan samimi ilişkilerinin bozulacağı  endişesi içinde tedirgin olur. Fabrikadaki ustabaşılar ile birlikte  Murtaza’nın açığını bulmaya çalışır. Böylece, yeniden eskisi gibi sözü  geçecek; saygınlığını geri kazanacaktır. Eserin sonunda ise, Fen  Müdürü ve Murtaza ile tartışır ve kendini birden siyasi bir ortamın  içinde bulur. Nuh, yozlaşmış sosyal yaşamın tek boyutlu  kişilerindendir.
Murtaza’nın gece bekçiliği sırasındaki dürüst, titiz, sorumlu  tavırlarından rahatsız olan Azgın Ağa, küçük kız çocuklarından cinsel olarak yararlanan yozlaşmış bir kart karakterdir. Tek boyutlu  kişiliğiyle karşı değerlerin temsilcisi olan Azgın Ağa, ismiyle  yaptıkları arasında uyum gösteren karakterlerdendi. Cinsel sapmaları  ile o, mahalleli tarafından bilinir; buna rağmen kimse eylemsel bir  tavır takınmaz. Sadece Murtaza, ona karşı durur. Onun küçük kız  çocuklarını kullanmasına engel olur. Çıkarcı ve ben merkezli düşünen
Azgın Ağa, mahallede de fabrikada da herkesi Murtaza’ya karşı  kışkırtır.
Fon Karakter/ler  
Murtaza romanında fon karakterler oldukça geniştir. İşçi  mahallesinde yaşayanlar, işçiler genel anlamıyla entrik kurgunun  tamamlayıcı kişileridir. Murtaza’nın şahsında yansıtılan sosyal  adaletsizliğin dekoratif değeri olan fon karakterler olarak, Murtaza’nın  görev bilincini destekler görünüp, aslında dalga geçen Emniyet  Müdürü ve komiser; parayı insan yaşamından önemli gören fabrika  doktoru; Murtaza’nın tek akrabası Akile Hala; fiziksel ve ruhsal  tükeniş içinde fabrikada sömürülen Murtaza’nın karısı ve kızları  Firdevs’le Cemile; Murtaza’nın beklentileri doğrultusunda hareket  etmeyen ve babasının tavırlarından utanan Hasan; Murtaza’nın  enstitüde okuyan ve erkeklere yüz vermeyen büyük kızı Emine;  fabrika içindeki çıkara endeksli düzenin devamlılığını sağlayan  katipler, şefler, ustabaşılar; insanların duygusal etkilenimlerini siyasi  çıkarlar doğrultusunda kullanan Demokrat Parti İl Başkanı görülür.

ALINTIDIR: ÜLKÜ ELİUZ, ORHAN KEMAL’iN MURTAZA ROMANINDA YAPI

Artikel Terkait

1 yorum var

Ya ben bu kitabı okurken çok öğrendim bu adamdan ya nasıl bi düşünce sistemine sahip allahim çıldırtıcı hareketler sergiliyor

YORUM YAPARAK SORU SORABİLİR veya KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ...

1) Yaptığınız yorum biz onayladıktan sonra görülecektir.
2) Yazım kurallarına mümkün olduğunca dikkat ediniz.
3) Kullandığınız üslubun kişiliğinizi yansıttığını unutmayınız.
4) Yorumunuza emoji eklemek için "Emoticon" butonuna tıklayın.
5)Yorumunuza gelecek cevabı takip etmek beni bilgilendir kutucuğunu işaretleyebilirsiniz.


EmoticonEmoticon